Benim intiharım yaslı bir türküde hüzünlenmektir
/hoyrat ikindiler çağırır seni
kalbim kalırsa, zamana ötelenen belirgin renk
muştuya uyak dizecek kadar mutlu olacağım/
…
Ruhumun inleyen yanlarını katık ederek bir gülüşe, güneşin esmer haline çakıyorum fiyakalı bir acıyı. Acıdan başı dönerken kelimelerimin, bir yamalı hüzne değiyor hıçkırıklarım. Kısırlaşıyor bakışlarım. Yok oluyorum… Olduğum tarafın intihar hazırındayım. Kalbimden çekiliyorum denizlerin medlerine.
Aşkın uzağındaki sözlere yerleştiriyorum lal-u efkanlarımı. Mevsimler vuruluyor en ince yerinden. Adın bulut kokuyor, adın can vuruyor gözbebeğimden. İçime çevrilen binlerce namlu kaçkını sözlerini alarak heybeme inleyen yanımı es geçiyorum. Firar eden yağmurlar suçüstü yakalanıyor sonra. Yakalandığın tarafın asi tarafından sokuluyorum ölümün tek celse emrine. Sımsıcak düşüyorum yere. Bedenime asi samyeli dikiyor doğulu tarafım.
Toplayıp sancılarımı ve sus yanlarımı, götürüyorsun tüm acılarla. Hangi aşka dönse yüzün, binlerce Leyla selam durur yoluna. Mecnunlar bakışınla işgal edilir. Hangi rüzgârla salıyorsun hüzünleri bilmiyorum ama yağmura mahkûm mevsimleri, içine hapsettiğin belli halinden. Gel dinle beni. En kanayan yanlarımla matemlere salma beni. Kapanırken gök kapısı suratıma, sen tut ellerimi.
Bir aşka adanacak bütün kelimeleri topluyorum. Hani susuşunun asaletini hissetmesem, şu Malatya’da bir an bile durmam ya… Tüm korkuların nasıl yok olduğunu öğreniyorum sende. Sonrada bütün hayallerin nasıl yıkıldığını... Annesiz tüm çocuklar yetimliğini yazıyor ağlayarak. Sonra şiirleri yükleniyorlar omuzlarına. Tüm yollar sana çıkıyor. Büyüttüğüm aşkımın sabrı çıldırtıyor Eyub’u…
Ardı ardına milyon cümle kursam tek bir teselliye bırakır mı kalanı? Karanlıklar ülkesinin bilmem kaçıncı sancısında, hangi yanlarına gebe olduğunu bilmediğim sürgünler bana mı kaldı senden…
Yüreği yamalı türküleri sıraladım avuçlarıma. Kanı donmuş bir akşamı seyre çıkarken, saraydan bozma bir hayal ülkesine bırakıyorum kendimi. Kurban olayım sürme beni. Söyle… Hangi sürgün sevilir? Ruhumun dargınlığına gülüp geçiyor gölgem. Topladığım tüm yarınlara el ver.
…
/hoyrat ikindiler çağırır seni
kalbim kalırsa, zamana ötelenen belirgin renk
muştuya uyak dizecek kadar mutlu olacağım/
Adının evvelindeydim. Öznenin hanesinde yüklemsiz işaretlerde fillerimi yıkadım ben yağmurda. Ellerim sağanak toplamak kadar içliydi, kavruk sokaklarında şehrimin, ötelenen gün beni izbe sokaklara iterken mecalim su sesinde kaybolan asi seyyahın adımlarında.
Ey hazırımda kalbime ok niyetine saplanan rüzgâr, sen hangi iklimin boyasısın. Hangi iklimin kırbacı… Beni çivilerken duvarlara, savrulduğum sesin en belirgin nakaratsın. Yapma. Bedenim hükümsüz gazellerde, oratoryolarda, aryalarda bulanık bir rüya dibine çakılmıştır.
Ey hazırımda gözlerime yaş diye beliren adım. İsimlerin kûn halinde olmak kadarım. Varsa bu sesin son yaygısında gönlüme katlolan sevgilinin belirgin nöbetlerine başlamak kadar niyetliyim. Beni asi sesinin çılgın vesveselerine kaptır. Geceler benim silahımın ucundaki kurşun kadar yaslıdır. Saplanacak yerde parlak bir ölüm belirecek, sen buna bir intihar de ben buna yeni bir başlangıç.
‘’Kaç öykü taşır intiharın korkunç kaplı defterlerini. Ellerimizde kaldı yine bırakılan mektuplar. ( Bilal Can ) ‘’
Ben ordaydım. Zarflar açılırken katlime ferman yazan kalemin ucunda kıpırdarken bir nokta kadardım. Benim intiharım yaslı bir türküde hüzünlenmektir. Benim intiharım yıkılmış bir evin zemin katında ölmek kadardır, benim intiharım seni sevmek kadardır, benim intiharım kendimden geçmek kadardır.
