Ne Kadarsan, O 'Kader'sin.
Kader deyince, aklımıza yaşayışımızla ilgisini kaybetmiş, gecemizi gündüzümüzü ciddiye almayan, ne çektiğimizi unutmuş, ilgisiz ve duyarsız, değiştirilemez ve dokunulmaz kalın ve koyu yazılar geliyor değil mi? Böylesine uzak ve ilgisiz bir kaderi, haliyle “kötü” oluyor, “zalım felek” diye anabiliyoruz
Üzerimize bir kâbus fotoğrafı gibi iliştiriyoruz kaderi
Bizi biçimden biçime sokuyor, bize format atıyor, bizi oradan oraya sürüklüyor ama biz ona hiç itiraz edemiyoruz, tek satırını değiştiremiyoruz
Bu yüzden, hep kadere karşı direndiğimizi iddia ediyoruz
Yazgımıza karşı çıkıyoruz kendimizce “Kırışıklık kaderin olmasın!” diyebiliyoruz meselâ
Sanki -bir şekilde olacaksa- kırışıksız halimizi kaderden kaçırıyormuşuz gibi
Ya da “Düş yakamdan ey kader!” dercesine ilgisizliğe mahkûm edildiğimizi varsayıyoruz
Başına acılar üşüşmüş bir kız çocuğuna bakıp “ah kadersizim!” deyiveriyoruz
Belki de “Ne halin varsa gör!” vurdumduymazlığı ile yazgımızla boğuşmaya terk edildiğimizi düşünüyoruz
Hapse düşmüşsek, “kader mahkûmu” sayıyoruz kendimizi Madalya alanın kaderle işi yok sanki…
Şampiyon olanlar kadere rağmen şampiyon oluyor gibi “Kaderin hükmü” değil altın madalyalar
Başarıdan başarıya koşan kaderini bozuyor, yazgısının kara kutusunu parçalıyor sanki
Dik duranlar alın yazısını siliyor
Burnunun doğrusuna giden, inatçı, vurdumduymaz, aldırışsız, acımaz, karagözlüklü bir adam gibi hayal ediyoruz kaderi
Tek düze davranışlar, muhataplarını sıradanlaştırmalar…
Detayları önemsememeler
Durup da bakmaz bir çocuğun gözlerinin içine…
Paçalarını sıyırıp da ayağını sulara sokmaz kader…
Büyük işlerin adamı, ince işlerden habersiz…
Ara sıra geri dönüp de el sallamaz ardı sıra bakana…
Siyah takım elbiseli
Kopkoyu camlı arabasıyla kalabalığı dağıtır gibi
Kader, yapıp ettiklerimizi de edemediklerimizi de, elimizden gelenleri de gelmeyenleri de, kazandıklarımızı da kaybettiklerimizi de hep birlikte kuşatan, sarıp sarmalayan şeffaf bir örtüdür oysa
Kader de bizimle birlikte nefes alıp veriyor Göğsümüzün iniş kalkışlarına eşlik ediyor
Kalbimizin kıpırtılarınca kıpırdıyor
Eğiliyor gözlerimizin içine
Parmak uçlarımıza kadar dokunuyor
Elini omzumuza koyuyor usulca
Yokuşlarda bizimle birlikte yoruluyor
Ter döküyor yanı başımızda
Kalabalıkta gelip buluyor bizi
Kuyrukta beklerken yanaşıyor yanımıza
Ayağımız kaydığında o da kanıyor günaha
Parmakları sızlıyor bizimle birlikte
Soğukta kartopu oynuyoruz çocukça
Bizimle acıkıyor, bizimle susuyor
Seviniyor yarım çiğnenmiş çikletimizi yeniden bulduğumuzda
Yo, yo, öyle uzak değil bize kader
Öyle habersiz geçmiyor yanımızdan
Öyle kaygısız değil dertlerimize
Güneş ne kadar uzak görünür bize
Oysa, göz bebeklerimizin tâ içine sızmaktadır, tenimizin her noktasına dokunmaktadır
Güneş ne kadar kaygısız durur kederlerimize
Oysa, her ışıltısı sevinç bahşeder gönlümüze göğsümüze
Ne kadar da küçümser gibidir hayatımızı güneş
Oysa, her köşeye, her kıvrıma, her gölgeliğe ve aydınlığa sarılıverir
Sıcacık
“Bu kadar!” dediğimiz her köşede bekler bizi kader
Nefeslerimizi kesen “Buraya kadar!”ların eşiğinde tebessümle bakar bize kader

Kaderden ayıracağımız/ayıklayabileceğimiz bir şey yok ki… Kaderin bize ilgisiz kaldığı bir an yok ki

Dediği gibi şairin (Necip Fazıl): “Kader beyaz kağıda sütle yazılmış yazı/Elindeyse beyazdan gel de sıyır beyazı
” Beyaz kâğıt ne kadar canlı ve somutsa elimizde, “sütle yazılan yazı” o kadar taze, o kadar sıcacık
Beyazlarımızın hepsi sütün içine akıyor
Süt, beyazlarımızın hepsini içinde ağırlıyor

Kırışıksızlık kaderden kaçırılmış bir şey değildir meselâ
Kırışıklığı düzeltecek ilaç bulma becerisi de kaderin içinde
Herkese rağmen sivrilip ayakta durmak da, direnip sağ kalmak da kaderin hükmüne dahil
Şampiyon da mahkum kadar “kader mahkûmu”
“Kitabın anası benim yanımda” diyor Rabbimiz
“Dilediğimi değiştiririm, dilediğimi sabit bırakırım
” Hakkımızda, kaderimizi bile değiştirebilir sandığımız bir kaderin takdir edilmesi ne kadar sabitse, değiştiremeyeceğimizi sandığımız sabit kaderlerimizin de değiştirilebilirliği o kadar sabit
Sabit olan O’nun dilemesiyle değişebilir; değişebilen O’nun dilemesiyle sabitleşebilir
Ne olursa olsun, hep O’nun dileme sınırları içinde yürüyoruz
Yazgının anasıkaderin aslı O’nun dilemesidir
Olan olmuşsa, O’nun dilediğidir
Olmamışsa, O’nun neyi dilediğini bilemeyiz
Dilemesini bekleriz
Öyleyse, ne unutulduk, ne gözden çıkarıldık, ne de bir yazının soğukluğuna mahkûm edildik
Kader hep bizimle akıyor
Bizimle yazılıyor

Bize O’nun dilediği kendi dilediğimizce yazılıyor

Şu anda ‘yazı’nın tam ortasına b/akıyorsun
Sen ne kadar titriyorsan ‘yazı’ da o kadar…

not: yazıya eşilk eden resim gerçeküstü üstad salvador dali'ye aittir


"Senai Demirci"