Orgeneral Muhsin Batur, 1920 yılında İstanbul’da doğmuştur. 1940 yılında Harp Okulu’ndan asteğmen rütbesiyle mezun olmuştur. 1940 yılında 1. Tayyare Keşif Birliği’nde 6 ay kurs gördükten sonra, Eskişehir’deki Hava Okulu’nda iki yıllık uçuş eğitimini 1942 yılında tamamlayarak, Merzifon 4. Tayyare Alayı’nda pilot olarak göreve başlamıştır.1946 yılında girdiği Hava Harp Akademisi’nden 1949 yılında mezun olmuş ve Kütahya’daki 7. Tayyare Alayı’na atanmıştır. Daha sonra 9. Hava Üssü 2. Tabur Komutanlığı, Hava Okulu Öğretmenliği, 191. Filo Komutanlığı görevlerinde bulunmuş, 1954-1956 yılları arasında Napoli Airsouth Karargahı Harekat Subaylığı’nda görev yapmıştır.
1961 yılında tuğgeneralliğe yükselerek 1. Hava Kuvvet Komutanlığı’na atanmış, aynı görevde iken 1963 yılında tümgeneralliğe terfi etmiş ve 5 yıl süre ile 1. Hava Kuvvet Komutanlığı görevinde bulunmuştur. 1966 yılında korgeneralliğe terfi ederek Genelkurmay Lojistik Başkanlığı, Yüksek Askeri Şüra Üyeliği görevlerini yürütmüştür. 1969 yılında orgeneralliğe yükselerek Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmıştır. 1 Haziran 1970 tarihinde Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’nı kurmuş ve vakfın yönetim kurulu başkanlığına getirilmiştir. 30 Ağustos 1973 tarihinde emekliye ayrılmıştır.
İngilizce ve İtalyanca bilen orgeneral Muhsin Batur evli olup iki çocuk babasıdır. Orgeneral Batur, Türkiye Cumhurbaşkanı Şeref Madalyası, Üstün Hizmet Madalyası, İtalya Cumhurbaşkanı Grande Ufficiale, ABD Cumhurbaşkanı Legion of Merit, Afganistan Kralı Dusturu Evvel, İngiltere Kraliçesi K.C.V.O., Türk Hava Kurumu Altın Brovesi ve Hava Kuvvetleri Güçlendirme vakfı Altın Madalyasına sahiptir. Orgeneral Muhsin Batur, 25 Eylül 1999 tarihinde vefat etmiştir.
Dünyaya Geliş, İlk ve Orta Öğrenim
Muhsin Batur, elindeki nüfus cüzdanına göre 5 Aralık 1920’de dünyaya gelmiştir. Babası Yüzbaşı Salim Bey’in Berlin Kara Ataşe Yardımcılığı’ndan 1. Dünya Savaşı bitimi ile yurda bekar olarak dönmüş olması doğum tarihini doğrulamaktadır.
Büyükbabası Ağır Topçu Miralayı İsmail Hakkı Bey, Manastır Harp Okulu’nu bitirip subay olmuş, Gelibolu’da görevdeyken, Mekke ile İstanbul arasında ticaret yaparken Gelibolu’ya gelip yerleşen Hacı Sami Bey’in kızı Ayşe Hanım ile evlenmiş, babası ve iki amcası dünyaya gelmişlerdir.
Büyükannesi zamanın üst seviyeli yöneticilerinden Muhsin Bey’in çocuklarından Seniha Hanımdı. Seniha Hanım Girit eşrafından Kandiyeli Mehmet Efendi’nin oğlu ve sonraları Şirketi Hayriye’nin kuruculuğunu yapan Hüseyin Haki Efendi’nin 12 çocuğundan biri olan Ahmet Muhtar Bey ile kısa bir evlilik dönemi yaşamış ve annesi Semiha dünyaya gelmiştir. Büyükannesinin evliliği başarısızlıkla sona erince ağabeyi Feyzullah Bey’in Abdülhamit tarafından verilen Üsküdar Toptaşı’ndaki konağına yerleşmiş ve annesi burada, çocuksuz olan diğer teyze ve dayılarının yanında biraz da şımartılarak el üstünde büyütülmüş ve zamanı gelince de Yüzbaşı Salim Bey ile evlendirilmiştir.
Muhsin Batur’un babasının Harp Okulu’nu bitiriş tarihi 1910, sınıfıistihkam. 1911 yılında Harbiye Nezareti ve Erkanı Harbiye Reisliği orduda bir havacılık bölümü kurulması kararı alarak bir bölüm subayı İngiltere’ye, bir bölümünü de Fransa’ya pilotluk eğitimine göndermiş, babası Fransa’ya giden grupta yer almış ve pilot olarak Türkiye’ye dönmüştür. Balkan Savaşı’na ünlü Fethi Bey ile birlikte katılmış ve sonra pilotluktan ayrılarak tekrar istihkam sınıfına dönmüştür. 1. Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de Atatürk’ün birliğinde savaşırken İngilizlerin kullandığı dum dum kurşunu ile ağır yaralanmış, tedavi için Almanya’ya gönderilmişse de kol sinirlerinin kesilmiş olması yüzünden eski haline dönememiştir.Muhsin Batur ilkokula Galatasaray Lisesi’nin hemen arkasındaki İtalyan İlkokulu’nda başlamıştır. Okuma ve yazmayı çabuk öğrendi. Üçüncü sınıfın sonuna kadar bu okulda okudu. 1929 yılında, babası 38 yaşında öldüğünde üçüncü sınıfa devam ediyordu, ekonomik zorluklarla karşılaştılar fakat o yılı İtalyan okulunda tamamladı. Aile toplantısında, annesinin aylık geliri ile iki erkek çocuğu büyütmesinin zor olacağı ve bu sebeple onun, Selimiye’de yaşayan büyükbabası Emekli Albay İsmail Hakkı Bey’in yanına gönderilmesi kararlaştırıldı. 4. sınıfa Selimi Salis İlkokulu’nda başladı ve ilk zamanlarında çok sıkıntı çekti, çünkü bazı terimleri Türkçe olarak bilmiyordu. Sınıfındaki öğrenciler arasında savaştan yeni çıkıldığı için büyük yaş farkları vardı. Beşinci sınıfa geçtiğinde okul binaları değişti ve yapımı yeni biten modern Üsküdar 19. İlkokulu’na taşındılar ve ilk mezunları onlar oldular.1932 yılında Üsküdar Paşakapısı’naki ortaokula gitmeye başladı. Ortaokulu orada bitirdi. Fakat mezuniyetten biraz önce iki üzücü olay yaşadı. Önce babaannesi hastalandı, kısa bir süre sonra öldü, yirmi gün sonra büyükbabası da acısına dayanamayarak arkasından vefat etti. Bilecik’te Nafia Müdürü olan Sami Amcası onlara para gönderiyordu. O yaz (1935) tatili geçirmek üzere yanına gitti.
