Yürek sınavının en korkunç sonucu, kalbin beşeri korkulara düşüp, devre dışı kalmasıdır. Kalp gidince geri*ye esaret, zillet ve hüsran kalır... Kalbi tevhid, takva ve haş*yet ile korumaya almayanların kalp geleceği karanlıktır. Kor*kular, kuşkular, kaygılar kalbi kuşatır. Artık kalp tağuti kor*kuların, dünyevi endişelerin, şeytani vesveselerin cirit attığı bir alana dönüşür... Yüreksizliğin diğer adı ödleklik değil miydi? İşte korkakların mesleğidir ödleklik... Kalbin bittiği yerde kullukta biter... Kulluk sorumluluğunu sürdürebilmek metin ve selim yürek işidir... Kalp metaneti olmaksızın, zor*luklar karşısında direnmek, duygulara yenilmemek, batıl karşısında geri adım atmamak, ne kadar mümkün?



Kalbe vehim, zan, şüphe, nifak ve vesvese hakimse bu kalp çelişkilerden, çarpıklıklardan, çaresizliklerden kurtul*mayacak, sürekli zikzaklar çizecektir... Bu hal, kalp hasta*lılarının en ilerlemiş halidir... İnsanın paranoyasıdır...



Kalblerinde maraz olanların özelliklerinden biriside ge*rçekten kaygı duyma durumudur... Bu duygularla İslam'ın zayıflamasından, Müslümanların güçsüz hale gelmesinden endişe ettikleri için kâfirlerden kendilerine zarar gelmemesi için küfürle işbirliğine giderler... Akılları sıra geleceklerini güvence altına almak, geçim kapılarını açık tutmak hesapla*rı vardır... İslami vakar, onur artık ayakaltıdır. Küfrün nezdinde izzet ve emniyet arayışı başlatmıştır, yüreksizler...



Rabbimiz böylesi ikiyüzlülere karşı uyarıyor:



"Kalblerinde hastalık bulunanların: 'Başımıza bir felake*tin gelmesinden korkuyoruz' diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah bir fetih, yahut katından bir emir getirecek de onlar, içlerinde gizledikleri şeyden do*layı pişman olacaklardır." (Maide: 52)




İslam safları arasında felaket tellallığı yapıp, dünyada güvenin adresi olarak küfrün hakimiyetini gösteren satılık uşaklara dikkat... Tüm korkuları, tasaları, hesapları dünya rahatına yöneliktir... Kalp atışları, nabızları hep dünya metaı için atar... Araziye uymada ise üstlerine yoktur...



Kur'an onların iç dünyalarındaki hafakanları şöyle tasvir ediyor:



"Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılındığı zaman, içlerinden bir gurup hemen Al*lah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da 'Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet sava*şı farz kılmasan ) olmaz mıydı?' dediler. Onlara deki: 'Dün*ya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için Ahiret da*ha hayırlıdır ve size kıl kadar haksızlık edilmez." (Nisa–77)



Henüz cihad meydanlarına çıkmadan ruh dünyaların*da başlayan savaşta yenik düşenler... Allah'ın korumasın*dan kopup, zorbaların korkusu ile yatıp kalkanlar, nereden bilecekler Allah dilemedikçe hiç kimsenin ne fayda ne de zarar veremeyeceğini? Yine Allah’ın vermek istediği bir menfaat ya da musibete de hiçbir beşeri gücün karşı koya*mayacağını?



Mücadele önce yürekte kaybediliyor... Çözülmenin başladığı mevzi ilk orasıdır... Öncesinde yüksek perdeden atıp tutanların, samimiyet ve sadakatlerini bıçak kemiğe da*yandığında seyretmek lazım... Nice bir ödlek oldukları o sı*ra anlaşılır...



"İman etmiş olanlar: Keşke cihad hakkında bir sure indiril*miş olsaydı! derler. Ama hükmü açık bir sure indirilip de onda savaştan söz edilince, kalblerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görür*sün. Onlara yakışan da budur!" (Muhammed: 20)



Kalblere oturan korku ile aptallaşanlardan bahsediyor Kitabımız... Yüreksizlere yakışan da budur... İmanın onuru*nu, ruhun özgürlüğünü taşımaktan aciz zavallılar... Söy*lemleri ile eylemleri arasındaki tutarsızlık işte o sıra ortaya çıkıyor... Yürek bitkin ise bilek ne yapsın? Ne yapabilir ki? Kalbin pes ettiği yerde kılıcın ne hükmü kalır ki?



Hendek savaşında da benzer şeyler yaşanmadı mı? Hendek sınavının yürek boyutu nice ibret sahneleri ile do*lu... Kur'an bu sahnelerle bizi yüzleştiriyor:



"Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vadi*nin üstünden ve alt yanından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman;



İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şid*detli bir sarsıntıya uğratılmışlardı.



