![]() |
Bismillah her Hayrın başıdır BİSMİLLAH HER HAYRIN BAŞIDIR Bismillah bir intisaptır, bir bağlanmadır. Düşünelim ki çölde seyahat eden iki adam biri padişahın ve reisin adını alsa, diğeri almasa. Padişahın adını almayan gururlu adam uzun seyahatinde ne tür sıkıntılar çekeceği, ne tür meşakkatlere gireceği herkesin malumudur. Ancak bir padişahın ve reisin adını alan bahtiyar kişi her yerde O padişahın unvanı ve ismi ile gezdiğinden tüm ihtiyaçları karşılanır ve bütün korkulardan kurtulmuş olur. Artık herkes O haşmetli padişahı tanıdığından onun adı ile hareket eden adamın emrine ve ihtiyaçlarına cevap vereceklerdir.Şimdi bizlerde şu dünya çölünde seyahat eden insanlarız. Nasıl ki padişahın adını alan adam rahatla gezdi ise bizlerde bu Kâinatın sultanı olan Allah’ın adını almalı ve o unvan ile hareket etmeliyiz. Çünkü aciz ve zayıf olduğumuzdan bu sonsuz kuvvete muhtacız. Biz de yazımıza “ Bismillah” ile başladık. Bismillah’a kısaca Besmele de diyoruz. Besmele çekmek ise ”Bismillahirrahmanirrahim”olarak tamamlanır. Besmelenin kelime anlamı: “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla.” dır. Ayrıca ”Allah namına, Allah için, Allah'ın adı ve izni ile “de anlamında kullanırız besmeleyi. Besmele ne mübarek bir kelimedir ki; bizi doğrudan doğruya kâinatın yaratıcısı olan Rabbimize bağlar. Allah’ın adıyla bir işe başlamak ve bütün sebeplerden sıyrılarak sadece ve sadece O’na yönelmek ve O’ndan güç almak. Bir asker askere kaydolduğu zaman devlet namına hareket ettiği ve kendi zayıf kuvvetine devletin gücünü kattığı için kendi gücünden ve kuvvetinden binlerce kat daha bir güce sahip olmuştur. Bu kuvvet ve güçle çok işleri kolaylıkla yapabilir. Hatta bir köyün insanlarını bu kuvvetiyle devlet namına bir yere toplayabilir. Sizler de bilirsiniz ki bu asker bu işleri kendi kuvveti ile yapmamıştır. Devletin adını alarak ve devletin kuvvetine dayanarak bu işleri başarmıştır. Kâinatta çok zayıf şeyler vardır ki, kendi güçlerinden çok fazla işleri yaparlar. Tohumların ağaçları başlarında taşımaları, hayvanların süt, yumurta yapmaları da bu sırra işaret olmalıdır. Onlarda Bir’isinin adını alarak kendi zayıf güç ve kuvvetlerinden daha fazla işleri yapmaktadırlar. Demek hayvanlar ve bitkilerde “Bismillah” demektedir. Bitkilerin o nazik ve yumuşak kökleri sert kayaları delip geçiyorsa bunu kendi güç ve kuvvetleriyle yaptığını söylemek cehaletle eşdeğer olmaz mı? Yazın o yakıcı sıcaklarında yemyeşil kalan yaprakları ne ile izah edeceğiz. Kâinattaki her şey kendi lisanı ve diliyle elbette ki “Bismillah” diyorlar ve felsefecilerin bütün iddialarını tekzip ediyorlar. Eğer kâinatta her şey “Bismillah” diyorsa bizler bu mübarek kelimeyi nasıl ihmal ederiz? Nasıl bizi büyük bir hazineye sahip edecek ve Rabbimize bizi bağlayacak, bütün sıkıntı ve zorlukları aşacağımız güç ve kuvvetten kendimizi mahrum bırakırız? Bizlerin acizliği ve zayıflığı sonsuz olduğu halde, bir mikroba mağlup olduğumuz durumda, her şeye muhtaç olduğumuz anda nasıl kendimizi güçlü ve kuvvetli sayabiliriz? O zaman gelin her hayırlı işin başında hep birlikte “Bismillahirrahmanirrahim” diyelim. Hiç bir şey kaybetmez, ancak çok büyük kazançlar elde ederiz. Öyleyse Allah namına almalıyız ve Allah namına vermeliyiz. Abdulbaki |
