Mevcut dünyamızda yitirmiş olduğumuz, çok kıymet
taşıyan bir özellikten bahsetmek istiyorum:
Vefa…
Unuttuğumuz ya da unutturulduğumuz çok güzel bir haslettir vefa…
Çok yakın bir zamana kadar var olan ama günümüzde çok az rastladığımız bir özellik vefa…
Toplumu toplum yapan, cemaati cemaat yapan bir güzelliktir vefa…
Dostlar arasında, kardeşler arasında olmazsa olmaz bir haslettir vefa…
Bir âşığın maşukuna, bir dava adamının davasına ve bir
idealistin ülküsüne her şeye rağmen sadık kalmasıdır
vefa. Bu uğurda her şeye katlanması ve her şeyi sineye
çekmesi, gerçek dava adamına düşen vazifelerin en
önemlisidir belki de, davasına karşı vefa göstermesi.
Niceleri var ki, o vefa sayesinde hedefine ulaşmış ve
tarihe mâl olmuştur.
Sözlükler, vefayı şöyle açıklıyor;
“Sözünde durmak,
sevgi ve dostlukta sebat ve devam.
Ödemek, yetişmek.”
İnsanların birbiriyle kaynaşıp bütünleşmesini temin eden, fertleri birbirine bağlayan yüce bir duygu,
bir mıknatıstır âdeta. Yuva, vefa duygusu üzerine
kurulmuş ise, devam eder ve canlı kalır.
Millet, bu yüce duygu ile faziletlere erer.
Devlet, kendi vatandaşına karşı ancak bu duygu ile itibarını korur.
Vefa, sevgide devamlılık demektir.
Vefa demek, ihtiyaç hâlinde ona yardım etmektir.
Arkadaş, öldükten sonra, onun çoluk çocuğunu,
yakınlarını sevmek, onlarla ilgiyi kesmemek de
vefadandır.
Müslüman vefakâr olur.
Vefa, dostlukta, bağlılıkta sebat etmektir.
Arkadaşına yaptığı iyiliği az görüp, onun yaptığını çok
bilmektir.
Vefa demek, gerek hayatta iken ve gerekse
öldükten sonra sevgi ve ilgiyi devam ettirmek demektir.
Şair ne güzel söylemiş:
“Vefalı çıkarır dostluğun tadını,
Vefasızlar alır dostunun âhını.”
Eski zatlardan birinin oğluna vasiyeti şöyledir:
“Oğlum, herkesle arkadaşlık edilmez.
İhtiyaç içinde
olduğun zaman senden uzaklaşan, genişlik zamanında
malına göz diken ve yükseldiği vakit sana üstünlük
taslayan kimse ile arkadaş olma!”
Atalarımız, “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.”
derken vefanın ne kadar önem arz ettiğini ve yıllar
öncesinde bu özelliğin nasıl yaşandığını bizlere
anlatmışlardır. Ya şimdi? Bu güzellikten ne kadar da
uzak yaşamaktayız. Bizi biz yapan değerler arasında
olan vefadan ne kadar da uzaktayız.
Her sene bir çok kimselerle karşılaşmakta,
tanışmaktayız. Bunlarla muhabbet eder, kimisinin
manevi, kimisinin de maddi dertlerinin çözümü için
gayret sarfederiz. Kimiyle bir yıl, kimiyle dört yıl
beraber olur, beraber çalışır, beraber koşuştururuz.
Yeri gelir bir çok sıkıntılarına göğüs gereriz.
Yediğimizden yedirir, içiririz.
Manen huzura kavuşmaları için, gerek dünya ve gerekse
ukbada rahat etmeleri için elimizden geleni yaparız.
Rabbim kabul buyursun.
Bunlardan kimi işi bitince bir daha aramaz sormaz.
Menfaati bitmiş, bu yüzden de bizleri unutmuş, yaşanan
güzellikleri eliyle bir kenara itmiş, insanın nankör
olduğunu bir kez daha göstermiştir.
Kimisiyle ise, çok güzel dostluklara yelken açarız
elhamdülillah. Hem bu dünya için, hem de ahiret için
dostluğa devam ederiz.
O dostlar “bir fincan kahvenin hatırını” değil kırk yıl,
bir ömür boyu devam ettirirler.
Hatta ahirette de…
Kimiyle bir yemeklik kadar, birkaç sohbetlik kadar
muhabbetimiz olur ama yıllar sonra görüştüğümüzde
hemen hatırlar ve “hakkınızı nasıl ödeyebiliriz” diyerek
gözyaşlarıyla kucaklaşırız.
Böyleleri bize vefayı hatırlatır.
O güzel hasletin ne kadar önemli olduğunu gösterir.
Kimiyle ise yıllarca beraber olursunuz ama
“Hakkını helal etse de, etmese de benim için önemli değil, bu benim sorunum değil, kendi sorunu.”
diyerek vefasızlığı ortaya koyar,
insanın nasıl nankör olabileceğini gösterir.
