Nasılda geçiyor zaman, acımasızlığın böylesi. Gelse de harçlık verse dediğimiz günler, yerine şimdi bizim yolumuzu bekliyor çocuklar gelse de harçlık verse diye.
Ne çabuk geride kaldı her şey. Evimizin önü vişne ağacı, dalları çatıyı saran, çıkınca görülemeyecek kadar sık. Arkası kayısı ağacı, dalına salıncak yapacak kadar büyük?
Leblebi tozu, ilham gazoz, Arap sakızı, telden araba, gıcır köstek misketler, yukarıdaki inşaatın hafriyat alanı, patlak top, Kemalettin Tuğcu, Ömer Seyfettin?
Nasıl geçiyor zaman. İlk takım elbisem, ilk vurgunluğum jöleli saçlarım, çıkan sakalım, kaybolan gamzem, fütursuz kahkaham, yarim, yaranım; takside boğulmuş hüzün borçlarım?
Ne zaman büyüyoruz biz; 15'inde mi, 25'inde mi, yoksa 35 mi?
Ne zaman büyüyoruz?
Kahkahalar tebessüme, tebessümler hüzne dönünce mi? Senin gördükçe mutlu olduklarından, seni görünce mutlu olanlara, ilk aldığın o bilmem kaç model arabanın heyecanını, yeni aldığın sıfır kilometre arabadan alamayınca mı?...
Ne zaman büyüyoruz?
Telefon defterlerindeki isimlere bakıp "Bu kimdi ya?" dedikçe mi?
Kaybettiklerimizin ismini ajandadan içimiz yanarak sildikçe mi..?
Ne zaman büyüyoruz elini öptüklerimizin sayısı azalıp, elimizi öpenlerin sayısı arttıkça mı?..
Ne zaman?
Yani, bağıra, bağıra dinlediğimiz müziklerin sesini kısmaya başladıkça mı?
Hareketli araçların yerini ıslak gözlerle dinlemeye başladığımız türküler alınca mı ?
Odamızın duvarında ki artistlerin yerine, kendi büyüklerimizin resmini astıkça mı?
Müstakil evlerimiz apartmanlara, kuyudan çekilen sular çeşmeden akmaya başladıkça; kuru bağlamanın sesini geniş orkestralar aldıkça, bakıyoruz bir şeyler değil çok şeyler değişmeye başlamış, bizler yaş almaya başladıkça?
Nasıl oluyor da dünyanın dört bir yanında, dili, dini rengi her şeyi birbirinden farklı olan bu yorgun kalabalık, nasıl oluyor da bu kadar birbirine benziyor?..
Kainatın ilk baharının, sonbaharının birbirine benzemesi gibi? Her yerde ilkbaharında fırıl fırıl dönen cam gibi gözler donuklaşıp, boşluklara daldıkça; bir sonbahar rengi alıyor ağaran şakakları? Hırsla atılan adımlar yerini dingin adımlara bırakıyor akşam oldukça? Yoğun müzikli yerler kendini sessiz sahillere, balıkçı koylarına atıyor sırta atılmış ince bir hırkayla? Değişiyor değişmez sandığımız her şey? Kahverengiye dönüşüyor kıyafetler 35 i aşınca?
Nasıl yazılıyor bu yazılanlar?
Hiç farkına varmadan tükenmesin diye tükenmez?
Kalemle yazılan şiirler, yazılar kendini kağıt hışırtısından, daktilonun tuşlarının gürültüsüne; oradan klavyenin sessiz tıkırtılarına bıraktı yerini. Kıvrım kıvrım kordonlu telefonlar da telsiz telefonlara bırakınca kendini, cepten görüşelim devri başladı.
Bize sitem edercesine yağmaz oldu karlar eskisi gibi. Yağmurlar çiseler ve geçer oldu umarsız. Oyun sahaları inşaat oldu, çocuk oyunları amatör güzelliğinden profesyonel çoklukta çocukları doyumsuzluk potasında eritip gitti?
Sabahlar uzak, geceler zindan oldu?
Sevdalar uzak kaçamaklar yakın oldu?
Komşular uzak diziler yakın oldu?
Diriler uzak ölüler yakın oldu?
Ne güzel diyor asi şair:
Zamana yükleme bütün suçları,
Yalnız zaman değil sende değiştin?