Allah(c.c)razı olsun,çok güzel bir risale dersiydi... "Bismillah her hayrın başıdır,biz dahi onla başlarız"cümlesi bile fikrin dışına çıkmamıştır şeklen bile uyum içindedir. Hatta külliyatın kalbi sayılan "Sözler"de dahi ilk risale "bismillah"tır... |
Bu yazı serisinde daha çok Senai DEMİRCİ'nin "Birinci Sözün Esma Dersleri" çalışmasını paylaşmak istiyorum.Hakikaten Birinci Sözde çok ince dersler ve sırlar var. Birinci Söz’ün Esmâ Dersi Besmele bahsi, bir esmâ bahsidir. Allah’ın adıyla başlamak, her işte, her şeyde Allah’ın ismini okumayı gerektirir çünkü. Risale-i Nur’un kronolojik olarak değilse de, metodolojik olarak başı olan Birinci Söz, her şeyin başı olan Besmele’ye başlıyor. Dikkat ediniz, “Biz dahi başta ona başlarız” derken, bu derse sadece başlanacağını, bu dersin bitirilemeyeceğini ima eder. Ömrümüz, esmâ-i hüsnânın talimine harcansa da talimimiz bitmese, boş bir ömür geçirmiş olmaz aksine sadece ölümümüzü değil, yaşayışımızı da Rabbimize şahit, yani tanık olarak geçirmiş oluruz. Bu yazıda ve inşallah bunu izleyecek birkaç yazıda, Birinci Söz’de Risale-i Nur’un geneline hâkim olan esmâ-i hüsnâ talimini deşifre etmeye çalışacağım. Risale-i Nur’da esmâ-i hüsnâ didaktik bir usulle anlatılmaz; yani şu “esmânın anlamı budur, böyle bilinmelidir, şöyle ezberlenmelidir” şeklinde bir teknik anlatım tercih edilmez. Esmâ-i hüsnâ hayatın ana dokusu içinde, tefekkürün doğal akışı içinde, yeri geldikçe, ihtiyaç duyuldukça zikredilir. Hangi bahis olursa olsun, ilgili bahsin gerektirdiği ve baktığı esmâlarla Rabbe muhatap olunur; bir bakıma, kendi fıtratımızdan ve yaşayışımızdan ipler örülerek, esmâ-i hüsnânın miracına erişilir. Bu açıdan bakınca, Risale’de yazılanlar, sanki esmâyı zikretmek bahanesiyle yazılmış gibi gelir bana. Yani aslolan esmâdır, diğerleri esmâya bahanedir.(S.Demirci) |
Birinci Söz’ün bazı cümlelerini alıntılayarak ilerlemek istiyorum: Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime [Bismillah], İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı haliyle vird-i zebânıdır. Besmele, “İslam nişanı”dır; çünkü Allah’ın adıyla hareket etmek, teslim olmayı gerektirir, Allah adına hareket eden herkes ve her şey teslim olmuş, yani İslam olmuş demektir. Eşyaya esmânın hatırına bakmak, Allah’a teslimiyet ifadesidir. Besmele “vird-i zebân”dır; yani insanın diliyle söylediği gibi, dili olmayanların hâlleriyle dillendirdiği bir virddir, bir zikirdir. Şu halde, her şey üzerinde kendi adına değil, ancak Allah adına var olduklarına dair işaretler vardır. Hiçbir şey hiçbir an kendi kendine var olamaz; öyleyse “bir başkası adına” var olmalıdır. Eşyanın hâllerini okuduğumuzda bu durum açıkça ortaya çıkar: Varlık âleminde her bir şey her şeye muhtaçtır; öyleyse, varlık, her bir şeyin yardımına her şeyi koşturan “bir başkası” sayesinde var oluyor olmalıdır. “Bir başkası” diye kastedilen de, eşya cinsinden olmamalıdır, olamaz da! Çünkü neye bakarsanız bakın, bir başkası diye aday gösterebileceğiniz “şeylerden” biri de bir başka şeye muhtaçtır. Birine muhtaç olan ise “bir başkası” adayımız olamaz! |