Elbetteki Rabbimiz bizi bizden iyi tanıyor ve bu
özelliğimizi güzelce ortaya koyuyor:
“Eğer bu çağrıya sırtlarını dönerlerse, hoş biz de seni
üzerlerine bekçi göndermedik ya! Senin görevin sadece
tebliğdir. Biz insana tarafımızdan bir nimet tattırırsak
ferahlar, şımarır. Ama başlarına, yine kendi işledikleri
hatalar sebebiyle bir sıkıntı gelirse insan hemen
nankörleşir.”
(Şura, 4 )
Hak hukuk deyince İmam-ı Azam Efendimizin babası
Sabit’in hali aklımıza geliyor.
Bir kıssadır ama hissesi büyüktür.
Bir gün Sabit hazretleri bir akan suya düşen elmayı
görür ve gayri ihtiyarı elmayı sudan alır ve ısırır.
O anda haram olma hususu aklına gelir ve ısırdığı
lokmayı yutmaz.
Ancak ısırmış olduğu elmanın suyunu tatmıştır.
Hemen akan suyu takip eder ve akarsuya sarkan elma
ağacını bulur.
Sahibini arar ve helallik diler. Ancak bahçe sahibi
“Hakkımı helal etmem. Şayet dilediğim kadar benim
yanımda karın tokluğuna çalışırsan!” der. Sabit
hazretleri kabul eder.
Rivayetlere göre yedi yıl karın tokluğuna çalışır.
Tekrar helallik ister, ama bahçe sahibi bu sefer de
başka bir şart koşar. “Benim bir kızım var, gözü kör,
kulağı sağır, dilsiz, elleri ve ayakları sakat.
Bu kızımla evlenirsen sana hakkımı helal ederim” der.
Sabit hazretleri boynunu eğer ve kabul eder.
Düğün gecesi odaya girince çok güzel bir kızla
karşılaşır ve hemen yanlış odaya girdim diye odadan dışarı çıkar.
Dışarıda kayınpederini bekler bulur ve
“neden odadan çıktığını” sorunca
“yanlış odaya girdiğini, içeride bahsedilen kusurlarda
bir kızın olmadığını, çok güzel bir kızın olduğunu” söyler.
Kayınpederi ise, “Gözü kör dedim; çünkü harama bakmaz
da o yüzden.
Kulağı sağır dedim; harama kulak asmaz, dinlemez.
Dilsiz dedim; haram yemez, haram konuşmaz.
Elleri sakat dedim; harama el uzatmaz.
Ayakları sakat dedim; haram yerlere adım atmaz.”
İşte bir elma için, onu helal ettirmek için katlanılan çile.
Ecdadımız, büyüklerimiz buna çok dikkat ederlerdi.
“bana ne, benim için önemli değil, benim meselem değil”
demezlerdi. Çok hassaslardı. Ve onlardan İmam-ı
Azam’lar dünyaya geldi. Ya şimdi…
Vefa deyince akla hemen “ahde vefa” da gelir.
Çünkü
çok önemli bir özelliktir.
Vefasızlık, münafıklık
alametlerindendir. Böyle ahdini yerine getirmeyen
vefasızlar, dünyada rezil olacağı gibi, kıyamette de
teşhir edilerek rezil edilecektir.
Bu konuda Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Kıyamet gününde her vefasız için bir sancak (dikilecek). Bu filanın vefasızlığıdır, denilecektir.”
Ahde vefa mü’minin işidir.
Vefasız olanlar, şahsiyetsiz,
dönek tabiatlı kişilerdir.
Böyle insanlarla değil bir
çalışma yapmak, yola dahi çıkılmaz.
Seni çok çabuk satar ve yolda bırakır.
Hem de hiç acımadan, vicdanları sızlamadan…
İbnu Abbâs (ra) şöyle der:
“Ahdine kim vefasızlık edip
bozarsa, Allah mutlaka ona bir düşman musallat eder.”
Hz. Ebu Hüreyre (ra): “Rasulullah (SAV) buyurdular ki:
“Allahu Zülcelâl hazretleri buyurdu ki:
“Biri diğerine ihanet etmediği müddetçe iki ortağın
üçüncüsü ben olurum.
Biri arkadaşına ihanet etti mi ben aralarından çekilirim.”
Rabbim bizleri ahdinde sadık olanlardan eylesin.
Vefayı bilen ve canı pahasına da olsa vefakar olanlardan
eylesin. Vefasızlardan uzak eylesin, onlarla
karşılaştırmasın. Hakkı hukuku bilen ve ona göre hayatını
devam ettirenlerden eylesin.
Vefa'nın anlamını bilen ve dostunun ahını almayan
gönüllere selam olsun..