Teğmenin ifadesini okuyunca pek tırlatmış biri olmadığı da anlaşılıyor. Dört ölümün üstüne o hâlâ yaptığının “fırsat eğitiminin” bir parçası olduğunu iddia ediyor. Özetle “Asker ölerek ve kendisiyle birlikte üç arkadaşını da öldürerek tedbirsiz davrandı” diyor.
Bu haberi okuyan ve askere gitmiş herkes biliyor ki o ünlü sözde söylendiği gibi “Askerlik mantığın bittiği yerde başlıyor.” Ve yine herkes az çok ayarındaki askerde böyle şeyler olabiliyor.
Peki, genç bir teğmen bu deli cesaretini nereden alıyor?
O dört askerin ailesine bu kadar rahat “oğullarınız kazayla öldü” diye yalan söylenmesinden olabilir mi?
Yoksa Elazığ Valisi’ne “olay tamamen kaza sonucu olmuştur” açıklamasını yaptıran komutanlarına güvenerek mi?
Belki de Taraf ortaya çıkarmazsa bu cinayetin hiçbir zaman ortaya çıkmayacağına olan sonsuz inancınadır.
Ama sadece onlara güvenseydi yine de bu kadarını yapmaya cesaret edemezdi.
Onun güvendiği daha büyük dağlar olmalı.
Mesela o teğmen “Dağlıca ve Aktütün’ün hesabı sorulabildi mi ki bunun hesabı sorulsun” diye düşünmüşse, haksız sayılabilir mi?
Dağlıca ve Aktütün’deki askerî ihmalleri örtbas etmek için asker-medya ittifakının gayretkeşliğinden etkilenmiş, “Er ölse bile bu haberi yazmaya hiçbir gazete cesaret edemez” diye hesap kitap yapmıştır, ne dersiniz?
Hiç olmadı, Ergenekon paşaları gibi tutuklansa bile aniden hastalanıp tahliye edileceğine güvenmiştir.
Tabii ordunun “kol kırılır yen içinde kalır” prensibine, TSK’ya yönelik en ufak eleştiriye Genelkurmay’dan, CHP’den ve medyadan yükselen “malûm çevrelerin askeri yıpratmaya dönük kötü niyeti” açıklamalarına güvenmiş de olabilir.
Kim bilir o teğmen belki de Kenan Evren’i düşünmüştür: “Adam darbe yaptı, çocukları bile astı hâlâ itibarlı, hâlâ el üstünde.”
Çevik Bir’i de düşünmüş olabilir: “Az kalsın darbe yapacaktı. Az kalsın uydurma andıçlarla bir adamı öldürtecekti. Kimse dokunabiliyor mu?”
Ellerini kollarını sallayarak dışarılarda dolaşan, az kalsın “Milli Güvenlik Konseyi” üyeleri olacak Şener Eruygur’u, Hurşit Tolon’u, Özden Örnek’i, Aytaç Yalman’ı da düşünmüştür.
“Terörle mücadelede olur böyle kazalar” diye yırtabileceğine, “Görev zayiatı” diye işin içinden çıkabileceğine, dağlarda teröre karşı mücadele veren bir askerin böyle bir mesele için kolay harcanmayacağına da inanmış olabilir ve haklıdır da.
“15 bin faili meçhulün yanında dört tanenin daha ne hükmü olur ki” diye içinden de geçirmiştir herhalde.
O teğmen Genelkurmay Başkanı’nın iki kelimesiyle iktidarın, muhalefetin nasıl hazırola geçtiğini, “Asıl bizim gibi düşünüyor” diye rütbelerin tutanın elinde kaldığı kahredici siyasi tartışmaları görmüştür.
Bu haber velev ki Taraf gazetesine ulaşırsa “Peki kim sızdırdı bu belgeleri, asıl o açıklansın” reflekslerinden de cesaret almıştır. O teğmenin azmettiricisi “Asker sorgulanmaz, hesap vermez”e olan imandır. Askeri eleştirene hemen yapıştırılan “hain, CIA ajanı, şeriatçı, bölücü” yaftalarıdır.
Şimdi Taraf skandalı ortaya çıkarınca teğmeni apar topar tutukladılar. Peki ya onu azmettiren, sırtını sıvazlayan, yürü koçum diyen askerî vesayet? O ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyor. Ve o öyle dolaştıkça bir gün bir başka birimizin eline pimi çıkarılmış bir bomba tutuşturulmayacağını kim garanti edebilir?
Yıldıray Oğur/taraf gazetesi