Onlardan birisi mütevazı idi, diğeri mağrur. Mütevazıı, bir reisin ismini aldı; mağrur almadı. Tevazu’ ve gurur halleri, bu cümlede, insanlara göre aldığımız tavra göre değil, Allah karşısında kendimizi nasıl konumlandırdığımıza göre tanımlanıyor. Tevazu’ halini, Rabbine göre tarif eden bir mümin, alçakgönüllülük halini sürekli insanların makamına göre ayarlamak zorunda kalmaz. Allah adına var olduğunu bilen biri, Allah’ın yarattıkları karşısındaki konumunu net olarak bilir; gurura kapılmaz; yani kendi gerçekliği konusunda aldanarak, kendini gerçekte olduğundan daha büyük ve daha kudretli saymaya kalkmaz. “Gurur”, aldanış demektir; mağrur olan kendini kendine sahip ve malik sanır; kendi kendine var olduğunu sanarak yaşamaya kalkar. Şu halde, mağrur olan, derin bir aldanış içindedir. Mutevazı’ ise kendi gerçekliğini bilir. Bu cümleden anlıyoruz ki, esmâ-i hüsnâyı okumak, hissetmek ve yaşamak bir hal değişimi gerektirir; sadece dille esmâyı söylemek ve kulakla esmâyı duymak esmâyı tâlim etmeye yetmez. Esmâyı tevazû halini giyinerek söylüyor olmalıyız. |
İşte, ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın. Şu dünya ise bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcâtın nihayetsizdir. Madem öyledir; şu sahrânın Mâlik-i Ebedîsi ve Hâkim-i Ezelîsinin ismini al. Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisâtın karşısında titremeden kurtulasın. Bu ifadeler, bizi Mâlik ve Hâkim isimlerine taşıyor. Hâlimizin Mâlik ve Hâkim isimlerini nasıl söylediğini bu ifadelerle duyuyoruz. Nefsimiz mağrurdur; yani kendini kendine sahip zanneder. Oysa, gerçek öyle değildir; çünkü nefis bir seyyahtır; yani bir yerden bir yere sevk ediliyor, gönderiliyor, geldiği yerde kalmıyor, kalamıyor. Kendi kendine mâlik olanın böyle bir halde olmaması gerekirdi. İşte bakın hepimiz geldik ve gidiyoruz, bizi buralarda durdurmuyorlar. Öyleyse insan kendi adına yaşıyor değil! Çünkü seyyahtır. “Sen o seyyahsın!” sözü, “mağrur” olan nefse bir cevaptır aslında. Seyyah, her zaman, olmaması gereken yerdedir; olması gereken yerde olsaydı seyahat etmesine gerek yoktu ki! Seyyah konaklamaya değil gelip geçmeye ayarlıdır. Seyyah çöldedir; yani ihtiyaçlarına uzaktır ve korunmasızdır. Fakr; ihtiyaçlara uzaklığı ve emellere erişememeyi ifade eder. Acz; korunmasızlığı ve emniyette olmamayı ifade eder. Öyleyse, insana düşen, fakrına karşılık ihtiyaçlarını karşılayacak bir Mâlik’i aramaktır. İhtiyaçlar içinde olan biri, her şeyi elinde tutan bir Mâlik’i arar. Üstelik aradığı Mâlik, her şeyi şimdilik elinde tutan değil, her şeyi ebedîyen elinde tutan bir Mâlik olmalıdır. Bu yüzden Mâlik-i Ebedî’yi ararız. Yani fıtratımızdaki fakr bizi bir Mâlik-i Ebedî ile irtibatlandırır, bize bu güzel ismi “arattırır,” “okutur”, “yaşatır”, “hissettirir.” Acz içindeki insana ise her şeye hükmü geçen bir Hâkim’i aramak düşer. Önünde sayısız engeller ve çevresinde sayısız düşmanları olan