İki büyük Alman düşünürü Nietzsche ile Heidegger'in ortaya koyduğu düşünceler üzerinden giderek özellikle yorum bilgici felsefe bağlamında ortaya koyduğu özgün yorumlarla yakın dönem kıta felsefesinin adından en çok söz ettiren İtalyan felsefecisi. 1936 yılında İtalya'nın Torino kentinde doğan Gianni Vattimo, "Liceo classico" adı verilen zorlu klasik çalışmalar programını başarıyla tamamladıktan sonra, Luigi Pareyson ile birlikte Torina Üniversitesi'nde 1950'li yılların ortalarına dek Alman felsefesi yönelimli çalışmalarda bulundu. Pareyson, 1940'ların başlarında faşist rejim altındaki İtalyan kültürünün özgür düşünme ortamından bütün bütün yoksun olması gerçeğine karşın, İtalya'da varoluşçuluğu keşfetmeyi başarmış tartışmasız ilk büyük düşün adamıdır. Nitekim savaşın bitimini izleyen yıllarda, faşizmin küllerinden yeni ve daha kozmopolit (evrendeşçi) bir kültür yaratma amacıyla yürütülen ortak bir çabanın göze çarptığı İtalya'da, Pareyson Heidegger düşüncesini yorum bilgisi disipliniyle birlikte çağdaş İtalyan felsefesine tanıtan ilk kişilerden biri olmuştur.
Vattimo, Pareyson'un yönetiminde Torino Üniversitesi'nde doktorasını verdikten sonra, felsefe çalışmalarını Batı Almanya'daki Heidelberg Üniversitesi'nde, her ikisi de 1920'lerde Marburg'da Heidegger'in öğrencisi olan Hans-Georg Gadamer ve Karl Löwith'le birlikte sürdürmüştür. 1960'ların başlarına gelindiğinde, Vattimo'nun yürütmekte olduğu araştırmaların yönünü XIX ile XX. yüzyıl felsefelerine, en çok da öteden beri fırsat buldukça hep çalıştığı bir alana, yorum bilgisi ile varlık bilgisine çevirdiği görülmektedir.
Vattimo'nun düşünce yolundaki bu yön belirleyişi ya da yönünü bulmuşluk duygusu, 1960'lardan başlayıp 1990'lara dek süren yoğun bir düşünce üretimine, özellikle de Schleiermacher, Nietzsche ve Heidegger felsefeleri üzerine odaklanan bir dizi kitabın ortaya çıkmasına kaynaklık etmiştir. Öyle ki 1966'da -henüz 30'undayken- Vattimo, Royaumount Heidegger Kollokyumu'nda sunmuş olduğu son derece övgüye değer bir bildiriyle uluslararası tanınırlık kazanmıştır. Pareyson'un öğretim üyeliğinden emekliye ayrılmasıyla Estetik Profesörü olarak onun yerine Torino Üniversitesi'ne atanan Vattimo, 1982'den beri de aynı yerde Kuramsal Felsefe Profesörü olarak çalışmalarını hız kesmeden sürdürmektedir.
Düşüncelerine çok genel olarak bakıldığında, yorum bilgici düşünme kipine geçişi hem geleneksel metafiziğin hem de modernliğin sonunun doğal bir sonucu olarak değerlendiren Vattimo, bir yandan "temeldenci" düşünce dizgelerinin sona erişinin "özgürleşimci” ve "aydınlanmacı" bir yaşam bağlamına yol açtığı gerçeğine parmak basarken, öbür yandan bu yeni durumun modern toplumlar ile bireylerin deneyimleri üzerindeki açılımlarını araştırmaktadır.
Vattimo, Nietzsche ile Heidegger'in izinden yürüyerek, il pensiero debole diye adlandırdığı, Türkçe'ye "güçsüz düşünce" diye çevrilebilecek düşünce çerçevesinde, çağdaş dünyada kendisine dayanabileceğimiz sağlam bir varlık yapısının olmadığı saptamasından yola koyularak varolan bütün her şeyin tarihsel bakımdan belirlendiğini, dilsel sınırların dışında herhangi bir varlık bilgisel ilişki tasarlamanın bütünüyle olanaksız olduğunu ileri sürmektedir. Vattimo'ya göre "güçsüz düşünce", hep kendisini aşan bir söylem olarak tasarlanan, seslendiğiyle yetinmeyen felsefi usun yeniden değerlendirilmesine olanak tanıdığı gibi, günümüzün modern dünyasındaki deneyim süreksizliklerini ve kopukluklarını görebilmemizi sağlamaktadır.
