Ben Dervişim Diyene


Dervişlik, belki her müslüman için arzu edilen
bir ideal olması gerekmesine rağmen,
yeterince nefs muhasebesi yapmadan
“Ben dervişim!” diyebilir
ve bu sıfatımla övünebilir miyim?


Bakara Suresi’nin 156. ayetine göre hepimiz
Allah’a gidiyoruz:


“Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz.”
Her insan,
Allah’ın yarattığı bir varlık olduğuna göre
asırlardır yoluna devam eden bu kervanın yönü,
varoluşun tek kaynağı olan Allah’tır.


Bazılarımız bu yolda
bir köşede oturup bekliyor olabilir;
bazılarımız çarıksız ve yaya, bazılarımız atlı…


Bu varoluş serüveninde,
farklı yolculuk biçimleri içerisinde her çeşit insan görmemiz mümkündür.


Derviş olanı herkesten ayıran nedir?


Yoluna şuurlu olarak devam etmesi…
O kutlu kişi,
nereye ve kime varacağını bilmektedir.
Aynı zamanda onun,
adı aşk olan ve tükenmeyen bir yakıtı vardır:


“Dinle sözümü sana direm özge edâdır
Derviş olana lazım olan aşk-ı hüdâdır.”
(Sultan Veled Hz.)


Derviş, Allah’ı arzular;
çünkü O’ndan gelmiştir ve O’na aittir.
Bundan dolayı, açılana kadar ilâhî kapının eşiğinde durmayı göze almıştır.
Dervişlik, yiğitliktir;
her kişinin değil,
er kişinin başarabileceği bir iştir.
Eren olup pîr’e varmak, ancak onun hakkıdır.


Dervişlik, belki her müslüman için
arzu edilen bir ideal olması gerekmesine rağmen,
yeterince nefs muhasebesi yapmadan


“Ben dervişim!” diyebilir ve bu sıfatımla övünebilir miyim?


Herkesten bir farkı olmayan hatta herkesin gerisinde kalan ben,
nasıl dervişlikten bahsedebilirim ki!


Gönlü Allah aşkı ile kaynayan nice dervişler bu dünyaya

rahmet deryasından nurlar saçarken,

bütün edep sınırlarını zorlayarak rahatlıkla

‘ben dervişim’ denebilir mi?

Eğer diyecek olsam Derviş Yunus bana şöyle seslenmez mi:


Dervişlik der ki bana, sen derviş olamazsın
Gel ne diyeyim sana, sen derviş olamazsın.


Dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek, sen derviş olamazsın.



Derviş bağrı baş gerek, gözü dolu yaş gerek
Koyundan yavaş gerek, sen derviş olamazsın.


Doğruya varmayınca, mürşide ermeyince
Hak nasip etmeyince, sen derviş olamazsın.


Ele geleni yersin, dile geleni dersin
Böyle dervişlik dursun, sen derviş olamazsın.


Her zaman ‘hakkımı arıyorum’ diyerek
Allah’ın bana tahakkuk eden tahsisatına isyan eden
ve bunun sonucunda pek çok insanın gönlünü kıran,
verilmiş nimetlere şükredemeyen,
musibetlere sabredemeyen ben,
kaderin hangi safhasına razı olabildim ki


‘ben dervişim’ diyebileyim!


Dervişlik bir rıza lokması değil midir?

Onu yiyebilecek ve hazmedecek yani hayatının her ânında meydana gelen her oluşun

Sevgili’den geldiğini hiç unutmayacak kişiler, dervişlik hırkasını giymeye hak kazanabilirler.

Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi, dervişliğin bir
“dem”den ibaret olduğunu bilip bu ânı duyabilen ve yaşabilenler ancak dervişliğe layık olanlardır:


Bu bir rıza lokmasıdır,
yiyemezsin demedim mi?
Bu bir demdir, gelir geçer,
duyamazsın demedim mi?


Sevgili Yunus,
“Dövene elsiz gerek,
sövene dilsiz gerek”
derken bana uzatılmış hangi sopaya
veya
beni söven hangi söze karşılık
sükûnetimi koruyabildim ki!

İnsanlar beni methederken hoşlanmadığım,

zemmederken rahatsız olmadığım ve kendilerine incinmediğim bir ânım oldu mu ki!


Ahmed er-Rifâî Hazretleri,

“Derviş için şart odur ki,

onda insanların ayıbını görecek göz olmaya.”

derken,

ben hocalarımın, arkadaşlarımın,

komşularımın, camide yan yana namaz kıldığımız cemaatin

şimdiye kadar hangi ayıplarını saklayabildim ki!


Mevlâna Hazretleri,

“İyi, kötü herkes, dervişin cüz’üdür,

eğer böyle olmazsa derviş olmaz.”

derken,


ben iyi veya kötü insanların
gıybet ve dedikodusunu yaparak oluşturduğum

kirli sularda yüzmeye devam ettiğim halde nasıl derviş

olabilirim ki!


Bu hallerde iken ‘dervişim’ dersem,

dervişlerin pîri Sevgili Yunus bana yine şöyle seslenmez mi?


Gaflet ile Hakk’ı buldum diyenler,

Er yarın Hak divanında belli olur.

Kimin adı sofi, kimin derviş,

Derviş isen kardeş, takvaya çalış

Gizlice yollardan sen Hakk’a eriş

Er yarın Hak divanında belli olur.


Elhâsıl, niçin derviş olamadım?
Günahlarım ve kötülüklerimle
kendi iç dünyamın güzelliklerini karartmış olduğum halde,
kendimi sık sık derviş gibi zannettiğim için…
Bu akıl ve fikir ile Mevlâ bulunabilir mi?


Her şeyden önce yapmam gereken,
Aşkî’nin nidasını sıklıkla tekrarlamak olmalıdır:


Affet isyanım benim, halim yaman Allahım!
Defterim dolu siyah, halim yaman Sultanım!



Ahmet ALEMDAR