Yerleştirdim göçebe yalnızlığımı kutusuna kibritin.
Yıldızlara gün doğmuştu geceden. Karartılı kız ağlıyordu kaldırım başında. Başındaki beşâret güzeli pürsevdâ. Yarı uyanıktı kundaksız büyüyen bebek. Göğün taranmalıydı dolaşık saçı. Babayürek gerekti umudu örmek için. İçin içindi bu yüzden tellere takılan mevsim. Değişmez kuralların değişken çağında, bir cehâlet bırakmıyordu kimseciğe yerini. Kelebek renginde bir düş akıyordu hülyâya. Ekleniyordu bir kez daha kara toprağa bir isim. Adını ezberimde mahşer ettim, mezarda dirildiğimdin. Ürktü yaban âlem asmamıza. Asılmak bir yıldıza, ki tutuyordur ipini, düşmemek için arsızlığa/arza...
Serin söğüt ateşi, yanışıma alevlenme! Şu bayırı aşınca, semenderin zikri makam geçecek. Mevkisi olmadı hiçbir yanışın. Elleri cebinde olan hâralar yitiği, mevzilenmesin esmer güneşe. Bakamazsın, karışıktır mecmuası aşkın. Telli defterlerden kopardığın yüzünü, dikme teğelsiz astarlara. İstediğin kumaşsa, hasına gel matbuanın. Torpili kalem kırar kalp ayasında. Mecliste söz, sükûttur! Celseleri üst üste kapatıyorum. Selüs bir yazıdan hatt-ı aşk-ı bergüzâr. Haddi aşan bir yara... Sınırları zorladığından varmışsa kıyıya, "sınırını bil" diyedir. Bilyedir yuvarlanan yollarına masmavi. Haddim, yarayla bildirilendir!
Şol âgâh cenahtan oluşan masal; uyutma gecemi.
Giye giye koyulaşan pembe, hangi yaşa girse kara çıkıyor.
Denizler bitiyor diye üzülmesin hiç kimse.
Bir haber aldım: "Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor!"
Elveda ey dürüst yanımda saklanan yalan... Seni âzad etti aşk. İnanmazsan, bu nice köleliktir, anlayamazsın! Anlamazsan, bir ân'ı yaşamaktan uzaksın. Ölümlerden dirilik beğen kendine, ey saklanan yılan! Hasretini hatırla mağara oyuğunda. Oyun bu dünya, hâcetinin soluğunda kodlanmış verâ. Kapatılan balkonlara konar mı güvercin? Anahtarı kaybolmuş kilit açar mı lâl heceyi? Koşu bandından oyulur mu sarsılan ümit? Sus ve düşün bilmeceyi. Kendinden kendini çıkaracaksın, güç için bir fırın aşkla mayalanmak gerek.
Soldan sağa düş yola. Kalp vâdisinde derin bir kuyu, kova ol gir sulara. Gözyaşın, cehennem itfaiyesi. Ellerin, on tane ip, bir halat gibi. Çek kendini gök tarlasına. Sarsıntılı ve titremeli bir susuşla anla ki, dersin ezel ?evet?idir! Sevgili?ye verilen söz de sevgilidir. Çağırdığında, topraklarından sıyrılıp gelir ağaç. Meczup dağlardır selâm veren rahmetin kucağına. Bir yaprağın anlatacağı daldan uzundur. Bir harf saklar insanı onun mağarasına. Ne ki, tüm bulutlar toplansa örtemez açığımızı?
Âhir delilik vakti kırk öğün! Akledilen zamana söylenme boşuna. Karyesinden çıkan geri getirilemiyor. Sürmelediğin o sevdâ, yakıyor kibritten evini. Bir yerleşim başlıyor göçebe yalnızlığına. Oyuna alınmıyor ocağı yanmışın. Kara-bere aklanıyor akıl. Susuyor küçücük ağız, büyükçe ormanlara. Belenmiş şarkılara vuruyor başı. Sevdiğinin adı kök saldı sonsuzluğa, sonsuzluğa kök bıraktı adından. Her harf onunla alırken nefesini, kelime için lügât karıştırmak yeter mi? Yitiği, devlet koydu temeline. Varsın cihan, ziyan desin?
Ey mezarda dirildiğim!
Adını ezberimde mahşer ettim.
Fâtıma Zehrâ Merinos