Abdulsamet KILINÇ
/hoyrat ikindiler çağırır seni
kalbim kalırsa, zamana ötelenen belirgin renk
muştuya uyak dizecek kadar mutlu olacağım/
…
Ruhumun inleyen yanlarını katık ederek bir gülüşe, güneşin esmer haline çakıyorum fiyakalı bir acıyı. Acıdan başı dönerken kelimelerimin, bir yamalı hüzne değiyor hıçkırıklarım. Kısırlaşıyor bakışlarım. Yok oluyorum… Olduğum tarafın intihar hazırındayım. Kalbimden çekiliyorum denizlerin medlerine.
Aşkın uzağındaki sözlere yerleştiriyorum lal-u efkanlarımı. Mevsimler vuruluyor en ince yerinden. Adın bulut kokuyor, adın can vuruyor gözbebeğimden. İçime çevrilen binlerce namlu kaçkını sözlerini alarak heybeme inleyen yanımı es geçiyorum. Firar eden yağmurlar suçüstü yakalanıyor sonra. Yakalandığın tarafın asi tarafından sokuluyorum ölümün tek celse emrine. Sımsıcak düşüyorum yere. Bedenime asi samyeli dikiyor doğulu tarafım.
Toplayıp sancılarımı ve sus yanlarımı, götürüyorsun tüm acılarla. Hangi aşka dönse yüzün, binlerce Leyla selam durur yoluna. Mecnunlar bakışınla işgal edilir. Hangi rüzgârla salıyorsun hüzünleri bilmiyorum ama yağmura mahkûm mevsimleri, içine hapsettiğin belli halinden. Gel dinle beni. En kanayan yanlarımla matemlere salma beni. Kapanırken gök kapısı suratıma, sen tut ellerimi.
Bir aşka adanacak bütün kelimeleri topluyorum. Hani susuşunun asaletini hissetmesem, şu Malatya’da bir an bile durmam ya… Tüm korkuların nasıl yok olduğunu öğreniyorum sende. Sonrada bütün hayallerin nasıl yıkıldığını... Annesiz tüm çocuklar yetimliğini yazıyor ağlayarak. Sonra şiirleri yükleniyorlar omuzlarına. Tüm yollar sana çıkıyor. Büyüttüğüm aşkımın sabrı çıldırtıyor Eyub’u…
Ardı ardına milyon cümle kursam tek bir teselliye bırakır mı kalanı? Karanlıklar ülkesinin bilmem kaçıncı sancısında, hangi yanlarına gebe olduğunu bilmediğim sürgünler bana mı kaldı senden…
Yüreği yamalı türküleri sıraladım avuçlarıma. Kanı donmuş bir akşamı seyre çıkarken, saraydan bozma bir hayal ülkesine bırakıyorum kendimi. Kurban olayım sürme beni. Söyle… Hangi sürgün sevilir? Ruhumun dargınlığına gülüp geçiyor gölgem. Topladığım tüm yarınlara el ver.
…
/hoyrat ikindiler çağırır seni
kalbim kalırsa, zamana ötelenen belirgin renk
muştuya uyak dizecek kadar mutlu olacağım/
Adının evvelindeydim. Öznenin hanesinde yüklemsiz işaretlerde fillerimi yıkadım ben yağmurda. Ellerim sağanak toplamak kadar içliydi, kavruk sokaklarında şehrimin, ötelenen gün beni izbe sokaklara iterken mecalim su sesinde kaybolan asi seyyahın adımlarında.
Ey hazırımda kalbime ok niyetine saplanan rüzgâr, sen hangi iklimin boyasısın. Hangi iklimin kırbacı… Beni çivilerken duvarlara, savrulduğum sesin en belirgin nakaratsın. Yapma. Bedenim hükümsüz gazellerde, oratoryolarda, aryalarda bulanık bir rüya dibine çakılmıştır.
Ey hazırımda gözlerime yaş diye beliren adım. İsimlerin kûn halinde olmak kadarım. Varsa bu sesin son yaygısında gönlüme katlolan sevgilinin belirgin nöbetlerine başlamak kadar niyetliyim. Beni asi sesinin çılgın vesveselerine kaptır. Geceler benim silahımın ucundaki kurşun kadar yaslıdır. Saplanacak yerde parlak bir ölüm belirecek, sen buna bir intihar de ben buna yeni bir başlangıç.
‘’Kaç öykü taşır intiharın korkunç kaplı defterlerini. Ellerimizde kaldı yine bırakılan mektuplar. ( Bilal Can ) ‘’
Ben ordaydım. Zarflar açılırken katlime ferman yazan kalemin ucunda kıpırdarken bir nokta kadardım. Benim intiharım yaslı bir türküde hüzünlenmektir. Benim intiharım yıkılmış bir evin zemin katında ölmek kadardır, benim intiharım seni sevmek kadardır, benim intiharım kendimden geçmek kadardır.
Abdulsamet KILINÇ