Türkiye'deki egemen lâikçi düzenin verdiği cesaretle bazı çevreler, İslam'ın bu ülkede kalabilmiş zayıf izlerini de son zamanlarda ortadan kaldırmak için büyük çaba harcamaktadırlar.
Türkiye'de gerek Yahudilere ait dev medya ağıyla, gerekse bu odağın desteğindeki pagan ve putçu kesime ait propaganda araçlarıyla yapılan yayınlarda İslâmî değerleri yozlaştırma ve çarpıtma çabaları bütün hızıyla sürmektedir. Halkın eğilim ve anlayışı, bu güçler tarafından sistematik biçimde yönlendirilmektedir. Toplumun dilinde ve geleneğinde İslam'a ait, geriye ne kalmışsa onların da kısa süre içinde çarpıtılması, basitleştirilmesi, anlamsızlaştırılması ve tabiatıyla kazınıp yok edilmesi için oldukça sinsi yöntemler uygulanmaktadır. Özellikle 1950'lerden itibaren hissedilir bir periyoda sokulan bu çabalar, günümüzde hem daha çok hızlandırılmış, hem de bu amaç için daha sinsi yöntemler geliştirilmiştir.
Judeo-chretien işbirliğinin, dış dünyada İslam'a karşı en tehlikeli savaş taktiği olan küreselleşme projesi ile bu çabalar yakın gelecekte hem içerde, hem de dışarıda çok daha büyük bir hız kazanacaktır. 11 Eylül olayından hemen sonra George Bush, bizzat kendi ağzıyla «This is grusade» yani «Bu bir Haçlı beferidir» diyerek bu savaşın sinyalini vermiştir. Küfür dünyası, bu gayretlerinde nihai amaca ulaşabilmek için stratejilerini iki ana çizgiye oturtmuştur. Yani hem tümden gelim, hem de tüme varım sistemleriyle stratejilerini uygulamaya koymuştur.
Küfrün içerideki temsilcileri de hiç kuşkusuz bu iki yöntemi izlemektedirler. Bunlardan birincisi; dünya İslam birliği idealini (yani ümmet anlayışını) müslümanın zihninden silmektir. İslam'ı olabildiğince yıkıma uğratmanın aslında en kestirme yolu budur. Çünkü müslüman kişi, dünya İslam kardeşliği idealine bağlı olduğu sürece, rengi, ırkı, ve dili ne olursa olsun dünyadaki bütün müslümanları kardeş bilecek ve her zaman onlarla gönül birliği içinde olmayı isteyecektir. Bu ise İslamî değerlerin yıkımına karşı en büyük engeli oluşturacaktır.
Küreselleşme projesi ile İslam'a karşı ilân edilmiş olan topyekün savaşın (tümden gelim) sistemiyle izlediği yol, işte budur. Küreselleşme projesi kapsamında İslam'ı yok etmek için izlenen ikinci bir yol daha vardır. Tüme varım stratejisiyle izlenen bu yol ise birincisinden daha karmaşık ve daha ayrıntılıdır. Çünkü İslam'a ait değerlerin her biri bu sistemle ayrı ayrı işlenerek aşındırılmaktadır. Bu ise İslam düşmanlarının daha dikkatli ve daha sinsi davranmalarını gerektirmektedir. Bu savaşta görev üstlenmiş olanlar, doğrudan İslam'ı ve ona ait değerleri hedef almazlar. Tam tersine birer müslüman gibi davranır ve hatta onlarla birlikte İslamsal yaşam alanlarını bile paylaşmaya çalışırlar. Örneğin namaz kılarlar, oruç tutarlar, hacca giderler, hayır ve hasenat işlerine bile katılırlar. Bunları yaparken de bol bol İslamî argümanları kullanırlar... Ancak bu sıralarda çeşitli yorumlar yaparak, nüfuzlarını, muhitlerini ve geniş imkânlarını kullanarak kimseyi ürkütmeden İslam'a ait herhangi bir değeri çarpıtmaya çalışırlar.
