Şeytana tapanların kapısına gelmişlerdi. Ama bunlar sadece satanistler değildi. Onu kendileri için kılavuz görüp, onun gösterdiği yoldan giden ve kötülükleri kendisine şeytanın güzelleştirdiği kişilerdi.
Kapısında yazılı iki ayet bulunuyordu; “Ey Âdemoğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır” demedim mi?” Yasin/60
“Şeytan hakkında şöyle yazılmıştır; Kim onu yoldaş edinirse bilsin ki şeytan kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına sürükleyecektir.” Hac/4
Ateşin alevli kolları onları saracaktı bir ateş sarmaşığı gibi. Öfkeden çatlayacakmışçasına hiddetli bir şekilde onları bekliyordu. Dünyadayken Rahmanı olan Allah’ı terk ederek onu arkadaş edinenler şimdi boyunlarını bükmüş kendileri için mukadder sonu bekliyorlardı.
İşte kapı açılmış ve içeri girmişlerdi. Büyükçe bir ateş çukuru ve onun etrafında diz çökmüş bir vaziyette bekleyen insanlar vardı. Gözün alamayacağı kadar uçsuz bucaksız bir çukurdu. Ancak biraz daha yukarıdan bakıldığı zaman bu çukurlardan çok fazla olduğu anlaşılıyordu. Her bir ateş çukuru bir topluluk için hazırlanmıştı.
Zebaniler her milletin önde gelen şeytan dostunu çağırıyor ve onu ellerindeki çelik mızraklarla ateşe sürüklüyorlardı.
O sırada şeytanları onların yanı başında bulunuyordu. İleri gelenler şeytana dönerek öfke dolu bakışlarla onu süzüyordu. Gözlerinden neredeyse ateş fışkıracaktı. Ama zaten biraz sonra ateş gerçekten gözlerinden fışkıracaktı. Kendilerine ateş rehberliği yapan şeytanlara karşı nefret dolu gözlerle baktıktan sonra şöyle haykırıyorlardı;
“Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar bir mesafe olsaydı da seni tanımasaydım. Sen meğer ne kötü bir arkadaşmışsın” der.
Ancak şeytanın da onlardan aşağı kalmıyordu. O da karşılık veriyordu;
“Ben sizi ne zorladım, ne de baskı yaptım. Size gelin dedim, siz de hemen peşim sıra geldiniz. Bunda benim ne suçum var. Asıl suçlu sizsiniz! Beni suçlamayın. Şimdi ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce beni Allah’a ortak koşmanızı da reddetmiştim.”
Dünyada nefsin hoşuna giden hususlarda ortaklaşa kurulan arkadaşlıklar burada düşmanlığa dönüşüyordu. Birbirini itham ediyorlardı.
Bir bir ateşe atılıyorlardı. Cehennem kucağını açmış onları bağrına basıyordu. Allah’a isyan etmenin karşılığı ne acıydı.
Cehennemin etrafına diz çökmüş şekilde bekleyenlerden bazıları da kendilerinden biraz ileride gözlerine güzel görünen bir nehir fark ederler. Azabın şiddetinden kurtulmak için hemen ona doğru koşarlar. Kendilerini nehirin kollarına bırakırlar. Bu şekilde ateşin şiddetinden kurtulacaklarını sanırlar. Ama birden kendilerini kızgın ateşin kollarında bulurlar. Dünyada güzel görünen çirkinliklerine karşı gözleri burada şaşı olmuştu.
Haykırışlar, feryatlar, figanlar ateş çemberinde yankılanıyordu. Ama sızlanmalar bir fayda vermiyordu. Çünkü dünyada yapılan uyarılar bir fayda vermemişti. Yanlış arkadaşlıklar, gerçek acılar yaşatıyordu. Öylesine şiddetliydi ki, derilerinin tüm hücreleri acıyla kıvranıyordu.
“İmdaaat” sözleri beyhude yankılanıyordu, cehennemin duvarlarında. Zebaniler ise sert bakışlarıyla onlara kurtuluş için hiç umut vermiyorlardı. Ellerindeki çelikten kamçılar bir inip bir kalkıyordu.
Cehennemi tutuşturan tandıra baktıkları zaman şeytanların ateş odunu olduklarını gördüler. Allah’a karşı kibirlenmek ve isyana yönelmek, yapılan uyarıları dikkate almamak varlığı yakıcı azabın tutuşturan odunu haline getiriyordu. İnsanlar da onlara eşlik ediyorlardı.
Kurtulmak istediklerinde başlarından aşağıya kaynar su dökülüyordu. Öylesine sıcaktı ki başlarını deliyor, karınlarına iniyor, oradan da ayaklarının altından dökülüyordu.
Dünyada yaşadıkları tüm şeytanlıklar şimdi kendilerine ateş olarak sunuluyordu. İkramda hiç kusur yoktu. Acıktıklarını söylediklerinde ise kendilerine müthiş bir tadı olan yiyecek veriliyordu. “Zakkum” öylesine dehşet bir yiyecekti ki yiyenlerin boğazlarını yırtıyor, sonra karnını deliyor ve bağırsaklarını parça parça ediyordu.