Ve o zaman münafıklar ile kalblerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar: Meğer Allah ve Resulü bize sadece ku*ru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı." (Ahzab:10-12)



Ölüm korkusu, dünya sevgisi insanı ne hallere düşürü*yor? İnsan nasılda küçülüyor? Bu küçülme önce yürekte başlıyor... Çünkü yürek parçalı... Birçok korkular taşıyor. Her korku ayrı bir yönden yüreği yaralıyor... Yürek, teslim-i silah edince, direnmenin de bir anlamı kalmıyor... Korkula*rımızı atabildiğimiz oranda kalbimiz büyüyecektir... Büyük yürekler karşısında düşman küçülecektir... Allah'ın yardımı gerçekleşir ve düşmanların kalbine korku salar:

"Hani Rabbin meleklere: 'Muhakkak ben sizinle bera*berim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kafirlerin yüre*ğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bü*tün parmaklarına! diye vahy ediyordu." (Enfal-12)




Müminlerin sebat ve metaneti ne tür müjdelere gebe? Hangi güzelliklere zemin hazırladığı ortaya çıkıyor... İna*nanlar ölüm korkusunu aşıp ölümsüzlüğü öne alınca Al*lah'ın yardımı tecelli ediyor... Bu yardım tarzı; kâfirlerin kalbinde bir korku olarak beliriyor... Dünyanın en gelişmiş silahlarına ve ordularına sahip olsalar da, iman gücünden yoksun oldukları için hep korku ve kaygı içindedirler... Yü*reğinde Allah korkusu dışında bir şey olmayandan herkes korkuyordu işte... İsterse tekerlekli sandalyeye mahkûm bir felçli pir-i fani olsun... İsterse sapan taşından başka silahı ol*mayan bir çocuk olsun... Dün Bedir'e, Hayber'e yürüyen yürekler bugün intifada olup geri dönüyorlardı... Çünkü kalbleri metindir...



"Onlar (Ashabı Kehfın kalblerini metin kıldık. O yiğit*ler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: 'Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilah demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş olu*ruz." (Kehf–14)



Kalbler Allah ile irtibatlı... Kalbin raptı demek, gönül*den korkunun giderilmesi, ona istikrar verilmesi demektir. Yine müminlerin kalbine "sekine" verilmesi, Allah tarafından kalbi yatıştırmak, ona güven ve huzur vermek için sunulan bir lütuftur.



"İmanlarını bir kat daha arttırsınlar diye müminlerin kalbleri ne sekine (güven) indiren O'dur..." (Fetih-4)



Kalbler takva ile O'na yönelince karşılık buluyorlar...



Yüreğinde Allah korkusu yerine servet ve makam kay*betme korkusu olanlardan da kimse ne korkuyor, ne çekini*yordu... Çünkü para hırsı onların rüzgârını götürdü... Hey*betini söndürdü...



Daha da beteri kalblerini yitirdiler... İşte en ciddi açma*zımız... Müslümanlar olarak icraatlarımızda, eylemlerimiz*de sosyal, siyasal, düşünsel etkinliklerimizde akıl, bilgi, beceri, birikim var ancak çoğu zaman kalp yok... Ruh yok... Aşk yok... Mücadeledeki monotonluğu nasıl anlamak la*zım? Müslüman'ı müsteşriklerden ayıran kalbi değil midir?



Kalbin devre dışı kaldığı yerde boşluğu yaptırımlarla, ya*salarla, dayatmalarla, hiyerarşi ile ne kadar doldurabilirsiniz?



Kalbin bittiği yerde kardeşlik de biter... Uhuvveti önce kalbteki ülfet üzerine inşa etmek durumundayız...



"Rasyonel olan budur" deseniz de, ma'kulu yakalasanız da, "gönül" onaylamıyorsa, kalbin iştiraki gerçekleşmiyorsa o işte hayır beklemeyin...



Günümüzde modern dünyanın arayışı nedir? Profan bir hayatın, seküler donukluğunda insanlık kalbini arıyor, vic*danını arıyor... Toplumsal depresyonun boyutları "ruh ve yürek" yitimine işaret etmiyor mu?



Bilgi çağının en büyük nakısası "kalbsiz" bir çağ olma*sıdır... Çağdaş uygarlık insanlığa ne sundu? Nagazaki, Hiro*şima, Serebrenitsa, Halepçe, Hama, Sabra, Şatilla... "Kalb*siz" uygarlığın insanlığa armağanı değil midir? Bu ruhsuz Çağın siz yeni sürprizlerini bekleye durun!



Nükleer teknolojinin marifeti; dünyada kişi başına dü*sen patlayıcı miktarı 5 ton…



"Kalbini" katleden dünyada her bir saatte açlıktan ölenlerin sayısı; yirmi dört bin insan...



Vicdanların sukut ettiği, ruhun tutsak kılındığı, ‘’Güç’’e tapınmanın sınır tanımadığı bir çağda, "güç"ün karşısında küçülen değil büyüyen bir yürek olabiliyor muyuz?

Ramazan KAYAN