Sakarya Adalet Girişimi’nin belirli aralıklarla düzenlediği konferansların Mart ayı konuğu yazar Atasoy Müftüoğlu oldu. Erenler Kültür Merkezi’ndeki konferansta Müftüoğlu, Arap Baharı olarak adlandırılan süreci değerlendirirken dünyadaki gelişmelere olayları derinlemesine değil de yüzeysel olarak ele aldığımızı belirtti.
“Gazetecilik ‘neler oluyor?’ sorusunu cevaplar, biz ise ‘neden oluyor?’ sorusunu da cevap aramak zorundayız. Neler olduğunu gazetelerde, televizyonlarda görmek kolaydır. Ama biz İslami anlamda bilgi, bilinç üretemediğimiz için üretilenlere bakmakla yetiniyoruz. Bu yüzden de neyi konuşup konuşmayacağımıza kendimiz karar veremiyoruz. Biz şu an tarihin dışında yaşıyoruz. Tarih yapmıyoruz tarihe maruz kalıyoruz. Onu ithal ediyoruz. Seküler tarih Müslümanları insan olarak görmez. Son birkaç yüzyıl boyunca modern-seküler saldırılarla karşı karşıyayız. Ve İslami okumalar henüz bunlara yanıt verebilmiş değildir.” dedi.
Bugün artık ulus devlet sınırlarının olmadığını, dünyanın küçük bir köy gibi olduğunu söyleyen Müftüoğlu, dünyadaki gelişmelere medya denen uyuşturucu gözüyle baktığımızdan olayları derinlemesine değil de yüzeysel olarak değerlendirdiğimizi söyleyerek program boyunca aşağıdaki tespitlerde bulundu.
Düşünmüyoruz, düşündürtülüyoruz
Cemaatlerin, örgütlerin kısıtlamalarına maruz kalıyoruz. Müslüman demek olayların, tarihin, siyasetin farkında olmak demektir. İbadetlerimiz bize farkındalığı sunmuyorsa onları yeniden düzenlemeliyiz. Biz şu an tarihin dışında yaşıyoruz. Tarih yapmıyoruz tarihe maruz kalıyoruz. Onu ithal ediyoruz. Seküler tarih Müslümanları insan olarak görmez. Son birkaç yüzyıl boyunca modern-seküler saldırılarla karşı karşıyayız. Ve İslami okumalar henüz bunlara yanıt verebilmiş değildir.
Bir şey yapabilmek için önce özgür olmalıyız. Bizlerse modern-seküler aklın sömürgesi olarak varız. Onların sınırları ve ufku içinde talepte bulunmak zorunda kalıyoruz. Onların sınırları içinde konuşmak, yazmak ve söylemek zorundayız.
Bir taraftan modern aklın sömürgesi altındayken diğer taraftan daha vahim bir gerçekle karşı karşıyayız. Müslümanlardan aydınlanma aklına eleştiri vardır fakat yanıt yoktur. İslam’ı kendi dili, tarzı, iddiaları ve bilinciyle ortaya koyabilecek bir dile sahip değiliz. Her zaman uzlaşmamız isteniyor. Kapitalizmle, sekülarizmle, liberalizmle, bürokrasiyle…
Bizleri bir taraftan Avrupa aklı diğer taraftansa ulus devlet sömürüyor. Ulus devlet ihtiyaç duyduğunda dini sonuna kadar kullanıyor. İslam bugün ulus devletin saldırısı altındadır. Ulus devletler kendi değerini savunabilmek için İslamı sömürüyor. Kendi kutsallarını camilerde imamlar aracılığıyla meşrulaştırdılar. Ulus devlet resmi ideolojiyi güçlendirmek için dini sonuna kadar kullanıyor. Kitleler camiler aracılığıyla resmi ideolojiye daha çok hizmet ettiler. Şimdi hamdolsun daha doğrusu maalesef çünkü ulus devleti biz değil küreselleşme zayıflaştırdı.