Vattimo, kendi kuşağının Avrupa'daki pek çok üyesi gibi, 1968 öğrenci başkaldırısı sonrasında oluşan toplumsal durumdan önemli ölçülerde etkilenmiştir. Nitekim 1974 yılında Nietzsche üstüne yazdığı II soggetto e la maschera (Özne ile Maskesi) başlıklı çalışması 1968 başkaldırısıyla birlikte meydana gelen "burjuva öznenin ölümü" gibi son derece önemli bir olayı hem Marxçı ve Nietzscheci kavramlarla harmanlayarak çözümlemekte, hem de söz konusu ölüm olayını canı gönülden olurlayarak taçlandıran izlekler yansıtmaktadır.
Yine aynı dönemde Vattimo, dönemin toplumsal yaşam pratiklerine etkili bir biçimde katılmış, kısa bir süreliğine olsa da Torino'daki Radikal Parti'nin güncel politikalarının belirlenmesinde etkin bir rol oynamıştır. 1970'lerin sonlarından bu yana, özellikle il pensim debole'ye ilişkin yazılarıyla İtalya'nın en seçkin, en gözde çağdaş felsefecilerinden biri olarak tanınan Vattimo, modernliğin sonuna gelindiği bir dönemde düşünce ile varlığın "güçten düşmüşlüğü" üstüne sunduğu yorumlarla, 1980'li yıllar boyunca İtalya'da üstünde durmaya değer bir tartışma ortamının doğmasına yol açmıştır.
Vattimo'nun yazdığı kitaplar arasında en önemlisi olarak gösterilen Modernliğin Sonu: Post-Modem Kültürde Yoksayıcılık ile Yorum bilgisi (La fine della modernita: Nichilismo ed ermeneutica nella cultura post-moderna, 1985) kendi deyişiyle en genel anlamda ait olduğu "Avrupa Yoksayıcılık Geleneği" çerçevesine yerleştirilerek anlaşılması gereken bir çalışmadır. Ne var ki yoksayıcılık geleneğinin Almanya ile Fransa gibi ülkelerdekinin tersine İtalya'da öyle çok derin kökleri olmadığından, Vattimo ister istemez geçmişin ya da günümüzün öteki İtalyan felsefecilerinin yapıtlarına ancak tek tük göndermede bulunabilmiş, kendi düşünsel yönelimlerini besleyebilmek amacıyla sıcak ve etkin bir tartışmaya girebileceği bir İtalyan düşünürü olmayışının büyük eksikliğini çekmiştir. Nitekim bu eksiklik nedeniyle uzun yıllar çalışmalarını Nietzsche ile Heidegger üstüne yoğunlaştıran Vattimo, son dönemlerde Avrupa felsefesinin gelişiminde kilit önemde değeri bulunan düşünürlerden biri olmaya başlanmıştır.
Vattimo'nun çağdaş felsefede yaşanan bunalımın bir "bunalım felsefesi" ürettiğini açımlamaya yönelik olara geliştirdiği "güçsüz düşünce" tasarımı da son çözümlemede bu bunalımın en iyi biçimde teşhis edilmesi amacıyla geliştirilmiştir. Bu bağlamda Vattimo'nun postmodern felsefesinin önemi, günümüzde düşüncenin yaşadığı tıkanıklık durumundan kurtulmak için felsefece yoksayıcılığın içerdiği olanakları özgün araştırmalarla ortaya koymuş olmasında yatmaktadır. Vattimo'nun Modernliğin Sonu'ndaki ana uslamlaması, yoksayıcılık ile yorumbilgisi (Ya da "yorumlama felsefesi") arasındaki kilit önemdeki bağlantılardan birini kendisinden yararlanmaya açmaktadır. Nitekim yapıtın alt başlığı Post-Modem Kültürde Yoksayıcılık ile Yorumbilgisi de açıkça bunu öne sürmektedir. Doğruluğun değere (ya da Nietzsche'nin "inanç" yerine kullandığı terimle bir "bakışaçısı"na) indirgenmesi, sırasıyla yeni bir doğruluğun ya da düşünme için yeni bir temelin bulunmasına götürmez; çünkü varolan tek dünya "ayrım dünyası"dır.