biri elbette ki bir koruyucu arar; kendisine engel olanları ve düşman olanları hükmü altına alacak bir Hâkim olsun arzu eder. Üstelik bu Hâkim, hükmünü sonradan elde etmiş biri de olmamalıdır; çünkü hükmü sonradan elde edenler sonra da kaybederler. Bu yüzden bir Hâkim-i Ezelî’yi ararız. Yani fıtratımızdaki acz, bizi bir Hâkim-i Ezelî’ ile irtibatlandırır; bize bu güzel ismi “arattırır,” “okutur”, “yaşatır”, “hissettirir.” Bu isimleri hâliyle okumayanın hâli ise son cümlede tasvir edilir: Kâinata dilenci olmak ve her olay karşısında korkuyla titremek. Esmâ-yı hüsnânın miracına çıkıp Zat-ı Akdes’le tanış olmamanın sonucu kulluk etmemek değildir; yanlış yerlere, yanlış şeylere kulluk etmektir. Bu cümlede tarif edilen dilencilik ve titreme, Mâlik ve Hâkim olarak Rabbi tanımama halinin tanımıdır. Şimdi tekrar başa dönelim ve “Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime, [Bismillah] İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı haliyle vird-i zebânıdır.” cümlesindeki “mübarek” ve “İslâm” kelimelerini yeniden okuyalım. Bismillah “mübarek”tir, çünkü bizi Mâlik-i Ebedî ile tanıştırarak, sonsuz ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir “bereket” kaynağına ulaştırır. Bismillah “İslam nişanı”dır; çünkü bizi Hâkim-i Ezelî ile tanıştırarak, sonsuz sayıdaki düşmanlarımıza karşı kendisine “teslim” olacağımız birine ulaştırır. |
…bu kelime öyle mübarek bir definedir ki, senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete raptedip Kadîr-i Rahîmin dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçi yapar. İnsan esmânın anlamlarına kendi fıtratını okuyarak ve fark ederek erişebilir. Bu cümlede de, fıtratımızdaki aczin, bizi, aczimizi onaracak bir kudret sahibini aramaya götürdüğünü fark ediyoruz. Aciz olan, bir kudret sahibini, yani Kadîr ismini arar. Fakrımız ise, bizi, yoksulluğumuza çare olacak bir rahmet sahibine yönlendirir. Sonsuz ihtiyaç içinde olan biri, elbette, kendisine merhamet edecek bir Rahîm’i arar. İnsan fıtratındaki acz ve fakrın bir hikmeti, insanı esma-yı hüsnânın definesini aramaya teşvik etmek olabilir. İnsan acz ve fakr içinde olmasaydı, kudret ve rahmetin ardına düşmezdi. Öyleyse, esmâ-yı hüsnâyı tâlim etmek için insanın kendini okuması gerekiyor diyebiliriz. Yoksa, kendimizi “nihayetsiz kudret ve rahmete rapt” edemezdik, yani bir Kadîr-i Rahîm ile irtibat kuramazdık. Aczimiz ve fakrımız sayesindedir ki Kadîr ve Rahîm isimlerinin birlikte tecelli ettiği, bizi kuşattığı bir tecelli alanına, yani “dergâh”a doğru götürülüyoruz. |
ALLAH RAZI OLSUN AbdulbakıKardeşim bizleri Risale-i Nurdan yuksek fikirlerinizle aydınlattıgınız için ..ALLAH(C.C.)İstifademizin devamını getırsın |
--->: Bismillah her Hayrın başıdır Alıntı:
Sahra ve çöl.Caresizliğin ve meşakketin temsili ve izdüşümüdür.Zorluk ve cetin hayat şartlarının en zirve noktada yaşanan mekandır. Üstadımız verdiği misallerde hakikate geçecek misaleri seçerken en güzeli ile Külliyata dahil edilmiştir.Çok ince sırlar ve nüanslar vardır.Muhatap her okuduğunda o misallerden çok farklı manaları terennüm eder ve fehmeder. Şu sahranın Malik-i Ebedisinin ismini almak.Esasında sahra dünyadan da ileri bir manayı yani Kâinatı da içine almalıdır.Madem biz ezel canibinden ve zerreler aleminden dünya çölüne çıkarıldık.O halde bizim sonsuz ihtiyaç ve adalarımza ancak sonsuz ilim,kudret ve irade sahibi Ebedi bir zat olmalıdır.Hükmü ve malikiyeti sınırlı olan,sonsuz ihtiyaçları karşılayamaz ve düşmanları def edemez.Onun için şu sahranın Ebedi Malikinin adı alınmalı ki bütün mülkün mutasarrıfı olması ile ihtiyaçlar karşılanabilsin. Hâkim-i Ezelîsinin ismini almak.Yine ezel ve ebed ve hâle hükmü geçebilen bir Hâkimin ismini almak ne kadar isdimdat ve medet verici olur anlaşılır.Çünkü Allah'ın Hâkimiyeti belirli bir alan ve zamanla sınırlı değildir.Bütün zamanlara ve mekanlara hükmeden bir zatın ismini Bismillah ile almak elbette Hakimiyetinin ezeliyetine olan iman ve itikat ile olur. Hâkimiyet ezeliyeti,Malikiyet ise ebediyeti gerektiriyor.Bu derste böyle bir mana daha inkişaf ediyor. |
--->: Bismillah her Hayrın başıdır Alıntı:
Üstad dahi avam lisanı ile nefsine diyor? Neden avam lisanı ile? İnsan nefsi keyfemayeşa,Rabbini tanımak istemiyor,emir altına girmek de istemiyor. Mükafatta en önde ve vazifede en geride durmak istiyor. Nefis,insan sarayında casus bir vezirdir.Casusluğu şeytana yapar.En yakınımızda ve bizimle beraber. Nakıs,çaresiz ve bir o kadar da süflidir. İşte bu nefse Üstadımız "avam lisanıyla diyeceğim" diyor. Demek nefis o kadar nakıs ve cahil ki avam lisanıyla dahi söylenecek bir derse muhtaç.O kadar nakıs ki basit sayılabilecek temsillerden dahi ders alabilecek durumda. Eğer deve kuşu gibi başını kuma sokmazsa ve firavun gibi inat etmezse küçük ikazlar dahi ona bir ders olabilir. Yirmi Sekizinci Lem'a'daki sinek bahsindeki nefse verilen ders ne kadar ibretlidir. "Nefsimle mücâdele ettiğim bir zamanda, nefsim kendinde gördüğü nimet-i İlâhiyeyi kendi malı tevehhüm ederek gurura, iftihâra, temeddühe başladı. Ben ona dedim ki: "Bu mülk senin değil, emânettir." O vakit nefis gurur ve iftihârı bıraktı, fakat tembelliğe başladı. "Benim malım olmayana ne bakayım? Zâyi olsun, bana ne?" dedi. Birden gördüm: Bir sinek, elime kondu, emânetullah olan gözünü, yüzünü, kanatlarını güzelce temizlemeye başladı. Bir neferin mîrî silâhını, elbisesini güzelce temizlediği gibi, sinek de temizliyordu. Nefsime dedim: "Bak." Baktı, tam ders aldı. Sinek ise, mağrur ve tembel nefsime hoca ve muallim oldu."(Yirmi Sekizinci Lem'a ) |
--->: Bismillah her Hayrın başıdır Alıntı:
Hacatı ve adası da nihayetsiz. Öyleyse bu kadar nihayetsiz çaresizlik,acziyet ve fakriyat içinde sınırsız ihtiyaçlarını karşılayacak ve nihayetsiz düşmanlarını def edecek birinin adını alması ve O'na dayanması zaruridir.Yoksa perişan olacak,çaresizliği onu divane edecektir. İşte bu halde olan kişinin ihtiyaçlarını karşılayacak olan onun ebedi arzularına cevap verecek ancak ve ancak sonsuz mülklerin sahibi olan Malik-i ebedi olabilir.