Küreselleşmenin olumsuz yönlerinin yanında olumlu yönleri de vardır. Bunlardan nasıl faydalanacağız peki? Ne yaptı küreselleşme? Bizim yapamadığımızı yapmıştır. Devlet aygıtını güçsüzleştirmiştir. Oysa ulus devletle yüzleşmesi gerekenler biz Müslümanlardık. Örneğin bugün Türkiye’nin yaşadığı ırkçı tartışmalar, gerilimlerin sorumlusu ulus devlettir.
Neoliberal kültür ne demektir?
Her şey mubah demektir. Hayır, her şey mubah değildir. Artık iyi ve kötü, hayır ve şer, helal ve haram arasındaki sınırlar kalktı. Her şey çılgın bir çıkara göre belirleniyor. Bu kültür, materyalist kültür Müslümanları da içine alıyor. Geleneğe göreneğe forklere dönüştürdüğümüz din neoliberal kültürle uzlaşıyor. Ve yeni bir din algısı ortaya çıkıyor. ‘Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler.’ Biz bugün Müslümanlar olarak ahlakı temsil edemiyoruz. İslam böyle isteyemiyor diyemiyoruz. Ahlakı papazlar savunuyor. Çünkü savunduğumuz anda bizleri terörize ediyorlar. Ahlak yerine etik değil diyoruz. Helal haram diyemiyoruz. Her şey var ama kırmızı mürekkep yok. Her şeye sahibiz fakat hakikati ifade edecek bir dil inşa edemiyoruz.
İslam dünyasının önde gelen bütün düşünürleri için demokrasi nihai bir mütakabat zeminidir. İslami bir model üretemedikleri için bu böyledir. İslami bir model üretme özgürlüğüne sahip olmadığımız için bu böyledir. Yani İslam geçmişte küresel modeller ortaya koyabiliyorken modern çağlarda yeni bir model koyamıyor çünkü Müslümanlar İslam’a yönelik özgüvenlerini kaybetmişlerdir. Biz müslümanın yönetemeyeceğini düşünüyoruz.
Din bireysel hayata sürgün ediliyor. Toplumsal, siyasal, kamusal iddialardan vazgeçiyoruz. Bugün demokrasi emperyalizmiyle karşı karşıyayız. Şunu söylemek istiyorum. Bizler bugün İslami bir model üretme özgüvenine sahip değiliz.
Neoliberal-seküler-modern model nihai noktaya ulaşmıştır. Yeni bir seçenek kalmamıştır. İran’la nükleer üretimi sebebiyle mi uğraşıldığını zannediyorsunuz? Hayır. Bütün kuramcılar, siyasetçiler İran’dan rövanşı almak zorundayız diyorlar. Çünkü onlar yeni bir seçeneği hayata geçirdiler. Yani yeni bir seçenek var İslam hayatı siyaseti alabilir dönüştürebilir dendi. Batını hiç beklemediği bir şeydi. İran devriminden birkaç gün önce İran’ı ziyaret eden bir Amerikalı başkan İran bir istikrar adasıdır, demişti.
Tek akıl saplantısından kurtulmalıyız
Yeryüzündeki bütün hikmeti takip etmek üzere geldiğimiz halde bizler tek aklın peşinden gidiyoruz. Tek akıl bir saplantıdır. Birinin aklı hiçbir şeye yetmez. Bizler akılları çoğaltmak zorundayız. Hocaefendiler, şeyhler de yanlış yapabilir. Onları da eleştirebilmeliyiz. Mesela Amerikayla, İsraille, CIA ile işbirliği yapılarak yanlış yapılıyor. Bu yetersizdir, ihanet ediliyor. Çünkü bunlar İslami hareketlerden nefret ederler, devrim tanımından nefret ederler. Ne kalıyor geriye hoşgörü. Her gün bir ülkemiz işgal ediliyor, katliamlar, sürgünle soykırımlar yaşanıyor ve bizden hoşgörü isteniyor. Hoşgörü tanımı Hintli düşünürlerin icadıdır. Hint mistisizmin tanımıdır.
Bizler niçin söylemiyoruz. Bizler zihinsel bağımlılık içinde olduğumuz için söyleyemiyoruz. Öncelikle zihinsel bir mücadele içerisinde olmalıyız. Sömürgeler öncelikle bilincimi aldılar. Ve bizler onların algısıyla algılamak zorundayız.
Amerika bugün bir Afganistan algısı sunuyor ve bizi buna ikna ediyor. Biz o yüzden Afganistan’ı unuttuk. Artık konuşmuyoruz. Oysa rus işgali döneminde her gün Afganistan’la ilgili etkinlikler düzenleniyordu. Yardımlar gönderiliyordu. Ama Amerikan ve NATO işgali döneminde hiç birimiz orayla ilgilenmiyoruz. Çünkü ABD algısıyla oraya yabancılaştık. Oysa onlar bize ABD ile İsrail ile savaşılabileceğini ve onların yenilebileceğini gösteriyor.
Arap Baharı ve düşündürttükleri ya da düşünmek istemediklerimiz
Şu anda Arap baharı gibi şeyler havada uçuşuyor. Bunları iyi analiz etmeliyiz. Şöyle sormuyoruz: bir tarafta bir devrim oluyor, bir devrim maaşa bağlanıyor İran’da 33 yıldan beri devrim oluyor ama tehdit altında. İran korkunç bir küresel tehdit altında. Amerika’da bir hafta önce ortaya çıkan şey şu. Arap baharına Amerika’dan 800 milyon dolar yardım gönderilmiştir. Niçin konuşulmuyor bunlar? Müslümanların şunu sorması lazım. Bu ayaklanmacılar neyi istiyor ya neyi istemiyor? Bunlar diktatörleri istemiyor, peki islamı mı istiyor, İslam devleti mi istiyor? Diktatörlere karşı tavır almak çok anlamlı bir şeydir. Peki, bu yerel diktatörlere karşı ayaklanan toplumlar küresel diktatörlere ne diyorlar? Mısırda Tunus’ta yemende hiçbir gösteride bir tek antiemperyalist slogan yok. Suriye’de muhaliflerden her gün güvence üzerine güvence geliyor. Eğer başarırsak İran’la ilişkilerimizi keseceğiz, eğer başarırsak İslami bütün hareketleri buradan süreceğiz diye. Suriye’nin yalnızlaştırılması, etkisizleştirilmesi, İran yörüngesinden çıkarılması, sistem içine çekilmesi ile ilgili proje 11 Eylülden 1hafta sonra gündeme alınıyor. Açıklamayı Pentagonun önde gelen generallerinden biri yapıyor. Suriye sorunu kolaylıkla çözümlenebilecek bir sorun değildir. Neler oluyor yerine neden oluyor sorusuna bakmalıyız artık.
Muhafazakârlık ve taklit zihnin düşmanıdır
Bizler Müslümanlar olarak insanlara ne zaman bir model sunacağız? 21. Yüzyıla ne önereceğiz? İslam dünyası bir tek evrensel bir dile sahip değil. Bütün insanlığın dikkatini çekebilecek entelektüel, felsefi, siyasal, estetik sahibi bir tek Müslüman yok. Türkiyeli İslami cemaat ve gruplar niteliklerini değil sayılarını çoğaltmak için konum alıyorlar. Bugün sayıları çoktur fakat bir tane bile entelektüelleri yoktur. Burada bir problem vardır.
Konformizm yani felsefi manada, zihinsel manada konformizm büyük bir felakettir. Ve konformizm, statüko, muhafazakarlık zihnin düşmanıdır. Eğer bir toplum bunlarla malul ise o toplumun geleceği yoktur. Çünkü o toplum içerik üretemez. O toplum sadece geçmişi tekrar eder. Geçmişi çoğaltır ve bugüne ilişkin herhangi bir inşa ameliyesine girişemez. Biz bugün yaşıyoruz ve bugüne karşı sorumluyuz. Geçmişten bugüne intikal etmemiz gereken değerler olabilir fakat bunları seçici bir bilinçle almak zorundayız.
Gençlere ‘ kimseyi taklit etmeyin, taklit edenler zihinsel olarak intihar ediyorlar’ diyen Müftüoğlu ‘bize gelmeyin kendinize gelin’ diyerek konuşmasını bitirdi. Program yapılan soru cevap bölümünün ardından sona erdi.
Sacide Uras / Platform Haber
“Gazetecilik ‘neler oluyor?’ sorusunu cevaplar, biz ise ‘neden oluyor?’ sorusunu da cevap aramak zorundayız. Neler olduğunu gazetelerde, televizyonlarda görmek kolaydır. Ama biz İslami anlamda bilgi, bilinç üretemediğimiz için üretilenlere bakmakla yetiniyoruz. Bu yüzden de neyi konuşup konuşmayacağımıza kendimiz karar veremiyoruz. Biz şu an tarihin dışında yaşıyoruz. Tarih yapmıyoruz tarihe maruz kalıyoruz. Onu ithal ediyoruz. Seküler tarih Müslümanları insan olarak görmez. Son birkaç yüzyıl boyunca modern-seküler saldırılarla karşı karşıyayız. Ve İslami okumalar henüz bunlara yanıt verebilmiş değildir.” dedi.
Bugün artık ulus devlet sınırlarının olmadığını, dünyanın küçük bir köy gibi olduğunu söyleyen Müftüoğlu, dünyadaki gelişmelere medya denen uyuşturucu gözüyle baktığımızdan olayları derinlemesine değil de yüzeysel olarak değerlendirdiğimizi söyleyerek program boyunca aşağıdaki tespitlerde bulundu.
Düşünmüyoruz, düşündürtülüyoruz
Cemaatlerin, örgütlerin kısıtlamalarına maruz kalıyoruz. Müslüman demek olayların, tarihin, siyasetin farkında olmak demektir. İbadetlerimiz bize farkındalığı sunmuyorsa onları yeniden düzenlemeliyiz. Biz şu an tarihin dışında yaşıyoruz. Tarih yapmıyoruz tarihe maruz kalıyoruz. Onu ithal ediyoruz. Seküler tarih Müslümanları insan olarak görmez. Son birkaç yüzyıl boyunca modern-seküler saldırılarla karşı karşıyayız. Ve İslami okumalar henüz bunlara yanıt verebilmiş değildir.
Bir şey yapabilmek için önce özgür olmalıyız. Bizlerse modern-seküler aklın sömürgesi olarak varız. Onların sınırları ve ufku içinde talepte bulunmak zorunda kalıyoruz. Onların sınırları içinde konuşmak, yazmak ve söylemek zorundayız.
Bir taraftan modern aklın sömürgesi altındayken diğer taraftan daha vahim bir gerçekle karşı karşıyayız. Müslümanlardan aydınlanma aklına eleştiri vardır fakat yanıt yoktur. İslam’ı kendi dili, tarzı, iddiaları ve bilinciyle ortaya koyabilecek bir dile sahip değiliz. Her zaman uzlaşmamız isteniyor. Kapitalizmle, sekülarizmle, liberalizmle, bürokrasiyle…
Bizleri bir taraftan Avrupa aklı diğer taraftansa ulus devlet sömürüyor. Ulus devlet ihtiyaç duyduğunda dini sonuna kadar kullanıyor. İslam bugün ulus devletin saldırısı altındadır. Ulus devletler kendi değerini savunabilmek için İslamı sömürüyor. Kendi kutsallarını camilerde imamlar aracılığıyla meşrulaştırdılar. Ulus devlet resmi ideolojiyi güçlendirmek için dini sonuna kadar kullanıyor. Kitleler camiler aracılığıyla resmi ideolojiye daha çok hizmet ettiler. Şimdi hamdolsun daha doğrusu maalesef çünkü ulus devleti biz değil küreselleşme zayıflaştırdı.
Küreselleşmenin olumsuz yönlerinin yanında olumlu yönleri de vardır. Bunlardan nasıl faydalanacağız peki? Ne yaptı küreselleşme? Bizim yapamadığımızı yapmıştır. Devlet aygıtını güçsüzleştirmiştir. Oysa ulus devletle yüzleşmesi gerekenler biz Müslümanlardık. Örneğin bugün Türkiye’nin yaşadığı ırkçı tartışmalar, gerilimlerin sorumlusu ulus devlettir.