Ayrım felsefesi bütün metafizik doğruluk savlarının olduğu gibi bütün mantık dizgelerinin de sökülmesine ya da yıkılmasına yoğunlaşmaktadır; ama aynı anda ortadan kaldırılmış olanın yerine geçme olasılığı bulunan yeni bir doğruluk olanağını da, yeni bir us olanağını da yadsımaktadır: XX. yüzyılın insanı için çelişen, çoğunlukla da birbirleriyle çatışan yorumlardan başka bir çıkış yoktur. Bu bakımdan Modemliğin Sonu, belli ölçülerde, Nietzsche ile Heidegger'in kendilerine özgü yoksayıcılık tasarımları arasındaki ayrılığı da araştırmaktadır. Vattimo, Nietzsche'nin yoksayıcı düşüncede "erk istenci"nin değiştirilmesi olanaklı olmayan başköşedeliğini vurgulayışını gözden geçirerek düzeltirken Heidegger'i izlemektedir.
Vattimo, bir başka önemli yapıtı La societa trasparente'de (Şeffaf Toplum, 1989), sürülen modern yaşamda karşılaşılan modem hastalıkları sonuna dek götürerek bir bunalım haline getirmenin doğruluğunu savunmaktadır. Buna göre, modern bunalımın koşulları yaratıldığı vakit, "tarihsel yenilik" düşüncesine anlam ve değer yüklemenin felsefi zemini ortadan kalkacak, böylelikle de modernlik hareketi kendiliğinden kendisini çözüştürecektir. Yenilik tasarımının yadsınmasıyla birlikte, büyük darbelerle bile yıkılacak gibi görünmeyen modernlik yapısı bastığı zemini yitirdiğinden ötürü bütün temelleriyle birlikte kendiliğinden çökecektir.
Geleneksel metafiziğin zaman tasarımlarından kurtarılarak tarihin anlamına açıldık getirilmesiyle tarih sonrasına (post-history) giden yolun önünün açılacağını düşünen Vattimo, modernliğin sonuna varabilmek için öncelikle "tarihin sonu" görüşünün yaşama geçirilmesinin gereğine değinmektedir. Bu anlamda Vattimo, çağdaş tarih deneyimini "tarihin sonu deneyimi" olarak okumasına karşın, bu okumanın kesinlikle zamanın akışının sonuna ya da toplumsal yapının sonlanışına karşılık gelmediğini özellikle belirtmektedir. Vattimo'nun okumasında tarihin sonu deyişinden anlaşılması gereken, kendi içinde tutarlı, bütünlüklü ve birlikli olarak deneyimlenen belli türden bir tarih duyumunun sona ermiş olmasıdır.
Vattimo, Şeffaf Toplum başlıklı çalışmasında sunduğu bu çözümlemeden yola koyularak, yenilik düşüncesinin yerine, "yaşanmış bir acıyı ya da kötü olayı yenebilmek" anlamına gelen Heidegger'in Verwindung kavramından esinlenerek geliştirdiği ve "yeniden anımsama", "yeniden düşünme", "yeniden yapılandırma" tasarımlarında en iyi biçimde örneklendiğini düşündüğü "yeniden-lik" deneyimini derinleştirmeyi önermektedir. Son çözümlemede, Vattimo'nun post-modern felsefesi, Nietzsche ile Heidegger tarafından uzun uzun çözümlenen modern yoksayıcılık deneyiminin izlerinin geleceği yaratma yolundaki olumlu içerimlerinin "teknolojikleştirilmiş toplum" ile "ussallaştırılmış birey" pratikleri üstüne odaklanarak araştırılmasından oluşmaktadır.