Annesi, kardeşi, büyükannesi, dayısı, yengesi Vaniköy’de, Fazlı Bey yalısında kiracı olarak oturuyorlardı, onların yanına gitti. Amcası da küçümsenmeyecek maddi yardım yapıyordu. 1935 yılında Haydarpaşa Lisesi’ne başladı. Fakat Muhsin Batur’un hayatında aksilikler devam ediyordu. Dayısı Feyzullah Bey şeker komasına girerek öldü ve ev yine erkeksiz kaldı, aile Beylerbeyi’nde daha ufak bir yere taşındı. Amcası da ona yazdığı mektupta evleneceğini ve yaptığı yardımı kesmek zorunda olduğunu belirtiyordu. Elindeki parasıyla Selimiye’deki evi açtı ve Haydarpaşa Lisesi 10. sınıfa devama başladı. 10. sınıfın yarısında Kuleli Askeri Lisesi’ne başvurdu ve 1937 başlarında Kuleli Askeri Lisesi’ne başladı ve liseyi burada bitirdi.
Harp Okulu, Harp Akademisi ve Hava Kuvvetleri
Harp Okulu’na başlamadan önce kıtalarda 6 ay süre ile er olarak staj yapmak gerekiyordu. Havacılar, jandarmalar, levazımlar bir trene ilave edilmiş özel yolcu vagonları ile Kayseri’deki 19. Piyade Alayına sevk edildiler. 6 ay sonra stajı bitti ve bu sefer normal yolcu vagonlarına binerek Ankara’daki Harp Okulu’na geldi.
İlk yılın sonunda sınıf geçiş notları okunduğunda 22. durumda idi. Mezuniyet senesinin yanına mezuniyet derecesi yazılır ve ömür boyu bu numara kıdem sırasını gösterirdi, sonradan yapılan hiçbir faaliyet de bu sırayı değiştiremezdi. Daha sonra kendisi komutanken bu usulü değiştirdiler ve her rütbe terfisinde başarıya göre bu sırayı değişir hale getirdiler...Mezuniyet numaraları okunduğunda Muhsin Batur 98 kişilik sınıfta 8. idi. 15 Şubat 1940 günü törenle subay kıyafetlerini giyip kılıçlarını kuşandılar.
Muhsin Batur daha sonra Hava Okulu’na başladı ve 2 Temmuz 1942’de pilot teğmen olarak oradan mezun oldu. Kurada o esnada Kütahya’da bulunan fakat Merzifon’a intikal edecek olan 4. Tayyare Alayı 58. Bölüğü’nü çekti. 4. Tayyare Alayı ikişer bölüklü iki tayyare taburu ve yer destek birliklerinden oluşuyordu. Alayda 103 subay vardı ve evliler azınlıktaydı. Kış sonuna doğru taburu, uçaklarını Merzifon’da bırakarak trenle Adana’ya intikal emri aldı. İngilizlerin verdiği yeni HURRİCANE tipi uçakları teslim alacak ve kış şartları Adana’da daha iyi olduğu için eğitimi orada göreceklerdi. Eğitim 1943 nisanında bitti ve uçaklarını alarak tekrar Merzifon’a döndüler. Haziranda ise eğitimi pekiştirmek üzere Mısır’a gönderildi. Mısır’dan Merzifon’a döndüğünde 30 Ağustos 1943’de üsteğmen oldu.
Eskişehir’de, arkadaşlarından da orada bulunanların katıldığı güzel bir törenle, orduevinde 4 Şubat 1944’de Leman Hanım ile evlendi. 13 Kasım 1944’te ilk çocuğunun dünyaya geldiğini ve bir kız çocuğu babası olduğunu öğrendi.
Muhsin Batur’un önünde kurmay olup olmama şıkkı duruyordu ve kurmay olmaya karar verdi. Sınavlara girdi ve 1946 yılı başında sınav sonuçları ilan edildi; kazanmıştı. 30 Ağustos 1946’da yüzbaşılığa terfi etti. Aynı yıl ekim ayında akademi öğrenimine başladı. Akademide birinci yılı fire vermeden bitirdiler fakat ikinci yıl 3 kişi refüze oldu. 1949 yılı ağustosunda kurmay stajyer subay olarak diplomasını aldı ve Kütahya’da bulunan 7. Tayyare Alayı 1. Bölük Komutanlığına atandı. 1950 yılında alayı lağvedildi ve yeni tayin yeri Balıkesir’deki 9.Tayyare Üssü 2. Filo Komutan Vekilliği idi. Ağustos 1951’de binbaşılığa terfi etti ve 191. Filo Komutanlığı’na asaleten atandı. Kısa bir süre sonra gelen yeni bir atama listesi ile ilk jet uçaklarını alacak filonun Harekat ve Eğitim Subaylığı’na atandı.
1952 yılı başlarında ilk jetler Balıkesir’e gelmeye başlamıştı ve aklı oraya gitmekte idi. Bu arzusunu Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muzaffer Göksenin’e iletti ve haziran 1952’de tekrar Balıkesir’deki 191. Filo Komutanlığı’na atandı. Bu arada Balıkesir’e gitmeden biraz önce 28 haziranda 2. çocuğu Enis Batur'(Şair, Deneme Yazarı, Yayıncı) dünyaya geldi.
1953 yılı haziran ayında, içlerinde Muhsin Batur’un da bulunduğu, Hava Kuvvetleri’nin çeşitli birliklerinden seçilmiş 10 subay savaş alanlarında incelemelerde bulunmak üzere iki ay süre ile Kore’ye gönderildi. Böylece yeni savaş usullerini Kore’de görmüş oldu.