Neoliberal kültür ne demektir?
Her şey mubah demektir. Hayır, her şey mubah değildir. Artık iyi ve kötü, hayır ve şer, helal ve haram arasındaki sınırlar kalktı. Her şey çılgın bir çıkara göre belirleniyor. Bu kültür, materyalist kültür Müslümanları da içine alıyor. Geleneğe göreneğe forklere dönüştürdüğümüz din neoliberal kültürle uzlaşıyor. Ve yeni bir din algısı ortaya çıkıyor. ‘Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler.’ Biz bugün Müslümanlar olarak ahlakı temsil edemiyoruz. İslam böyle isteyemiyor diyemiyoruz. Ahlakı papazlar savunuyor. Çünkü savunduğumuz anda bizleri terörize ediyorlar. Ahlak yerine etik değil diyoruz. Helal haram diyemiyoruz. Her şey var ama kırmızı mürekkep yok. Her şeye sahibiz fakat hakikati ifade edecek bir dil inşa edemiyoruz.
İslam dünyasının önde gelen bütün düşünürleri için demokrasi nihai bir mütakabat zeminidir. İslami bir model üretemedikleri için bu böyledir. İslami bir model üretme özgürlüğüne sahip olmadığımız için bu böyledir. Yani İslam geçmişte küresel modeller ortaya koyabiliyorken modern çağlarda yeni bir model koyamıyor çünkü Müslümanlar İslam’a yönelik özgüvenlerini kaybetmişlerdir. Biz müslümanın yönetemeyeceğini düşünüyoruz.
Din bireysel hayata sürgün ediliyor. Toplumsal, siyasal, kamusal iddialardan vazgeçiyoruz. Bugün demokrasi emperyalizmiyle karşı karşıyayız. Şunu söylemek istiyorum. Bizler bugün İslami bir model üretme özgüvenine sahip değiliz.
Neoliberal-seküler-modern model nihai noktaya ulaşmıştır. Yeni bir seçenek kalmamıştır. İran’la nükleer üretimi sebebiyle mi uğraşıldığını zannediyorsunuz? Hayır. Bütün kuramcılar, siyasetçiler İran’dan rövanşı almak zorundayız diyorlar. Çünkü onlar yeni bir seçeneği hayata geçirdiler. Yani yeni bir seçenek var İslam hayatı siyaseti alabilir dönüştürebilir dendi. Batını hiç beklemediği bir şeydi. İran devriminden birkaç gün önce İran’ı ziyaret eden bir Amerikalı başkan İran bir istikrar adasıdır, demişti.
Tek akıl saplantısından kurtulmalıyız
Yeryüzündeki bütün hikmeti takip etmek üzere geldiğimiz halde bizler tek aklın peşinden gidiyoruz. Tek akıl bir saplantıdır. Birinin aklı hiçbir şeye yetmez. Bizler akılları çoğaltmak zorundayız. Hocaefendiler, şeyhler de yanlış yapabilir. Onları da eleştirebilmeliyiz. Mesela Amerikayla, İsraille, CIA ile işbirliği yapılarak yanlış yapılıyor. Bu yetersizdir, ihanet ediliyor. Çünkü bunlar İslami hareketlerden nefret ederler, devrim tanımından nefret ederler. Ne kalıyor geriye hoşgörü. Her gün bir ülkemiz işgal ediliyor, katliamlar, sürgünle soykırımlar yaşanıyor ve bizden hoşgörü isteniyor. Hoşgörü tanımı Hintli düşünürlerin icadıdır. Hint mistisizmin tanımıdır.
Bizler niçin söylemiyoruz. Bizler zihinsel bağımlılık içinde olduğumuz için söyleyemiyoruz. Öncelikle zihinsel bir mücadele içerisinde olmalıyız. Sömürgeler öncelikle bilincimi aldılar. Ve bizler onların algısıyla algılamak zorundayız.