Bu yetmez gibi öylesine pis bir kokusu vardı ki ateşin azabı neredeyse onun yanında sönük kalacaktı. “Eyvahlar olsun bize eyvahlar olsun! Ne yaptık ta bu şeytanın sözlerine uyduk. İşte şimdi ne kurtarıcımız var ne de yardımcımız” diye pişmanlıklarını acıyla dile getiriyorlardı.
“Ey Rabbimiz bizi dünyaya geri döndür. Döndür de bak sana ne kadar iyi ibadet edeceğiz. Hem de şu melun şeytana tapmayı bırak onu kendimize en büyük düşman edineceğiz” diye bir kurtuluş yolu aramaya başladılar.
Zebaniler ise bu isteklerine; “Dünyada size bir uyarıcı gelmedi mi? Şeytanın, Allah ve inananların düşmanı olduğunu söylemediler mi? O zaman hidayete kulak vermeyenler, yine vermeyecektir. Ateşin bol olsun” diye karşılık verirler.
İşte bir şeytan dostu dünyada sadece Allah’ın emri olduğu için örtünenleri gördüğü zaman; “Şunları görmeye tahammül edemiyorum. Göz zevkimi bozuyorlar. Hele şu sakallılar var ya onlar ruhumu daraltıyor. Onları namaz kılan sakallıları işyerimden çıkarın. Benim mekanımda bunlar gibilerine yer yok” diyordu.
Dünyada şeytan iyi arkadaştı. Cehennemi oyun sanıyorlardı. Kendileri gibi çapkınların, sapıkların, isyankârların, fuhşu güzel görenlerin arasında kalmayı, namazlı, niyazlı, örtülü, ibadetli insanların arasında olmaya tercih ediyorlardı. Ama şimdi bu tercihlerinin yanlış olduğunun farkına varmışlardı, ancak bu fark edişin kendilerine hiçbir faydası dokunmuyordu.
Ateşten şelalelerin süslediği duvarlar, ateş çukurları, kaynar sular, irinli içecekler, dikenli yiyecekler dünyadan getirdiği günahların birer parçası olarak karşısına çıkıyordu.
Gassak adlı bir pınar ise cehennemlikler için sürekli kaynayıp duruyordu. İşte şimdi şeytan dostları her susadıklarında bu sudan içerek tüm derilerini eriterek ateşin içine sürüklüyordu.
Düşmanlığa dönen dünya dostluklarından Allah’a sığınarak bu kapıdan da çıktılar.
Kapısında yazılı iki ayet bulunuyordu; “Ey Âdemoğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır” demedim mi?” Yasin/60
“Şeytan hakkında şöyle yazılmıştır; Kim onu yoldaş edinirse bilsin ki şeytan kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına sürükleyecektir.” Hac/4
Ateşin alevli kolları onları saracaktı bir ateş sarmaşığı gibi. Öfkeden çatlayacakmışçasına hiddetli bir şekilde onları bekliyordu. Dünyadayken Rahmanı olan Allah’ı terk ederek onu arkadaş edinenler şimdi boyunlarını bükmüş kendileri için mukadder sonu bekliyorlardı.
İşte kapı açılmış ve içeri girmişlerdi. Büyükçe bir ateş çukuru ve onun etrafında diz çökmüş bir vaziyette bekleyen insanlar vardı. Gözün alamayacağı kadar uçsuz bucaksız bir çukurdu. Ancak biraz daha yukarıdan bakıldığı zaman bu çukurlardan çok fazla olduğu anlaşılıyordu. Her bir ateş çukuru bir topluluk için hazırlanmıştı.
Zebaniler her milletin önde gelen şeytan dostunu çağırıyor ve onu ellerindeki çelik mızraklarla ateşe sürüklüyorlardı.
O sırada şeytanları onların yanı başında bulunuyordu. İleri gelenler şeytana dönerek öfke dolu bakışlarla onu süzüyordu. Gözlerinden neredeyse ateş fışkıracaktı. Ama zaten biraz sonra ateş gerçekten gözlerinden fışkıracaktı. Kendilerine ateş rehberliği yapan şeytanlara karşı nefret dolu gözlerle baktıktan sonra şöyle haykırıyorlardı;
“Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar bir mesafe olsaydı da seni tanımasaydım. Sen meğer ne kötü bir arkadaşmışsın” der.
Ancak şeytanın da onlardan aşağı kalmıyordu. O da karşılık veriyordu;
“Ben sizi ne zorladım, ne de baskı yaptım. Size gelin dedim, siz de hemen peşim sıra geldiniz. Bunda benim ne suçum var. Asıl suçlu sizsiniz! Beni suçlamayın. Şimdi ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Ben daha önce beni Allah’a ortak koşmanızı da reddetmiştim.”