NATO Karargahları’na atanan ikinci devre subaylardan biri olarak 1954-1956 yılları arasında iki yıl süre ile İtalya’nın Napoli kentinde bulundu. Eylül 1956’da tekrar yurda döndü. 30 Ağustos 1958’de albay oldu ve karargahta bir yıl daha çalıştıktan sonra kıtaya çıkma sırası geldi. Eskişehir’de bulunan 1. Ana Jet Üs Uçuş Grup Komutanlığı’na ağustos 1959’da atandı.
1959 yılındaki Uşak, Topkapı olaylarından sonra, 1960 yılı başlarında Kayseri olayı meydana geldi. Bu olaylarla iktidara ve muhalefete karşı hoşgörü demokrasi anlayışının kalmadığı görüldü ve bir anlamda 27 Mayıs’ın habercisi oldular.27 Mayıs’a daha sonra ayrıntılı biçimde değineceğim. 27 Mayıs’tan sonra kısa bir süre için de olsa Muhsin Batur Kütahya’da Belediye Başkanlığı ve Valilik yapmıştır. Fakat bir ay sonra Kütahya’dan tekrar Eskişehir’e döndü.Kuvvet Komutanı General Kireçtepe, 27 Mayıs öncesi ve sonrası tutumlarından dolayı Ankara’ya alınınca General Tulgan 1. Kuvvete, Muhsin Batur da 1. Ana Jet Üs Komutanlığı’na vekalet etmeye başladı.
1960 Roma Olimpiyatları’nda Türk kafilesinin yanında bulundu. 13 Haziran 1961’de 1. Hava Kuvvet Komutan Vekilliği’ne atandı. 30 Ağustos 1961’de tuğgeneralliğe terfi etti ama görev yeri değişmedi.
Çok partili özgürlükçü bir demokratik düzene doğru hızla yönelinmişti ve bu gidiş iyi olmasına rağmen Silahlı Kuvvetlerin bir bölümünde bazı rahatsızlıklar hissedilmeye başlanmıştı. Ekimin sonlarına doğru İstanbul’dan bir davet aldı fakat gitmedi. O toplantıda bazı general ve subayların katılımı ile 21 Ekim Protokolü diye bir yazılı metin imzalamışlar ve 25 ekimden sonraya kalmamak şartıyla yönetime el koymaya karar vermişler 1962 yılına girildiğinde Silahlı Kuvvetler içinde huzursuzluklara paralel olarak disiplinsizlikler de arttı.
Silahlı Kuvvetler’deki kaynaşmanın başını Talat Aydemir ve grubu çekiyordu. Talat Aydemir ve arkadaşlarının Ankara dışına atanmaları sonunda 22 Şubat olayı patlak verdi.22 Şubat gün ve gecesi Albay Talat Aydemir’in emri ile şehrin bir bölümünü kontrol altına alan Harp Okulu telaş ve kargaşa yaratmıştı. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Mürted Havaalanı’na götürülüp güvence altına alındı. Başbakan İnönü, hükümet üyeleri ve parti üyeleri ise Hava Kuvvetleri Karargahı’na geldiler ve geceyi orada geçirdiler. 1962 yılının sonlarına doğru da sonradan 11 Havacı Subay diye adlandırılacak olayın ilk belirtileri açıkça görülmeye başlandı. 11 Subay olayı emeklilik işlemleri ile kapandı, konu ile ilgili başka emeklilik işlemleri de sonradan yapıldı ve Hava Kuvvetleri yine kayıplara uğradı.
İstanbul civarında bulunan füze birlikleri de Yeşilköy’de yapılan bir törenle 1. Kuvvet’e devredilmiş ve Muhsin Batur’un sorumlulukları arttı. 30 Ağustos 1963’de tümgeneralliğe terfi etti ama aynı görevine devam etti. 1966-1968 yılları arasında Genelkurmay Lojistik başkanlığı görevini yürütmüştür. 1968’de Fransa’nın daveti üzerine, iki yılda bir Paris civarındaki Bourget alanında düzenlenen uluslar arası uçak sanayi sergisine gitti. Fransızların sesten iki kat hızlı uçakları MİRAGE ile başarılı bir uçuş gerçekleştirdi. 1968 yılı eylül ayı başında Yüksek Askeri Şüra Üyeliği’ne başladı. 1969 yılı ise Muhsin Batur için ayrı bir önem taşıyordu. Gelmek istediği yere en sonunda ulaştı; Hava Kuvvetleri Komutanı. Bu haberi ona ağustos 1969’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Tağmaç’tan önce Milli Savunma Bakanı Ahmet Topaloğlu verdi.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı
Muhsin Batur ulaşmak istediği noktaya ulaşmıştı. Ağustos 1969’da komuta katı şöyle düzenlenmişti; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nazmi Karakoç, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur.
İlk iş olarak Ankara’daki protokol halletti, daha sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmış birlikleri dolaştı. Bu geziler bitince de Genelkurmay’da boş zamanlarında tasarladığı Komutanlık Direktifi’ni yazıp bir kitapçık bastırarak birliklere gönderdi.
Her Kuvvet Komutanı gibi Muhsin Batur’un da amaçları vardı. Daha güçlü, daha eğitimli, daha inançlı ve yavaş yavaş dışa bağımlılığı azalan bir Hava Kuvvetleri. Bu amaçlarının bir kısmına ulaştığı söylenebilir. Bakım ve onarım tesisleri gelişirken, dış yardımlardan temin edilen savaş, nakliye ve eğitim tipi uçaklarla Hava Kuvvetleri oldukça güçlendi. Atatürk döneminden sonra ilk defa milli bütçe olanakları ile FANTOM savaş uçaklarının alınması ile ilgili anlaşmayı Muhsin Batur imzaladı. Ayrıca Muhsin Batur’un komutanlığı döneminde her yıl bir ülkede olmak üzere Amerikan, İtalyan, Yunan ve Türk hava kuvvetleri timlerinin katılımı ile NATO atış müsabakaları düzenlendi.
26 Ağustos 1973 günü, Senato Başkanı Tekin Arıburun, Başbakan Naim Talu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sancar, komutanlar, generaller, subaylar ve assubayların katıldığı bir törenle görevini orgeneral Emin Alpkaya’ya devretti.