Amerika bugün bir Afganistan algısı sunuyor ve bizi buna ikna ediyor. Biz o yüzden Afganistan’ı unuttuk. Artık konuşmuyoruz. Oysa rus işgali döneminde her gün Afganistan’la ilgili etkinlikler düzenleniyordu. Yardımlar gönderiliyordu. Ama Amerikan ve NATO işgali döneminde hiç birimiz orayla ilgilenmiyoruz. Çünkü ABD algısıyla oraya yabancılaştık. Oysa onlar bize ABD ile İsrail ile savaşılabileceğini ve onların yenilebileceğini gösteriyor.
Arap Baharı ve düşündürttükleri ya da düşünmek istemediklerimiz
Şu anda Arap baharı gibi şeyler havada uçuşuyor. Bunları iyi analiz etmeliyiz. Şöyle sormuyoruz: bir tarafta bir devrim oluyor, bir devrim maaşa bağlanıyor İran’da 33 yıldan beri devrim oluyor ama tehdit altında. İran korkunç bir küresel tehdit altında. Amerika’da bir hafta önce ortaya çıkan şey şu. Arap baharına Amerika’dan 800 milyon dolar yardım gönderilmiştir. Niçin konuşulmuyor bunlar? Müslümanların şunu sorması lazım. Bu ayaklanmacılar neyi istiyor ya neyi istemiyor? Bunlar diktatörleri istemiyor, peki islamı mı istiyor, İslam devleti mi istiyor? Diktatörlere karşı tavır almak çok anlamlı bir şeydir. Peki, bu yerel diktatörlere karşı ayaklanan toplumlar küresel diktatörlere ne diyorlar? Mısırda Tunus’ta yemende hiçbir gösteride bir tek antiemperyalist slogan yok. Suriye’de muhaliflerden her gün güvence üzerine güvence geliyor. Eğer başarırsak İran’la ilişkilerimizi keseceğiz, eğer başarırsak İslami bütün hareketleri buradan süreceğiz diye. Suriye’nin yalnızlaştırılması, etkisizleştirilmesi, İran yörüngesinden çıkarılması, sistem içine çekilmesi ile ilgili proje 11 Eylülden 1hafta sonra gündeme alınıyor. Açıklamayı Pentagonun önde gelen generallerinden biri yapıyor. Suriye sorunu kolaylıkla çözümlenebilecek bir sorun değildir. Neler oluyor yerine neden oluyor sorusuna bakmalıyız artık.
Muhafazakârlık ve taklit zihnin düşmanıdır
Bizler Müslümanlar olarak insanlara ne zaman bir model sunacağız? 21. Yüzyıla ne önereceğiz? İslam dünyası bir tek evrensel bir dile sahip değil. Bütün insanlığın dikkatini çekebilecek entelektüel, felsefi, siyasal, estetik sahibi bir tek Müslüman yok. Türkiyeli İslami cemaat ve gruplar niteliklerini değil sayılarını çoğaltmak için konum alıyorlar. Bugün sayıları çoktur fakat bir tane bile entelektüelleri yoktur. Burada bir problem vardır.
Konformizm yani felsefi manada, zihinsel manada konformizm büyük bir felakettir. Ve konformizm, statüko, muhafazakarlık zihnin düşmanıdır. Eğer bir toplum bunlarla malul ise o toplumun geleceği yoktur. Çünkü o toplum içerik üretemez. O toplum sadece geçmişi tekrar eder. Geçmişi çoğaltır ve bugüne ilişkin herhangi bir inşa ameliyesine girişemez. Biz bugün yaşıyoruz ve bugüne karşı sorumluyuz. Geçmişten bugüne intikal etmemiz gereken değerler olabilir fakat bunları seçici bir bilinçle almak zorundayız.
Gençlere ‘ kimseyi taklit etmeyin, taklit edenler zihinsel olarak intihar ediyorlar’ diyen Müftüoğlu ‘bize gelmeyin kendinize gelin’ diyerek konuşmasını bitirdi. Program yapılan soru cevap bölümünün ardından sona erdi.
Sacide Uras / Platform Haber