Dünyada nefsin hoşuna giden hususlarda ortaklaşa kurulan arkadaşlıklar burada düşmanlığa dönüşüyordu. Birbirini itham ediyorlardı.
Bir bir ateşe atılıyorlardı. Cehennem kucağını açmış onları bağrına basıyordu. Allah’a isyan etmenin karşılığı ne acıydı.
Cehennemin etrafına diz çökmüş şekilde bekleyenlerden bazıları da kendilerinden biraz ileride gözlerine güzel görünen bir nehir fark ederler. Azabın şiddetinden kurtulmak için hemen ona doğru koşarlar. Kendilerini nehirin kollarına bırakırlar. Bu şekilde ateşin şiddetinden kurtulacaklarını sanırlar. Ama birden kendilerini kızgın ateşin kollarında bulurlar. Dünyada güzel görünen çirkinliklerine karşı gözleri burada şaşı olmuştu.
Haykırışlar, feryatlar, figanlar ateş çemberinde yankılanıyordu. Ama sızlanmalar bir fayda vermiyordu. Çünkü dünyada yapılan uyarılar bir fayda vermemişti. Yanlış arkadaşlıklar, gerçek acılar yaşatıyordu. Öylesine şiddetliydi ki, derilerinin tüm hücreleri acıyla kıvranıyordu.
“İmdaaat” sözleri beyhude yankılanıyordu, cehennemin duvarlarında. Zebaniler ise sert bakışlarıyla onlara kurtuluş için hiç umut vermiyorlardı. Ellerindeki çelikten kamçılar bir inip bir kalkıyordu.
Cehennemi tutuşturan tandıra baktıkları zaman şeytanların ateş odunu olduklarını gördüler. Allah’a karşı kibirlenmek ve isyana yönelmek, yapılan uyarıları dikkate almamak varlığı yakıcı azabın tutuşturan odunu haline getiriyordu. İnsanlar da onlara eşlik ediyorlardı.
Kurtulmak istediklerinde başlarından aşağıya kaynar su dökülüyordu. Öylesine sıcaktı ki başlarını deliyor, karınlarına iniyor, oradan da ayaklarının altından dökülüyordu.
Dünyada yaşadıkları tüm şeytanlıklar şimdi kendilerine ateş olarak sunuluyordu. İkramda hiç kusur yoktu. Acıktıklarını söylediklerinde ise kendilerine müthiş bir tadı olan yiyecek veriliyordu. “Zakkum” öylesine dehşet bir yiyecekti ki yiyenlerin boğazlarını yırtıyor, sonra karnını deliyor ve bağırsaklarını parça parça ediyordu.
Bu yetmez gibi öylesine pis bir kokusu vardı ki ateşin azabı neredeyse onun yanında sönük kalacaktı. “Eyvahlar olsun bize eyvahlar olsun! Ne yaptık ta bu şeytanın sözlerine uyduk. İşte şimdi ne kurtarıcımız var ne de yardımcımız” diye pişmanlıklarını acıyla dile getiriyorlardı.
“Ey Rabbimiz bizi dünyaya geri döndür. Döndür de bak sana ne kadar iyi ibadet edeceğiz. Hem de şu melun şeytana tapmayı bırak onu kendimize en büyük düşman edineceğiz” diye bir kurtuluş yolu aramaya başladılar.
Zebaniler ise bu isteklerine; “Dünyada size bir uyarıcı gelmedi mi? Şeytanın, Allah ve inananların düşmanı olduğunu söylemediler mi? O zaman hidayete kulak vermeyenler, yine vermeyecektir. Ateşin bol olsun” diye karşılık verirler.
İşte bir şeytan dostu dünyada sadece Allah’ın emri olduğu için örtünenleri gördüğü zaman; “Şunları görmeye tahammül edemiyorum. Göz zevkimi bozuyorlar. Hele şu sakallılar var ya onlar ruhumu daraltıyor. Onları namaz kılan sakallıları işyerimden çıkarın. Benim mekanımda bunlar gibilerine yer yok” diyordu.
Dünyada şeytan iyi arkadaştı. Cehennemi oyun sanıyorlardı. Kendileri gibi çapkınların, sapıkların, isyankârların, fuhşu güzel görenlerin arasında kalmayı, namazlı, niyazlı, örtülü, ibadetli insanların arasında olmaya tercih ediyorlardı. Ama şimdi bu tercihlerinin yanlış olduğunun farkına varmışlardı, ancak bu fark edişin kendilerine hiçbir faydası dokunmuyordu.
Ateşten şelalelerin süslediği duvarlar, ateş çukurları, kaynar sular, irinli içecekler, dikenli yiyecekler dünyadan getirdiği günahların birer parçası olarak karşısına çıkıyordu.
Gassak adlı bir pınar ise cehennemlikler için sürekli kaynayıp duruyordu. İşte şimdi şeytan dostları her susadıklarında bu sudan içerek tüm derilerini eriterek ateşin içine sürüklüyordu.
Düşmanlığa dönen dünya dostluklarından Allah’a sığınarak bu kapıdan da çıktılar.