Emeklilik
Muhsin Batur emekli olduktan sonra günlerini genelde okuyarak, istendiğinde basına demeç vererek, arkadaşlarıyla ava çıkarak ve yurt içinde seyahatle geçiriyordu. 1974 haziranında cumhurbaşkanından bir davet aldı ve senatör seçileceği yeniden belirtildi. Muhsin Batur’a resmen senatör seçildiği Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu’nun imzasını taşıyan bir yazı ile bildirildi. Senato kürsüsünden and içtikten sonra da hukuki formalite tamamlanmış oldu. Meclis kürsüsüne ise ilk defa Kıbrıs barış Harekatı yapılan gizli oturum sırasında çıktı.
CHP-MSP koalisyonu dağıldıktan sonra CHP’den kendi saflarına katılması için teklif aldı. Bu teklifi olumlu karşıladı ve CHP’ye katıldı. CHP adına ilk konuşmasını 1975 yılı Milli Savunma bütçesi üzerinde Senato’da yaptı. Senatör olarak genellikle askeri konulara değinmekle yetiniyordu. 6 yıllık senatörlük döneminde diğer bir uğraş alanı da NATO ile ilgili konularda oldu. Kuzey Atlantik Asamblesi toplantılarına Türkiye, milletvekili ve senatörlerden oluşan on kişilik bir heyetle katılıyordu. Heyette partiler güçleri oranında temsil ediliyordu ve her partiden parlamenter bulunuyordu. İki yıl üye ve üç yıl başkan olarak beş yıl heyette bulundu. CHP saflarında halkla ilk teması, bir heyet halinde gittikleri Serik ve Elmalı olayları dolayısıyla Antalya’da oldu.
16 nisan 1980 günü, dört grup başkanvekilinin imzası ile cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladı. CHP kendi içinden birini cumhurbaşkanı seçtirme şansını büyük ölçüde 1979 seçimleri sonuçları ile kaybetmişti. Çünkü seçimler sonrası senatör adedi 14 eksilmiş, daha önceden onların olan iki milletvekilliği kazanılamamış ve bir milletvekilleri de vefat etmişti. Yani toplam 17 oy kayıpları vardı. 16 nisandan sonra yapılan 4 tur oylamada sırası ile 263, 261, 258, 252 oy aldı. 15 mayısta adaylıktan çekildi, 3 haziranda tekrar adaylığı ilan edildi. 6 haziranda adaylıktan tekrar çekildi çünkü 7 haziranda senatörlüğü sona eriyordu. Senatörlüğü sona özlediği sade bir vatandaş yaşamının rahatlığına kavuştu.
27 Mayıs Devrimi
Türkiye’de 27 Mayıs 1960 sabahı yapılan devrimin nedenlerini demokrat iktidarın iç politika tutumunda, özellikle ekonomik huzursuzlukta aramak gerekir. Demokrat Parti’nin dış politika tutumunun bu devrimin yapılmasında önemli bir payı olduğunu söylemek oldukça güçtür. Nitekim 27 Mayıs devrini yapanlar, daha devrimin ilk günü Türkiye radyolarında yayınladıkları bildiride bu devrimin dış politika meselelerinden yapılmadığını dolaylı da olsa belirtmişlerdi. 27 Mayıs’a nasıl gelindiğini, 27 Mayıs öncesi ve gecesi neler yaşandığını, bizzat devrimin içinde bulunan Muhsin Batur’un ‘Anılar ve Görüşler’ adlı kitabında yazdığı şekilde geçiriyorum.
Anlatan: Hava Kur. Alb. Muhsin Batur
27 Mayıs 1960 tarihine tekaddüm eden gün, ay ve yıllarda, yurtta cereyan etmiş ve etmekte bulunan hadiseler aklı selim sahibi vatanseverlerin ruhlarında derin akisler ve üzüntüler yaratmış ve yaratmakta devam ediyordu. Hele, Türk tarihinde işgal ettiği önemli rolü ile biz Silahlı Kuvvetler mensupları, ettiğimiz yemine aykırı hadiselerin cereyanı karşısında hareketsiz kalmakla büsbütün mustarip idik. Türk Havacılığının en büyük merkezi olan Eskişehir garnizon mensupları, bilhassa 28 Nisan olaylarından sonra gergin, kederli, azimli fakat kararsız bir hava içerisinde idiler.İnkılaba ve intihale tekaddüm eden son bir ay içinde şahit olduğum, basit gözüken, haddizatında önemli olan 4 küçük hadiseyi zikretmekle bu havayı belki biraz canlandırabilirim.
Birinci Hadise :
Mayıs 1960, ilk haftasında bir gece evde yalnız otururken karı çalındı, açtım. Üsse mensup genç subaylardan Yzb. Ruhi Köni ‘içeri girebilir miyim’ dedi. ‘Gel bakayım, hayır ola, ne var?’ dedim. Oturdu, biraz durdu ve birdenbire ağlamaya başladı. Biraz sonra ağlaması durdu ve ciddi bir ifade ile ‘ Albayım, bu cereyan eden hadiseler karşısında ne düşünüyorsunuz? Biz hiçbir şey yapmadan böyle bekleyecek miyiz? Benim üç tane çocuğum var, bunlar büyüdükleri zaman: Baba, İstanbul’da, Ankara’da talebeler öldürülürken sen subaymışsın, bir şey yapmadın mı o zaman? Diye sorarlarsa benim vaziyetim ne olur’ dedi.Ben kendisini teskine çalıştım, ‘Farzet ki kendi çapımızda bir harekete tevessül edelim, münferit yapılacak işlerden başarı beklenemeyeceği gibi, bu, istikbale ait ümitleri de baltalayabilir.’ dedim. Yüzbaşı Köni ile bu gibi nazik meseleleri konuşacak bağlantıda değildik. Kendisi belki bana fazla itimat ediyordu, fakat yaptığı hareketin tehlikesini vatan sevgisinden görecek halde değildi.
İkinci Hadise :
Tahkikat Komisyonu’nun faaliyetini kesifleştirdiği
en kritik günlerden birinde şehre askeri otobüslerle mesaiden dönen subaylar, şehrin ana caddesinden ‘Dağ başını duman almış’ marşını söyleyerek geçmiş, bu hal Vilayet ve Demokrat Parti teşkilatının şikayetini mucip olmuşsa da alınacak tedbir veya verilecek cezanın yaratacağı aksülamelden korkulduğu için olacak, mesele kapatılmıştı.