Örneğin «İslâmî nikah», «Şer'î nikâh» ya da «dinî nikah» yerine, özellikle ve kasıtla «İmam nikâhı» tabirini kullanırlar! Meselenin içyüzünü bilecek kadar kültürlü, birikimli ve cesur bir müslüman eğer o sırada bulunmuyorsa bu onlar için bir kazanım olur. Çünkü bu tabiri duyan sıradan bir müslüman, herhangi bir tepki gösteremeyeceği gibi, aynı sözleri kullanmaya da dili alışacak, hiçbir kötü niyeti olmamasına rağmen, bu tehlikeli söylemi alışkanlıkla her münasebette tekrarlayarak İslam düşmanlarının propaganda faaliyetlerine böylece bizzat katılmış ve onlara yardım etmiş olacaktır. Bu ilgiyle, «İmam nikâhı» tabirinin, 1950'lerde yüksek tirajlı bir Yahudi gazetesinde sık sık yayınlanması üzerine halk diline yerleştiğini burada açıklamakta yarar vardır.
İslamî değerleri çarpıtma çabaları her zeman ve yalnızca sözel değil, aynı zamanda eylemsel olarak da sürdürülmektedir. Örneğin son birkaç yıldır müslüman isimli Yahudilerin cenazeleri sosyete semtlerindeki camilere getirilmekte ve buralarda (bir farkla) aynen müslüman cenazeleri gibi namazları kıldırıldıktan sonra toprağa verilmektedirler.
Bu cenazelerin sözde namazları kıldırıldıktan sonra alkışlarla kaldırılması aslında çok ilginçtir. Burada ilginç olan nokta sadece cenazenin alkışlanması değildir. Her şeyden önce kimliklerinde «İslam» kelimesi bulunuyor olsa bile -bu insanlar ayrı bir dinin bağlıları olmalarına rağmen- cenazeleri İslam camilerinden kaldırılıyorsa bu olayın üzerinde gerçekten durmak gerekir. Evet bunun ne gibi nedenleri olabilir? Başka bir dinin bağlıları neden kimliklerine «İslam» kelimesini yazdırmakta ve bu insanların cenazeleri neden kendi dinlerine ait icaplarla değil, bilakis İslamî icaplarla, aynen müslüman cenazeleri gibi teçhiz edilmekte, namazları kılınmakta ve toprağa verilmektedir?! Yalnızca Türkiye'de yaşanan bu olaylar ilginç değil mi?
Acaba bu insanlar İslam'ı çok mu sevmekte, ya da müslümanlara çok mu imrenmektedirler? Bu sorulara yanıt aramak hiç kuşkusuz önemli tartışmaları gündeme getirecektir. Onun için bu doğrultuda şimdilik bir şey söylemek konunun sınırlarını aşabilir. Fakat özellikle cenazelerin son birkaç yıldır sosyete semtlerindeki camilerde alkışlanmasıyla birlikte az çok deşifre olan bir gerçeğin bize önemli bir mesaj verdiğine burada işaret etmeden geçmemek gerekir. Bu mesaj, esasen şunu haber vermektedir:
«Gerekirse aynen müslüman gibi kimliğime «İslam» kelimesini yazdırabilirim; cenazemin camiye götürülmesine üzerimde namaz kılınmasına ve -müslümanlara ait olduğu sanılaın- bir mezarlıkta toprağa verilmeme razı olabilirim. Bütün bunlara karşılık; cenazemin alkışlar arasında kaldırılması, müslümanlara ait bir değerin yozlaştırılmasına ve çarpıtılmasına eğer yarayabiliyorsa bu bana yeter!»