İşte O Malik-i Ebedinin adını alan ve ondan istimdan eden seyyah dertlerinin dermanına ve ihtiyaçlarının karşılanmasına,kalbinin ebed arzusuna cevap vereni bulmanın iştiyakına kavuşmuş olur. Hem o seyyah öyle birinin ismini almalı ve öyle birine dayanmalı ki onun bütün ihtiyaçlarını bilmeli,bilmek yetmez görmeli,görmek de yetmez karşılamalıdır.Bu da ancak kalb perdesinin arkasındaki arzuları dahi bilen,gören ve o ihtiyacı karşılayan Hâkim-i Ezeli olabilir.O zat ezeli Hâkimiyeti ile bütün kainatı görür,bilir ve her şeye gücü ve kudreti yeter vasfı ile o ismi alanın da ihtiyaçlarını görür,bilir ve karşılar. İşte bu sırlardandır ki Birinci sözde düşmanı, hâcâtı nihayetsiz olan çölde seyahat eden seyyah olan bizler"şu sahrânın Mâlik-i Ebedîsi ve Hâkim-i Ezelîsinin ismini almak mecburiyetindeyiz.". |
--->: Bismillah her Hayrın başıdır Alıntı:
Üstad Birinci Sözde dağ,ova,orman,düzlük v.b.kelimelerini kullanmıyor."Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden..."cümlesi ile bu seyahatın çölde yapıldığını söylüyor. Bu sözü okuyan her muhatap öncelikle çölde neler yok onları düşünleli. 1.Su yok. 2.Yiyecek yok. 3.Gölge yok. 4.Sığınalacak ve dinlenilecek ve ferahlanacak yer yok. 5.Yardım ümidi de yok çünkü yer ve yolculuk çölde devam ediyor. Peki çölde neler var? 1.Meşakkat var. 2.Susuzluk ve açlık var. 3.Fırtına ve şiddetli sıcak var. 4.Korku ve endişe var. 5.Zorluk,haşarat-ı muzırra ve yol kesiciler var. İşte Birinci Sözdeki çöldeki seyahat başından muhataba sonsuz acziyetini,fakriyatını ve çaresizliğin zirvesini ihtar ediyor.Böylece muhatap sonsuz ihtiyaçlarını ve düşmanlarını def edebilecek bir halaskara sığınma ve onun yardımını ve himayesini hissetmeye başlıyor. İşte bir kabile reisinin ismini alma mecburiyeti çöl seyahatı ile insana ihsas ettiriliyor.Çünkü bütün ihtiyaçları karşılansın ve acziyetine ve de fakirliğine ve korkularına medet olsun. |
--->: Bismillah her Hayrın başıdır emeğinize sağlık.. |
--->: Bismillah her Hayrın başıdır Alıntı:
Biz dahi başta ona başlarız.Evet biz başlarız,çünkü bu kelime islam nişanıdır.Şeair-i islamiyedir.Bir âlemdir.Onun için "biz" başların,hem de başta her hayırlı işin başında başlarız. Neye başlarız?O'na başlarız.Onunla ona başlarız.Besmeleye başlarız. Bir çocuk eğitim-öğretime okulla mı başlar,okula mı başlar? Okula başlar değil mi?Çünkü okul çocuktan önce vardır. O halde bismillah biz başlamadan evvel vardır.Yani biz bizden önce var olan ve Ezeli olana başlarız.Ona -besmeleye-başlamakla ezeli olan Allah'ın Rahman ve Rahim isimlerine ve O'nun adı ile ona başlarız. Ona başlamak her şeyden önce ezeliyeti ile varlığı ezeli olana başlamak. |
--->: Bismillah her Hayrın başıdır Meselâ, Bismillah, hava-i nesîmî gibi kalbi ve ruhu tatmin ettiğinden, kesret-i ihtiyaca binaen Kur'ân'da çok tekrar edilmiştir.(Mesnevî-i Nuriye - Habbe ) Hem cismânî ihtiyaç gibi, mânevî hâcat dahi muhteliftir. Bazısına insan her nefes muhtaç olur: cisme hava, ruha Hû gibi. Bazısına her saat:Bismillah gibi ve hâkezâ... (On Dokuzuncu Söz) |
--->: Bismillah her Hayrın başıdır Peki; Kuranda Tevbe suresinin baslangicinda besmele nin bulunmamasinin hikmeti nedir? |
--->: Bismillah her Hayrın başıdır Alıntı:
Kur’ân-ı Kerimin ilk nüzulunda âyet ve sûreler kalemle yazıya geçtiğinde Tevbe Sûresinin başına Besmele yazılmadığı gibi, ne Sahabiler, ne Tâbiin, ne Tebe-i Tâbiin, ne de bunlardan sonra gelen âlimler yazmamışlardır. Sûrenin başına Besmele yazılmamasının ve okunmamasının sebep ve hikmetini birkaç maddede toplamak mümkündür. Birincisi: Tevbe Sûresi uzun bir fâsıladan sonra nâzil olmuştur. Nâzil olduğunda da mânâ ve muhteva itibariyle Enfal Sûresi ile yakın bir irtibatı ve alâkası görüldüğünden onun devamı gibi mütalâa edilmiştir. Şöyle ki: Enfal sûresinin son âyetleri müşriklerle Müslümanlar arasında cereyan eden cihad ve benzeri münasebetlerle biterken, bu sûrenin ilk âyeti de meâlen, “Müşriklerle aranızda antlaşma bulunanlara...” şeklinde başlamaktadır. Hatta öyle ki, Sahabiler arasında bu ikisini bir sûre zannedenler bile olmuştur. Fakat hem âyetlerinin çokluğu, hem sûrenin birçok isimle meşhur olması, hem de Peygamber Efendimizin (a.s.m.) açık olarak bunun başka bir sûrenin devamı olup olmadığı hususunda sessiz kalması, Tevbe Sûresinin ayrı bir sûre olduğunu beyana kâfi gelmiştir. Ayrıca tertip bakımından da Enfal’in son sayfası ile Tevbe’nin ilk sayfasına bakıldığında sûrelerin birbirlerinin devamı olduğu intibaını vermektedir. Bu sebeplerden dolayı sûrenin başına Besmele yazılmadığı gibi, okunmamaktadır da. İkinci bir sebep: Sûre müşriklere ve münafıklara karşı şiddetli tehditler ihtiva ettiği ve müşriklere karşı savaş ilânı ile başladığı için; rahmeti, emniyeti ve selâmeti ifade eden Besmele, sûrenin başında yer almamıştır. Nitekim, Abdullah bin Abbas, Hazret-i Ali’ye (r.a.) “Enfal ile Tevbe arasına Besmele niçin yazılmadı?” şeklindeki suale Hz. Ali şu hikmetli cevabı vermiştir: “Çünkü Bismillahirrahmanirrahim’de eman ve emniyet vardır. Halbuki bu sûre kılıç ve anlaşmayı bozan müşrikler hakkında nazil olmuştur.“ Üçüncü bir sebep ise; bu sûre ile Müslümanların daha önce ortak savunma ve benzeri hususlarda müşriklerle akdetmiş oldukları antlaşma ve dostlukların tamamen kaldırıldığı beyan edilmektedir. Nitekim 5. âyette meâlen, “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, esir alın, hapsedin ve onların bütün yollarını tutun...” buyurulmaktadır. Harpte de eman ve acıma bulunmadığından sûrenin başına Besmele konmamıştır. Hatta Rahman ve Rahim isimlerini zikretmeyerek sûreye “Bismillah berâetün minallah” diyerek başlamak bile uygun görülmemektedir. Bunun için sûrenin başında Besmele nâzil olmadığı ve yazılmadığı gibi, okunması da caiz görülmemiştir. Hattâ namazda zamm-ı sûre bu sûrenin başından itibaren okunarak başlansa dahi namazın bozulacağı bildirilmektedir. Ancak bu mahzur sûrenin başıyla alakalıdır. Sûrenin müstakil âyetleri diğer sûrelerin âyetleri ile aynı hükmü taşır, yani Besmele okunabilir. Meselâ sûrenin sonunda “Lekad câeküm” ile başlayan âyet okunurken Besmele terk edilmez.1 1. Yes'elûneke Fi'd-Dîni vel-Hayat, 1:313-314: Hak Dini Kur'ân Dili,4:2442-44. Sorularla İslamiyet | TÖVBE SÛRESİ |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 09:17 . |
2000- 2025
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük