Mehmet COŞAR
Gördüğünüz nice park ve bazı hususi bahçelerde umumiyetle ‘çiçeklere dokunmayınız ‘‘şeklinde tabelalar görürsünüz. Pek tabidir ki, bundan gaye; körpe çiçeklerin soldurulmaması, en azından biraz daha uzun ömürlü olmalarını sağlamaktır.
Bu umumiyetle böyledir ama, Amerika ve İngiltere gibi bazı ülkelerde öyle hususi parklar vardır ki, oralarda madeni 1evhalara kabartılarak Romen harfleriyle ‘lütfen çiçeklere dokununuz’’ şeklinde yazılara tesadüf edersiniz. ‘Acaba bu zıtlıktaki mana ne olabilir?’’ Sorusunu sormaya vakit kalmadan bir de anlarsınız ki, bu hususi parklar görme nimetinden mahrum olanlara tabiatın güzelliklerini dokunma yoluyla anlatmak için yapılmıştır. Çünkü buralara gelenlerin gözleri ellerindedir. Bunlar ancak dokunmak suretiyle tabiattaki güzellikleri ve bu güzellikte saklı bulunan nice hususiyetleri hissetmek suretiyle mutlu olabilirler. Kimbilir bu küçük zıtlıkta daha bizim anlayamadığımız nice mutluluklar gizlidir.
Peygamberler tarihinde Hz. Musa ile Hz. Hızır Aleyhisselam’ın hikâyesini çoğumuz okumuşsunuzdur. Hızır Aleyhisselam’ın Hz. Musa ile birlikte bulundukları bir günde kendilerini gemilerine alan kişilerin gemilerini delmesi, yolda oynamakta olan bir Çocuğu suçsuz yere öldürmesi, uğradıkları bir köyden yardım görmedikleri halde yıkık bir duvarı tamir etmesi.. Zahirde hep yapılmaınası gerekli olan şeyler. Ancak, görünüş itibariyle fena olan bu ve benzeri hadiseler açıklandığında anlaşılıyor ki, bu zıtlıklarda nice hikmet ve mutluluklar gizlidir. Olayların -zahiri görüntüsüne aldanıp gizli sır ve ilahi hikmetlerin manasını düşünemeyen bizler için de alınması gerekli büyük dersler vardır.
Ölüm, ekseri insanlar tarafından arzulanan bir hadise değildir. Kur’an-ı Kerimde ölümden korktukları için yurtlarını terk eden insanlardan söz edilir. Tıpta insan ömrünü uzatmak için büyük çalışmaların yapıldığını kimse inkâr edemez. Hayat kurtarmak için yapılan gayretler kudsî addedilmektedir. Bütün bunlara rağmen nicelerini görmekte ve duymaktayız ki, intihar gibi yollara tevessül ederek hayatlarına kendi elleriyle son verebilmektedirler. Hayata doğmak için çırpınanlara karşılık böylelerinin hayatı, yaşanamayacak kadar karanlık, karışık ve içinden çıkılamaz bir biçimde görüp yaratanın da rızası hilafına intihara kalkışmaları akıllarınca yeni bir kurtuluş olmakta, doğmak için çırpınanlara karşılık ölümü tercih etme zıtlığında bir mutluluk aramaktadırlar.
Etrafı düşman askeriyle çevrilmiş bazı subayların sır vermemek için yaptıkları intiharlarda da kendilerini vatanlarına adama ve son görevi olarak memleketlerini kurtarma ideali yatmakta ve yine bunda mutluluk görmektedirler.
Hayvanlar âleminde de bunlara benzer misaller görmekteyiz. Sıkıştırılan ve bir çıkış yolu bulamayan akrebin kendini zehirlediği çok vaki olmuştur. Başkaları için zehrini kullanma imkan ve fırsatı bulamayan bu yaratık, en son kendini zehirlemekle kim bilir nasıl bir gurur duymakta mutluluk tatmaktadır.
Tabiatta meydana gelen olayların bir kısmını tabiat bilgisi derslerinde görmekteyiz. Hayatın durmadan yenilenmesi, biraz eskiyen hayatların son bulmalarıyla mümkün olmaktadır. Bütün canlıların vücutları, hücrelerin, yuvaların, zerrelerin bir çeşit resmî geçit meydanıdır. Canlılar hergün, her saat her dakika ve saniye bunların bir kısmının ölümü karşılığında yaşayabilmektedirler. Eğer beden dünyasında bu geliş gidiş duracak olursa hayat mekanizması da son bulacaktır. Canlıların hayatiyeti için miadı dolmuş bazı parçaların ölümü lüzumlu görülmüştür.
Milletlerin hayatı da tıpkı böyle değil mi? Ayakta kalmaları, başkaları tarafından yutulmamaları için büyük ordular besleyip savaşlar yapılmıyor mu? Bu savaşlarda korkusuzca ölümün kucağına atılmakta, geriye kalanların daha sağlıklı olmaları sağlanılmakta ve memleketin selameti düşünülmektedir. İnsanlar toplu olarak yaşamaya başladıklarından bu yana bu tip ölmeler ve öldürmeler karşılığında daha büyük hayatların idamesi sağlanmıştır.
Ağrılarından, acılarından şikayet edenlerin bunları dindirme ve yeni hayat bulma karşılığında yaptıkları büyük fedakarlıklara - karşılık mezar kazıcılarının ve tabut yapımcılarının ölüm nisbetlerindeki azalmalardan kuşku duymaları zıtlıkla cereyan eden hadiselerin bir başka tipik numuneleridir.
Zıtlıklar üzerine kurulmuş bu hayat dengesinde elbet bizlere de düşen vazifeler vardır. Bütün bu olanlardan ve olaylardan ders almasını bilip yaradanımızın daha nelere kâdir olabileceğini tefekkür ederek hizmet etmek için verilmiş bu mühleti daha iyi değerlendirmek zorundayız.
Öyle bir hayat yaşamalıyız ki, af dilemek için geldiğimiz bu dünyadan göçüp gittiğimizde tabutçu ve mezar kazıcıları gibi meslek sahipleri bile arkamızdan yas tutabilsin.