Evet cenazelerin son yıllarda alkışlanması olayı bize aynen bu mesajı vermektedir. Bu mesajı almış olanlara burada tavsiye edilebilecek herhangi bir şey yoktur; fakat bu olayın ve benzerlerinin içyüzlerini anlamakta zorluk çekenler, hiç kuşku duymasınlar ki İslam'ın bu ülkede kalabilmiş izlerini de silmek isteyenlerin her an saflarında yer alabilirler. Bu konuda yeteri kadar bilinç kazanamamış olmak onlar için mazeret olmayacaktır.
Bu günlerde, İslam'a ait bir argümanı daha çarpıtma gayretlerinden -yeri gelmişken- söz etmek, herhalde yararlı olacaktır. Dikkat edilirse Türkiye'deki Selanik Yahudilerine ait medya spikerleri ve yazarları, «İslam Alemi» tabiri yerine artık ısrarla «Müslüman Alemi» diye bir söz kullanmaktadırlar. Bu tehlikeli söylem, aslında kısa yoldan ümmet anlayışını zihinlerden silmeye yöneliktir. Bu söylemin sinsi amacını haber veren iki kanıt vardır: birincisi; «Müslüman» kelimesi Kur'ân-ı Kerim'in hiçbir yerinde geçmemektedir; ikincisi ise «Müslüman Alemi» ile yalnızca (Türkiye, İran, Afganistan ve Türki cumhuriyetler kastedilmektedir). Çünkü «Müslüman» kelimesi (Arapça olmadığı için) Araplar tarafından hiç kullanılmamaktadır. Onun için bu söylem ile bütün Arap dünyası «Müslüman Alemi» dışına çıkarılmak istenmektedir!
Dikkat edilirse yakın geçmişte Bülent Ecevit bile «Müslüman Alemi» diye bir tabir kullanmıyordu. Ecevit ve onun gibi İslam'a oldukça mesafeli bulunan şahıslar bile gerektiğinde verdikleri demeçlerde ve konuşmalarında hep «İslam Alemi» tabirini kullanmışlardır. Bundan da anlaşılmaktadır ki bu söylem çok yenidir ve bunu kullanmaktan amaç, -biraz önce ifade edildiği gibi- sırf müslümanlar arasındaki İslam kardeşliği düşüncesini ve ümmet anlayışını zihinlerden silmektir.
Türkiye'de gerek Yahudilere ait dev medya ağıyla, gerekse bu odağın desteğindeki pagan ve putçu kesime ait propaganda araçlarıyla yapılan yayınlarda İslâmî değerleri yozlaştırma ve çarpıtma çabaları bütün hızıyla sürmektedir. Halkın eğilim ve anlayışı, bu güçler tarafından sistematik biçimde yönlendirilmektedir. Toplumun dilinde ve geleneğinde İslam'a ait, geriye ne kalmışsa onların da kısa süre içinde çarpıtılması, basitleştirilmesi, anlamsızlaştırılması ve tabiatıyla kazınıp yok edilmesi için oldukça sinsi yöntemler uygulanmaktadır. Özellikle 1950'lerden itibaren hissedilir bir periyoda sokulan bu çabalar, günümüzde hem daha çok hızlandırılmış, hem de bu amaç için daha sinsi yöntemler geliştirilmiştir.
Judeo-chretien işbirliğinin, dış dünyada İslam'a karşı en tehlikeli savaş taktiği olan küreselleşme projesi ile bu çabalar yakın gelecekte hem içerde, hem de dışarıda çok daha büyük bir hız kazanacaktır. 11 Eylül olayından hemen sonra George Bush, bizzat kendi ağzıyla «This is grusade» yani «Bu bir Haçlı beferidir» diyerek bu savaşın sinyalini vermiştir. Küfür dünyası, bu gayretlerinde nihai amaca ulaşabilmek için stratejilerini iki ana çizgiye oturtmuştur. Yani hem tümden gelim, hem de tüme varım sistemleriyle stratejilerini uygulamaya koymuştur.