Üçüncü Hadise :
25 Mayıs 1960 günü Adnan Menderes Eskişehir’e gelecekti. Fakat gelişi mütemadiyen gecikiyordu. Garnizon Komutanı durumdan pek emin olmadığından olacak karşılamaya üst rütbeli subaylardan kimseyi çağırmamıştı. Mesai saati bitti, genç subayların yavaş yavaş, Menderes’in tayyareden indikten sonra geçeceği güzergahta bulunan malzeme sandıklarının gerisinde toplandıklarını ve gizlendiklerini gördük. General Tulgan ile vasıtalarımıza binip evlerimize gittik.
Ertesi sabah, bizim gençlerin karşılama töreninin ne olduğunu öğrendik.Basit bir karşılama töreni. Tam Menderes’in otomobil kafilesi mezkür yere yaklaşırken, subaylar sandıkların arkasından ortaya çıkıp muntazam bir sıra teşkil ediyorlar, bu subay topluluğunu lehte kabul eden Menderes, otomobilini yavaşlatarak selam almak için hazırlanıyor, tam selam vereceği sırada subaylardan biri ‘Geri dön’ komutu veriyor. Subaylar, elleri ile, arkada kalan Menderes ve kafilesine, özel bir el işareti verdikten sonra ‘Dağ başını duman almış’ marşını söyleyerek uzaklaşıyorlar. Garnizon Komutanı 26 mayıs sabahı üsse gelerek bu subayların derhal bulunmasını, esasen içlerinden bir iki tanesini teşhis ettiğini, bunlar vasıtası ile hepsini bulacağını ve rütbelerini söktüreceğini beyan ediyorsa da, muhataplarının azimli ifadeleri karşısında başka bir şey yapamadan geri dönüyor.
Dördüncü Hadise :
Demokrat Parti’nin kendinden emin olduğu dönemlerde protokole riayet edilmez, devlet erkanı, protokole tabi olmak şöyle dursun, bir yemek masasında oturmasını dahi bilmez kişiler, parti mensupları oldukları için davet edilirler, fakat bizleri davet lüzumu görülmezdi. Adnan Menderes’in 25 mayısta Eskişehir’e gelişinde, herhalde Silahlı Kuvvetlerin halihazır idare ve gidişi destekledikleri manasına alınsın diye, garnizonda bulunan bütün general, albay, yarbay rütbesindeki subayları akşam yemeğine çağırmak lütfunda bulunmuşlar. Bu haber yayılınca genç rütbeli subaylardan bazıları ve Kuvvet Lojistik Başkanı Kur. Albay Şekip Saybaşlı tarafından bizlere ricada bulunularak, yemeğe gitmememiz istendi. Davetiyeleri almamak için makamlarımızda oturmamaya karar verdik. Garnizon Komutanı davetiyeleri bizlere resmi evrak tarzında göndermekle tedbirimizi boşa çıkardı ve mecburen yemeğin verileceği şeker fabrikasına gittik.
Salonun giriş methali gittikçe kalabalıklaşmaya başladı. Öyle bir kalabalık ki, tabir biraz fena fakat ne çare ki doğru; ayakların baş olduğu, memleketin idaresinde bunlar mı söz sahibi olacak dedirtecek bir topluluk. Subay ve üniformalı olarak böyle bir parti topluluğu içinde bulunmaktan üzüntü duymaya ve burayı terketme çaresini araştırmaya koyulduk. General Tulgan ‘Gece uçuşunda bir tayyare kırılmış, gidip bakalım geliriz’ diye yüksekçe sesle konuştu ve Albay Azaklı, Albay Çelensü, Albay Atayurt ile hep beraber salonu terkettik. Dışarıya çıktığımızda teneffüs ettiğimiz hava bize her zamankinden daha temiz geldi.
İşte bu anlattığım hadiseler Eskişehir’de havacıların ruhi durumunu izaha kafidir zannederim. 26 mayıs akşamı, hepimiz üzüntülü, kaygılı bedbin fakat aynı zamanda bir hissikablelvuku ile ümitli, heyecanlı ve korkusuzduk. Saat 20:30 sıraları idi. Evde yalnızdım. Eşim İstanbul’da okulda bulunan kızımızı almak üzere gitmişti. Kapı çalındı, açtım, resmi kıyafetli fakat şapkasız ve rengi sararmış, heyecanlı bir vaziyette Yarbay Agasi Şen’i gördüm. ‘Hayrola, ne arıyorsun burada?’ dedim. Aramızda şu muhavere geçti;
- Albayım, hemen resmi giyin, silahını al gel, gidelim
- Anladık, gelirim ama sen gir içeri anlat, evde kimse yok.
- Yenge, çocuk yok mu?
- Yok.
- Ev sahipleri ses işitir mi?
- İşitmez, haydi gel içeri.
- O halde kapıda Yarbay Kaymaklı var, onu da çağırayım.
Kaymaklı da geldi, oturduk. Kah biri, kah diğeri üç dört dakikalık bir izahatla İstanbul ve Ankara’da icra edilecek harekatın gaye ve icrasına ait açıklamalarda bulundular ve Eskişehir’in hava birliklerinin en kesif olduğu yer olması ve Hava Kuvvetleri’mizin de bu harekata katılması, ayrıca Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve takriben 25 kadar DP milletvekilinin burada bulunması dikkate alınarak hemen icraata geçmeyi teklif ettiler. Heyecan, biraz korku, aynı zamanda sevinç içinde, yani karmakarışık bir haleti ruhiye içindeydim.
Gerekli tedbirleri alıp icraata geçebilmek için kuvvet ve kumanda sahibi arkadaşlarımızla konuşmaya karar verdik. İlk olarak General Tulgan’a haber verilmesini teklif ettim. Yarbay Kaymaklı otomobili ile gidip kendisini evinden alıp getirdi. Gayet kısa bir izahattan sonra derhal bize iltihak etti. Telefonla 4. Hava Üs Komutanı olan Kur. Albay Mustafa Azaklı’yı aradım. Telefona çıkınca ‘Biraz bize gelsene, birkaç arkadaş daha var, oturur konuşuruz’ dedim. ‘Anladım, geliyorum’ dedi ve evden içeri girer girmez ‘Haydi, başlıyor muyuz’ dedi.
Halbuki daha önce bu mevzuda hiçbir konuşma geçmemişti. Demek ki hepimiz teker teker aynı şeyi düşünmekte, fakat harekete geçmek için ufak bir işaret beklemekteydik. Önemli bir silah kudretine sahip uçaksavar birlikleri de işbirliğine davet gerekiyordu. Bu maksatla, eski bir havacı büyüğümüzün kardeşi olan Uçaksavar Tugay Komutan Muavini Albay Nadir Bürgüt’ü, Yarbay Kaymaklı otomobili ile alıp getirdi. Albay Bürgüt’e maksat ve gaye anlatıldı, kendisi de memnuniyetle aynı safta yer alacağını, yalnız evinde eşinin ve kızının telaşlandığını, kendisinin eve dönüp ailesine bir sebeple vazifesine gideceğini söylemek üzere, yarım saatlik bir zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. Üzülerek itiraf etmem lazım ki, hepimiz şüpheli nazarlarla birbirimize baktık. ‘Hiç ayrılmasak daha doğru olmaz mı?’ dedik. Nihayet Yarbay Kaymaklı’nın onu götürmesine karar verdik. Gittiler, yarım saat sonra Albay Bürgüt geldi, seferi elbisesini giymiş, silahını almıştı. Hepimiz utandık, sevindik ve gözlerimiz yaşardı. Bundan sonra ne tarzda hareket edileceğine dair fikir münakaşaları yapıldı ve nihai karara varıldı. Kararın gerekçesi ve kendisi şöyle hülasa edilebilir; Ankara ve İstanbul ile irtibat müşkül ve esasen irtibat aramak tehlikeli, gecenin erken saatlerinde Eskişehir’de harekata başlamak, herhangi bir sebeple Ankara ve İstanbul’da bir tehir vaki olursa harekatın mahalli olarak açığa vurulması ve neticeye ulaşmamasını ihtaç eder, bu sebeple bütün tedbirleri alıp icraya radyo yayını ile başlamak...
Bu esasa göre hareket edilerek, Albay Azaklı 1. ve 4. Üs eratı ile garnizonda yatan genç subayları ve Albay Bürgüt Uçaksavar Birliği’ne giderek gerekli ikazları yapıp, tedbirleri aldıktan sonra eve döndüler.
Gece saat 2’de muhtelif vasıtalarla, arka yollardan meydana geldik, şehir telefonu ve radyosu bulunan Albay Azaklı’nın odasına girdik.Yarbay Nüzhet Yolaç da bize iltihak etti.Zaman mefhumu ve ölçüleri sanki değişmişti. Dakikalar saat olmuştu. Sigara dumanından göz gözü görmüyor, bazen sanki hiçbir şey yokmuş gibi şakalaşıp gülüşülüyor, bazen odayı derin bir sessizlik kaplıyordu. Saat 3’e doğru askeri telefon hattı üzerinden Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nı aradık, cevap alamadık. Biraz sonra şehir telefonu ile İstanbul’da lalettayin bir aboneyi istedik.Postanedeki memur ‘ Muhtelif güzergahlar üzerinden İstanbul’a irtibat temin edemedim’ deyince heyecanlandık ve sevindik, demek ki bir şeyler başlamıştı.
Mütemadiyen İstanbul ve Ankara radyolarını karıştırıyorduk. Saat 3:30’da İstanbul radyosu cihazının çalıştığı belli oldu. Saat 4:16’da katibim sinyalini vurmaya başladı. Saat 4:30’da dikkat kelimesini duyar duymaz sevinç gözyaşları içinde birbirimize sarılıp radyo yayınının tamamını dinlemeden koşarak odayı terkedip otomobillere binerek, meydanın diğer tarafında bulunan erat karargahına geldik. Hazır ve cephaneleri bulunan genç subaylar kumandasında evvelce kararlaştırılmış noktaları tutmaya ve Adnan Menderes’in bulunduğu şeker fabrikasını kuşatmaya sevk edildiler. Burada bir noktanın kısmen açıklamasında zaruret vardır. Kuvvet karargahında emri kumandaya sahip olmak, şeker fabrikasından sabık başvekilin ve Hasan Polatkan’ın birer dakikalık fasılalarla mütemadiyen Kuvvet Komutanı ile temas aramaya çalışmaları ve hazır kuvvetlerin şehre sevki esnasında 15 ile 20 dakika kadar bir zaman kaybedildi. Bu sebeple Albay Azaklı kafilesi Adnan Menderes’i tevkif için şeker fabrikasına gittiğinde mebuslardan başka kimseyi bulamadı. Vali, Emniyet Müdürü işin ciddiyetine inanmıyorlar veya korkudan söylenileni anlamaktan aciz olarak emrivakiyi kabul etmek istemiyorlardı. Derhal cebren getirilmeleri yoluna gidildi.
Menderes, Polatkan ve ufak çaplı bir maiyetin, otomobillerle şehri terk ettiği öğrenildi. Bir kısım jet tayyareleri İstanbul ve Ankara’da inkılabın zafer tonolarını atmak üzere kaldırılmışlardı. Menderes’in kaçış haberi gelince, kısa bir fikir teatisinden sonra bilhassa Konya’ya iltica tehlikeli görüldü. Derhal 4. Üsse ait F86 tayyareleri kaldırılarak kafilenin keşfine gönderildi. Biraz sonra kafileyi bulan ve otomobillerin üstünden çarpacakmış gibi, alçak irtifadan geçen havacılarımızdan haberler gelmeye başladı.’ Kafile Kütahya’ya 10 dakikalık mesafede’ , ‘5 dakikalık mesafede’, ....
Kıymetli av bulunmuş yakalanması kalmıştı. Derhal Kütahya’daki Hava Eğitim Er Tugayı’na telefon edilerek Menderes ve maiyetindekilerin, bir hadiseye mahal verilmeden tugaya getirilmesi ve muhafaza altına alınması emredildi. Biraz sonra Binbaşı Biltan idaresindekiC47 tayyaresi ile Kütahya’ya doğru havalandık. Vazifeyi almak için, birkaç yolcu tayyarelik gönüllü subay vardı fakat bu arzuyu yerine getirmeye imkan yoktu. Gönüllülerden ancak Kur. Alb. Şekip Saybaşlı, Bnb. Necati Gültekin, Bnb. Cihat Üstündağ, Üsteğm. Erhan Suar ve Teğm. Aytekin Bilgi ile Teğm. Vural’ı almıştım. Hepimizde ikişer tabanca ve yalnız bir genç subayda makineli tüfek vardı.
Tayyarede, bütün subayları topladım ve ne şekilde hareket
edeceğimize dair kendilerine talimat verdim. Meydana indiğimiz zaman, Tugay Komutanı Albay Süleyman Demet ve Vilayet Jandarma Komutanı Albay Hamdi Alkan tarafından karşılandık. Albay Demet, Menderes ve maiyetindekilerin kendi odasında olduğunu söyledi. Ben ve beraber gelen subaylar derhal binaya girerek üst kattaki odaya çıktık. Odaya girdiğim zaman Adnen Menderes, Tahsin Yazıcı ve Zihni Üner odanın ortasında ayakta, Hasan Polatkan kumandanın masası yanında telefonla görüşmek üzere idi. Ben ve yanımdakiler odadakilere askerce selam verdik.Adnan Menderes bana doğru ilerledi. Elimi sıktı ve vaziyet nedir gibilerinden başını bir tarafa eğerek baktı, bekledi. Kendisine ‘Silahlı Kuvvetler memleket idaresini ele aldı, benim vazifem sizi Eskişehir’e götürmektir’ dedim. Biraz duraladı. ‘Yani beni tevkif mi ediyorsunuz’ sualini sordu. ‘Sizi emniyet altına alarak Eskişehir’e götüreceğim’ cevabını verdim. ‘Suçum nedir’ dedi. ‘Ben size suç izafe etmekle vazifeli değilim’ dedim. Bu sırada Bnb. Necati Gültekin masanın yanına giderek, Hasan Polatkan’ın telefon muhaveresine mani oldu.
Adnan Menderes hepimizin yüzüne teker teker bakıyor, sanki tesir altına almaya çalışıyordu. ‘Müsaade ederseniz ben arkadaşlara istişare edeyim’ dedi. ‘Buyrun edin’ cevabını verdim. Odadan çıkmamızı arzu eden bir halleri vardı. Albay Saybaşlı da bana ‘çıkmayalım’ işareti veriyordu. Biz odayı terk etmeyince de konuşmaktan vazgeçtiler. Üsteğm. Suar ilerledi ve kendilerine tayyareye binecekleri için üzerlerinde silah araması yapacağını söyledi, üzerlerinden silah çıkmadı.
Sırası gelmişken, o esnada cereyan eden ufak bir husus üzerinde eksik hareket ettiğimi ifade etmek isterim. Hadise şu: Emekli General Tahsin Yazıcı, bilindiği gibi Kore Tugayımızın ilk kumandanıdır. Şimdi ise sakıt bir milletvekili idi. Üzerinde silah olup olmadığı araştırılırken gözleri yaşla doldu, dudakları heyecandan titremeye başladı. İşte o esnada kendisine şu suali sormamakla hata ettim: generalim, üstünüzün sizden yaşça ve rütbece çok küçük bir subay tarafından aranmasına üzüldüğünüz için mi, yoksa mensup olduğunuz şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, memleketin uçuruma gitmesinin önüne geçerek sizi bir yanlışlıkla girdiğiniz, fena bir topluluktan çekip kurtardığı için sevinçten mi ağlıyorsunuz? Belki o sıralar sorulmayan bu sorunun cevabını ileride kendisi verir.
Arama işine müteakip, kendilerini ortamıza alarak merdivenleri indik, alt odanın kapısının önünden geçerken, bir kalabalıkla karşılaşınca ‘kimsiniz siz’ dedim. İçeride 8 kadar muhafız polis, hususi kalemden ve hariciyeden birer memur vardı. Derhal silah araması yaptırarak silahları toplattım. Üzerlerinde bizim kafilenin üzerinde bulunandan fazla silah çıktı. Polisleri orada nezarette bırakarak, memurları kafileye katıp tayyareye bindik.
Önce Eskişehir’e indik, fakat tayyareden benden başka kimse indirilmedi, orada 5 dakikalık bir duraklamayı ve yeni talimatı alışı müteakip, Ankara’ya doğru havalandık. Tayyarede, Tahsin Yazıcı ve Zihni Üzer’in bana ‘ Bu harekatın başında kim var’ ve benim de kendilerine ‘ Bilmem, herhalde biri vardır’ cevabımdan başka bir konuşma geçmedi. Adnan Menderes devamlı olarak sigara içiyordu. Nihayet cebindeki paketi bitirdi, arkadaşlar kendisine sigara verdiler. Ankara’nın güvercinlik hava meydanına inip tayyarenin kapısı açılınca, başta General Burhanettin Uluç olmak üzere kalabalık bir subay grubunun heyecanla bekleştiklerini gördük. Eskişehir’deki havacıların ilk safhadaki vazifesi bitmiş, emanetler teslim edilmişti. Millet çoğunluğunun ruhen hazır olduğu ve inandığı hamle yapılmış ve başarıya ulaşmıştı. Milletimizi böyle kabus ve başarıların tekrarından tanrı korusun.
Ankara’ya yaklaşırken, uçağımız İzmir’den gelmekte olan başka bir uçakla telsiz irtibatına geçti. Uçakta Orgeneral Cemal Gürsel’in bulunduğunu, yani yönetimin başına geçecek insanın Cemal Gürsel olduğunu ancak o zaman öğrendim. Öyle bir ortamda idik ki herhangi bir kişinin kibriti çakması yeterli idi. Sorgusuz, sualsiz kendimizi bu işin içine atmış ve başarısızlık halinde başımıza neler gelebileceğini düşünmek aklımıza bile gelmemişti.
12 Mart Dönemi
12 Mart Dönemi’ne yine Muhsin Batur’un ağzından, Yeni Şafak gazetesinde çıkan ‘ 12 Mart Muhtırası’ yazı dizisinin bir bölümünü aynen buraya geçirerek devam edeceğim.
Batur: 12 Mart başarısızdı
12 Mart 1971 Muhtırası`nı kaleme alan, o dönemde Türkiye`nin en güçlü kişisi olarak belirtilen Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, askeri müdahalelerin çözüm olmadığını söylemişti. 12 Mart Muhtırası`nın 25. yılında, 15 Ocak 1996 tarihinde, İstanbul Fenerbahçe Orduevi`nde yaptığımız görüşmede emekli Orgeneral Muhsin Batur, 12 Mart`ın başarılı olamadığını vurgulamaktan çekinmedi. 27 Mayıs İhtilali`nden sonra ülkede siyasi kamplaşmanın bitmediğini, dolayısıyla 61 Anayasası`nın öngördüğü reformların yapılmadığını, uygulamada sorunlar yaşandığını belirten Batur, o günlerde Silahlı Kuvvetler`i rahatsız eden suistimallerin bugünküler karşısında `devede kulak` kaldığını kaydediyordu.
Orgeneral Muhsin Batur, Silahlı Kuvvetler`in isteklerini Milli Güvenlik Kurulu`nda dile getirdiğini, `saman altından su yürütülmediğini` ileri sürdü. Batur, şu tespitlerde bulundu:
"25 yıl önce yapılmasını istediğimiz vergi reformu, sağlık reformu, eğitim reformu, yerel yönetimlerin kuvvetlendirilmesini sağlamak gibi konular iki askeri ihtilal ve bu kadar sivil yönetimler tarafından hâlâ gerçekleştirilemedi. Bunlar hâlâ Türkiye`nin gündeminin birinci maddesini teşkil ediyor."
`Silahlı Kuvvetler ikiye bölündü`
Muhsin Batur, muhtıraya giden süreci ise şöyle anlatı:
"O dönemde Silahlı Kuvvetler Doğan Avcıoğlu grubu ile siyasete bulaştı ve ikiye bölündü. Bu bölünme hem devlet erkanı tarafından, hem askerler tarafından biliniyordu. Ben kendi raporumda da onu belirttim.
Peki niye onlara karşı tedbir alınmadı? Alınamadı çünkü Türkiye`yi onlar bu hale getirmemişti. Onlar da hal çaresi arıyordu. Onların hal çaresi çok katı idi. Biz uyum göstermiyorduk. Doğan Avcıoğlu`nun planına göre bütün partiler kapanacak, sendikalar kapanacak, devrim konseyi kurulacak, bütün devlet erkanı mostralık olacak, ithalat-ihracat devletleşecek... Böyle bir düzen. Ama biz hiçbir şey yapmasak alt taraftan bir hareket gelecekti. 27 Mayıs örneği gibi. Biz 12 Mart Muhtırası vererek orta yolu bulmak istedik. Ama sonunda başarılı olamadık. Yapmayı düşündüğümüz hiçbir işi yapamadık. Hâlâ aynı sorunlar Türkiye`nin gündeminde"
Cuntaları biliyorduk
12 Mart`ın 9 Mart`a yani Madanoğlu Cuntası`na karşı yapıldığını söyleyebilir miyiz?" sorusuna Muhsin Batur, şu karşılığı verdi:
"Aşağı yukarı. Ama eninde sonunda müdahale olacaktı. 9 Mart büyütülmüş bir olaydır. Bunların kadroları belliydi ve gizlisi yoktu. O hareketin toplantılarına katılan bazı generaller gelip Genelkurmay Başkanı`na bilgi veriyorlar, ikili oynuyorlardı. 12 Mart olmaz da 15 Mart olurdu. Bir müdahale kaçınılmazdı. Fakat müdahalenin 27 Mayıs yahut 12 Eylül gibi olmasına hiçbirimiz yanaşmadık. Hakikaten memlekette gerçekleştirilmesi lazım gelen bazı işler varsa işte biz müdahale ediyoruz, size süre tanıyoruz şunu Meclis yapsın dedik. Particilikten bir süre sıyrılsınlar, bir müşterek zemin bulsunlar dedik ama olmadı maalesef."
Emekli orgeneral Muhsin Batur, konuşmasında 12 Eylül`ün 12 Mart`tan ders aldığını, aralarında en büyük farkın ise 12 Eylül`ün komuta kademesinde birlik ve beraberlik varken 12 Mart`ın komuta kademesinde uyumun olmadığını belirtti.
`TSK AYRINTIYA GİREMEZ`
Muhsin Batur, röportajda artık sivillerin kültür seviyesi ve kültürlü sivil sayısının askerleri geçtiğini söyledikten sonra şu tespitlerde bulunuyordu: "Benim görüşüm, Türkiye sıkıştığı zaman Türk Silahlı Kuvvetleri kötülüğe dur desin ve orada bıraksın, detaya girmesin. Çünkü askerlerin yetişme tarzı detaya girmeye müsait değildir. Ben valilik de yaptım ihtilal zamanında. Ama yaptım mı yaptım işte. Biz valiliğe, hukukçuluğa, maliyeciliğe hazırlanmış değiliz ki. Bu bakımdan bu işlere girmek macera olur. Biz azami dur diyelim, ötesine girmeyelim."
12 Mart`ta dış destek yok
Muhsin Batur 12 Mart Muhtırası`na olduğu günden bu yana dış tesirlerle yapıldığının söylendiğini ancak kendisinin 3 defa ABD`ye gittiğinde kimsenin bir şey sormadığını söyledi. Batur, iddiaları şöyle yalanlıyordu: "Biz dış müdahale görmedik. Şu kanaate vardım. Amerika`yı karşına almadan ne yaparsan yap Amerika`yı çok ilgilendirmiyordu. Demokrasi varmış yokmuş bu Amerika için önemli değildir. 12 Eylül`ü de gördükten sonra bu kanaatim pekişmiştir. Eğer bizi sömürüyor iddiaları ile karşısına çıkmazsanız ABD aldırmaz ama Avrupa aldırır." `Ordu tekrar müdahale yapar mı?` sorumuza Batur Paşa, (o günlerde post modern darbe henüz gündemde olmadığından) klasik darbenin yapılmasına hiç ihtimal vermiyor, bunun gerekçesi olarak da "Enflasyon emirle düşmez ki..." diyordu.
KAYNAKÇA
- Anılar ve Görüşler ‘Üç Dönemin Perde Arkası’, Muhsin Batur, Milliyet Yayınları
- Bay Pipo, Doğan Yurdakul-Soner Yalçın, Doğan Kitap
- www.yenisafak.com.tr
HAZIRLAYAN: AHMET GÜLEŞ