Alman ressam ve fotoğrafçı Wols, informel sanatı kurdu. Çoğu zaman trans halinde çalışan sanatçı, duygularını çağrışımlı olarak tuvaline yansıttı.
Sanatçı, 27 Mayıs 1913’de Alfred Otto Wolfgang Schulze adıyla Berlin’de dünyaya geldi. Bir memur çocuğu olan Schulze, 1931 yılında Yahudi bir sınıf arkadaşını ateşli bir biçimde savununca, liseyi bitirme sınavlarına çok az bir süre kala, terk etmek zorunda kaldı. Bir aile dostlarının kendisine konsertmayser (birinci keman) olarak bir iş bulma önerisini reddetti. Bunun yerine bir denizcilik okuluna yazıldı, bir oto tamir atölyesinde çalıştı ve fotoğrafçı yardımcılığı yaptı.
Schulze, 1932’de Frankfurt am Main’deki Afrika Enstitüsü’nde birkaç ay antropoloji okudu. Dessau’daki Bauhaus’da kısa bir süre kaldıktan sonra, Almanya’yı aynı yıl içinde, gergin politik ortamı nedeniyle terk etti. Paris’e taşınarak Wolfgang Schulze’den türettiği sanatçı adı Wols altında fotoğrafçılık yaptı ve Sürrealistlerle temasa geçti.
1933’te hayat arkadaşı Grety ile birlikte İspanya’ya gitti. Wols zorunlu çalışma hizmetini ifa etmek üzere çağrıldığı Almanya’ya gitmeyi reddedince, Alman konsolosunun ısrarı üzerine, 1935’te Barselona’da tutuklandı ve ardından, elinde hiçbir belge olmaksızın, hudut dışı edilerek Fransa’ya gönderildi. 1937’de Paris Dünya Fuarı’nın resmi fotoğrafçılığını üstlendi. Çalışmalarında Bauhaus stilinin soğukkanlı nesnelliğini karanlık, sürrealist elemanlarla birleşti.
Fransa’da illegal olarak bulunan Wols, II. Dünya Savaşı patladıktan kısa bir süre sonra enterne edildi. Bir yıllık tutukluluğu sırasında kâğıt parçacıkları üzerine küçük çini mürekkebi ve suluboya resimler yaptı. Gerçekleştirdiği Staedle (Kentler) adlı dizisinde incecik çizgilerle bomboş alanları, sokak ve caddeleri düş dünyasının sahneleri olarak yansıttı.
1940 yılında Grety ile evlendikten sonra, karısının Fransız yurttaşı olması sayesinde serbest bırakıldı. Karı-koca çok zor ekonomik koşullar altında Casis ve Montelimar/Drome yakınlarında, Alman işgal kuvvetlerinden de sürekli korku içinde yaşadılar.
Tutukluğu sırasında alkol bağımlısı haline gelen Wols, Sürrealistlerin psikolojik otomatizmine geliştirdi ve “parmaklarının hareketi”ne bıraktı. 40’lı yılların başında gerçekleştirdiği çalışmalarında kristaller, yıldızlar, fallus sembolleri ve mikroba benzer biçimler ayırt edilmektedir. Büyük resim üretmek kendi görüşüne göre bir tür jimnastik yapmak anlamına geldiği ve “hırslı” olmayı gerektirdiği için, Wols önceleri küçük boyutlarla yetindi.
Wols, resimlerinin çıkış noktası çoğunlukla, kendi durumunu bir benzetme yaparak uyarladığı, nesnel bir motiften ibaretti. Böylelikle çok sayılı yapıtında şişe motifi ortaya çıkmaktadır, kâh nerdeyse ikona benzer bir nesne olarak, kâh yönlerin hepsine taşan, Wols’un sembollerle donattığı bir yaratık olarak.
Wols savaştan sonra Paris’e döndü. Burada Galeri Rene Drouin 1945’te çini mürekkebi resimlerini ilk kez sergiledi. Açılış kokteyline katılmadığı bu sergisi, genç ressam nesline resimde yeni düşünceler açısından esin kaynağı oldu. Bunun sonucu olarak Taşizim ve İnformel Sanat akımları ortaya çıktı. Bu sergi parasal açıdan bir başarı getirmediyse de, Wols artık sanatı için destek görmeye başladı. Destekleyicileri arasında Egzistansiyalist yazar Jean-Paul Sartre da bulunuyordu. Bunu izleyen zamanda Wols tekrar tekrar kitap resimlemek için siparişler aldı. Resimleri Antonin Artaud ve Jean Paulhan’ın yayınlarında da çıkıyorlardı.
'
Wols bundan böyle yapıtları için daha büyük boyutları yeğlemeye başladı. Resmin yüzeyini duygularının “Rezonans Cismi” olarak ilân etti ve her yapıtıyla varoluşunun bir parçasını ifşa etti. Nesnel olanlar ona yeni esin kaynağı olmadıklarından, kendisini alkol ve uyuşturucular yardımıyla sarhoş etti. Çini mürekkebi ve suluboya ile çoğunlukla yaraları, yaralanmayı ve yıkımı anımsatan izgi ve boya lekelerinden oluşan bir dokudan oluşan Psikogram’lar yapıtı.
40’lı yılların sonuna doğru bazı yapıtlarına somut adlar verdi. Örneğin L’Oiseau (Kuş, 1949), Das Auge Gottes (Tanrının Gözü, 1949 sıraları) ya da Das blaue Phantom (Mavi Fantom, 1951) gibi.
Wols, boş Rom şişelerinin istiflendiği ucuz otel odalarında yaşadı ve çalıştı. 1950’de New York’ta ilk sergisi açıldı. Ertesi yıl alkol bağımlılığından kurtulmak için gördüğü tedaviden sonra, 38 yaşında, 1 Eylül 1951’de yediği etten zehirlenerek öldü.