Küfrün içerideki temsilcileri de hiç kuşkusuz bu iki yöntemi izlemektedirler. Bunlardan birincisi; dünya İslam birliği idealini (yani ümmet anlayışını) müslümanın zihninden silmektir. İslam'ı olabildiğince yıkıma uğratmanın aslında en kestirme yolu budur. Çünkü müslüman kişi, dünya İslam kardeşliği idealine bağlı olduğu sürece, rengi, ırkı, ve dili ne olursa olsun dünyadaki bütün müslümanları kardeş bilecek ve her zaman onlarla gönül birliği içinde olmayı isteyecektir. Bu ise İslamî değerlerin yıkımına karşı en büyük engeli oluşturacaktır.
Küreselleşme projesi ile İslam'a karşı ilân edilmiş olan topyekün savaşın (tümden gelim) sistemiyle izlediği yol, işte budur. Küreselleşme projesi kapsamında İslam'ı yok etmek için izlenen ikinci bir yol daha vardır. Tüme varım stratejisiyle izlenen bu yol ise birincisinden daha karmaşık ve daha ayrıntılıdır. Çünkü İslam'a ait değerlerin her biri bu sistemle ayrı ayrı işlenerek aşındırılmaktadır. Bu ise İslam düşmanlarının daha dikkatli ve daha sinsi davranmalarını gerektirmektedir. Bu savaşta görev üstlenmiş olanlar, doğrudan İslam'ı ve ona ait değerleri hedef almazlar. Tam tersine birer müslüman gibi davranır ve hatta onlarla birlikte İslamsal yaşam alanlarını bile paylaşmaya çalışırlar. Örneğin namaz kılarlar, oruç tutarlar, hacca giderler, hayır ve hasenat işlerine bile katılırlar. Bunları yaparken de bol bol İslamî argümanları kullanırlar... Ancak bu sıralarda çeşitli yorumlar yaparak, nüfuzlarını, muhitlerini ve geniş imkânlarını kullanarak kimseyi ürkütmeden İslam'a ait herhangi bir değeri çarpıtmaya çalışırlar.
Örneğin «İslâmî nikah», «Şer'î nikâh» ya da «dinî nikah» yerine, özellikle ve kasıtla «İmam nikâhı» tabirini kullanırlar! Meselenin içyüzünü bilecek kadar kültürlü, birikimli ve cesur bir müslüman eğer o sırada bulunmuyorsa bu onlar için bir kazanım olur. Çünkü bu tabiri duyan sıradan bir müslüman, herhangi bir tepki gösteremeyeceği gibi, aynı sözleri kullanmaya da dili alışacak, hiçbir kötü niyeti olmamasına rağmen, bu tehlikeli söylemi alışkanlıkla her münasebette tekrarlayarak İslam düşmanlarının propaganda faaliyetlerine böylece bizzat katılmış ve onlara yardım etmiş olacaktır. Bu ilgiyle, «İmam nikâhı» tabirinin, 1950'lerde yüksek tirajlı bir Yahudi gazetesinde sık sık yayınlanması üzerine halk diline yerleştiğini burada açıklamakta yarar vardır.
İslamî değerleri çarpıtma çabaları her zeman ve yalnızca sözel değil, aynı zamanda eylemsel olarak da sürdürülmektedir. Örneğin son birkaç yıldır müslüman isimli Yahudilerin cenazeleri sosyete semtlerindeki camilere getirilmekte ve buralarda (bir farkla) aynen müslüman cenazeleri gibi namazları kıldırıldıktan sonra toprağa verilmektedirler.
Bu cenazelerin sözde namazları kıldırıldıktan sonra alkışlarla kaldırılması aslında çok ilginçtir. Burada ilginç olan nokta sadece cenazenin alkışlanması değildir. Her şeyden önce kimliklerinde «İslam» kelimesi bulunuyor olsa bile -bu insanlar ayrı bir dinin bağlıları olmalarına rağmen- cenazeleri İslam camilerinden kaldırılıyorsa bu olayın üzerinde gerçekten durmak gerekir. Evet bunun ne gibi nedenleri olabilir? Başka bir dinin bağlıları neden kimliklerine «İslam» kelimesini yazdırmakta ve bu insanların cenazeleri neden kendi dinlerine ait icaplarla değil, bilakis İslamî icaplarla, aynen müslüman cenazeleri gibi teçhiz edilmekte, namazları kılınmakta ve toprağa verilmektedir?! Yalnızca Türkiye'de yaşanan bu olaylar ilginç değil mi?
