Yahudi bir ailenin çocuğu olan Roman Polanski, 18 Ağustos 1933’te Paris’de dünyaya geldi. Gerçek adı Roman Liebling olan yönetmen II. Dünya Savaşı patlak vermeden iki yıl önce ailesiyle birlikte anayurtları olan Polonya’ya döndü. Nazi işgali sırasında yaşamının bir kısmı kamplarda geçti. Rus asıllı yarı Yahudi olan annesi Bula sekiz aylık hamileyken Auschwitz kampında öldü.''
'
Bu olaydan sonra kamptan kaçan Polanski, bir süre Polonya’nın küçük kasabalarında katolik ailelerin yanında kaldı. Katı kurallara ve sinemalarda yanlızca Alman filmleri gösterilmesine rağmen milliyetçilik duygularını bir tarafa atarak sık sık sinemaya giden Polanski, 1945 yılında başka bir kampta tutulan babasını buldu ve tekrar biraraya geldiler.
Ressam bir Polonya Yahudisi olan Ryzszard Polanski (Ryzszard Liebling) oğlunun teknik okula gitmesinin istiyordu ama Roman Polanski seçimini yapmıştı. 1950’li yıllarda çeşitli oyunculuk deneyimleri edinmeye başladı. Lodz Film Okulu’ndaki eğitimine başlamadan önce aralarında Andrej Wajda’nın ‘A Generation-Bir Nesil’ adlı filmi de bulunan birkaç yapımda ufak roller aldı.
''''''
İLK DENEYİM
Sinema eğitimi aldığı dönemde ‘Knife in the Water / Sudaki Bıçak’ adıyla ilk uzun metrajlı filmini çekti. Bu filmi farklı kılan nokta Polonya’da savaş sonrası çekilen filmler arasında savaş konusunu işlemeyen tek film oluşuydu. Bundan önce çektiği ‘Two Men and a Wardrobe / İki Adam ve Gardrob ‘, ‘Mammals / Memeliler’ ve ‘The Fat and the Lean / Şişko ve Sıska’ gibi kısa filmlerse yönetmenin kara mizah tarzına olan yeteneğini ve tuhaf insanlara olan ilgisini yansıtmak adına önemli yapıtlardır.
Bu dönemden sonra sinema alanındaki başarılara yenilerinin eklemek için Fransa’ya giden Polanski, senarist Gerard Brach ile tanışana kadar inişli çıkışlı günler geçirdi. Ardından uzun süre birlikte çalışacağı iş arkadaşı ve dostu Brach ile birlikte İngiltere’de çektikleri ‘Repulsion’ ve ‘Cul-De-Sac / Çıkmaz Sokak’ adlı filmlerinin senaryosunu hazırladı. Bu filmlerle Berlin Film Festivali’ne katılan yönetmen ‘Repulsion’ filmi ile Gümüş Ayı, ‘Çıkmaz Sokak’ ile de Altın Ayı ödüllerini kazandı.
Polanski, 1967’de çektiği ‘Korkusuz Vampir Avcıları - Afedersiniz Ama Dişleriniz Boynumda’ adlı komedi filminde kendisi de başrollerden birisini oynadı ve bu filmde tanıştığı Sharon Tate ile bir yıl sonra evlendi.''''''
''''''
ROSEMARY’NİN BEBEĞİ, SHARON’IN ÖLÜMÜ
Berlinde kazandığı prestijli ödüllerin ardından 1968 yılında Hollywood’a kapağı atan yönetmen açılışı zekice bir gerilim filmiyle yaptı. Amerika’da çektiği ‘Rosemary’s Baby / Rosemary’nin Bebeği’ adlı filmle adını tüm dünyaya duyuran yönetmenin yaşamı yeni bir trajediyle altüst oldu. 1967 yılında yaptığı ‘Korkusuz Vampir Avcıları’ndaki bir bölüm, Charles Manson’ın liderlik yaptığı ünlü Manson Çetesi’ni harekete geçirdi ve 1969 yılında 8 aylık hamile olan eşi Sharon Tate öldürüldü.
O sırada şehir dışında olan yönetmen bu olaydan sonra Avrupa’ya geri döndü. 1974 yılında ‘Chinatown / Çin Mahallesi’ı çekene kadar da geriye dönmedi. bu filmle de benzer bir başarı yakaladı ancak usta yönetmenin hayatı trajedilerle sarsılmaya devam edecekti. Yönetmen bu kez de 13 yaşında bir kızla cinsel ilişkiye girmekten suçlandı. Kızın annesi de görgü tanığı olarak ifade verdi ve Polanski’nin suçlu olduğuna karar verildi. Psikiyatrik testten geçirilmeyi talep eden yönetmen, 50 yıla kadar hapis istemiyle yargılanabilecekti.''
''
AVRUPA’YA KAÇIŞ
Hapse girmek istemeyen Polanski, ABD’den ayrıldı ve 1978 yılına kadar da dönmedi. Fransız vatandaşı olan yönetmenin burada çektiği ‘Tess’ adlı film, Oscar ve Cesar ödülleri de dahil olmak üzere birçok ödül aldı.
Bundan sonra da belli aralıklarla ‘Pirates / Korsanlar’, ‘Frantic / Çılgın’ ve ‘Bitter Moon / Acı Ay’ gibi dikkat çeken filmler çekmeye devam etti. Bu arada Emanuelle Siegner ile bir evlilik yaptı ve iki çocuk sahibi oldu. Tiyatrodan ve oyunculuktan halâ kopmayan sanatçı, 1999 yapımı Johnny Depp ve eşi Emanuelle Siegner’in rol aldığı ‘The Ninth Gate / 9. Kapı’ filmiyle gündeme gelmişti.
Polanski, 2002 yapımı ‘The Pianist / Piyanist’ ile 55. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’ne layık görüldü. 68 yaşındaki yönetmenin kendi yaşam öyküsüyle benzerlikler taşıyan “The Pianist”te, İkinci Dünya Savaşı sırasında, Varşova’nın varoş sokaklarında yaşam savaşı veren bir adamın hikayesini konu alıyor.