Acaba bu insanlar İslam'ı çok mu sevmekte, ya da müslümanlara çok mu imrenmektedirler? Bu sorulara yanıt aramak hiç kuşkusuz önemli tartışmaları gündeme getirecektir. Onun için bu doğrultuda şimdilik bir şey söylemek konunun sınırlarını aşabilir. Fakat özellikle cenazelerin son birkaç yıldır sosyete semtlerindeki camilerde alkışlanmasıyla birlikte az çok deşifre olan bir gerçeğin bize önemli bir mesaj verdiğine burada işaret etmeden geçmemek gerekir. Bu mesaj, esasen şunu haber vermektedir:
«Gerekirse aynen müslüman gibi kimliğime «İslam» kelimesini yazdırabilirim; cenazemin camiye götürülmesine üzerimde namaz kılınmasına ve -müslümanlara ait olduğu sanılaın- bir mezarlıkta toprağa verilmeme razı olabilirim. Bütün bunlara karşılık; cenazemin alkışlar arasında kaldırılması, müslümanlara ait bir değerin yozlaştırılmasına ve çarpıtılmasına eğer yarayabiliyorsa bu bana yeter!»
Evet cenazelerin son yıllarda alkışlanması olayı bize aynen bu mesajı vermektedir. Bu mesajı almış olanlara burada tavsiye edilebilecek herhangi bir şey yoktur; fakat bu olayın ve benzerlerinin içyüzlerini anlamakta zorluk çekenler, hiç kuşku duymasınlar ki İslam'ın bu ülkede kalabilmiş izlerini de silmek isteyenlerin her an saflarında yer alabilirler. Bu konuda yeteri kadar bilinç kazanamamış olmak onlar için mazeret olmayacaktır.
Bu günlerde, İslam'a ait bir argümanı daha çarpıtma gayretlerinden -yeri gelmişken- söz etmek, herhalde yararlı olacaktır. Dikkat edilirse Türkiye'deki Selanik Yahudilerine ait medya spikerleri ve yazarları, «İslam Alemi» tabiri yerine artık ısrarla «Müslüman Alemi» diye bir söz kullanmaktadırlar. Bu tehlikeli söylem, aslında kısa yoldan ümmet anlayışını zihinlerden silmeye yöneliktir. Bu söylemin sinsi amacını haber veren iki kanıt vardır: birincisi; «Müslüman» kelimesi Kur'ân-ı Kerim'in hiçbir yerinde geçmemektedir; ikincisi ise «Müslüman Alemi» ile yalnızca (Türkiye, İran, Afganistan ve Türki cumhuriyetler kastedilmektedir). Çünkü «Müslüman» kelimesi (Arapça olmadığı için) Araplar tarafından hiç kullanılmamaktadır. Onun için bu söylem ile bütün Arap dünyası «Müslüman Alemi» dışına çıkarılmak istenmektedir!
Dikkat edilirse yakın geçmişte Bülent Ecevit bile «Müslüman Alemi» diye bir tabir kullanmıyordu. Ecevit ve onun gibi İslam'a oldukça mesafeli bulunan şahıslar bile gerektiğinde verdikleri demeçlerde ve konuşmalarında hep «İslam Alemi» tabirini kullanmışlardır. Bundan da anlaşılmaktadır ki bu söylem çok yenidir ve bunu kullanmaktan amaç, -biraz önce ifade edildiği gibi- sırf müslümanlar arasındaki İslam kardeşliği düşüncesini ve ümmet anlayışını zihinlerden silmektir.