Avni Arbaş 1919'da İstanbul'da doğdu. Babası, Kuvayı Milliye subaylarından süvari albayı Mehmet Nuri Bey'dir.
Cumhuriyet'in kuruluşunun ardından, babasının görevli olduğu Aydın'a yerleşen aile, 1927 yılına değin burada kaldı ve Avni Arbaş ilkokula burada başladı. On yaşındayken, Sivas'ta babasını yitirdi.
Kendisi de resim yapan, yedi yaşındaki oğluna, Anadolu'da Fransızca öğretmeni bulan bu aydın subay, Arbaş'a sanatı aşılayan ilk öğretmeni olmuştu.
Mehmet Nuri Bey'in 1929'daki ölümünün ardından, Avni, annesi Rana Hanım'la birlikte İstanbul'a geldi. Burada, Galatasaray Lisesi'ne kayıt oldu.
Resim öğretmeni, asker ressamlardan Mehmet Ali Bey'in yönetimindeki resim atölyesinde, Cihat Burak, Selim Turan gibi geleceğin önemli Türk ressamları bir arada çalıştılar.
Avni Arbaş, daha öğrencilik yıllarında, İstanbul'un bohem sanatçı çevrelerine girdi. İbrahim Safi, Naci Kalmukoğlu ile tanışıp onların atölyelerinde çalıştı. Akademi'nin, “Cours de soir” denilen kayıtlı öğrenci olmayan yetenekli gençlere çalışma ortamı ve model sağlayan gece kurslarına gitmeye başladı.
Arbaş 1937 yılında, Galatasaray Lisesi'nden ayrılıp Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nün orta kısmına kaydını yaptırdı.
"BUNLAR AVNİ ARBAŞ'IN ATLARI"
Ressam Avni Arbaş yaşamını çeşitli dönemlerinde şair nazım Hikmet ile karşılaşmıştı. Nazım Hikmet, Arbaş'ın Atlar tablosu için bir de şiir yazmıştı. Ressam Arbaş, o günleri şöyle anlatıyordu: " Nazım'ı ilk gördüğümde 15 yaşındaydım. O dönemde, Galatarasay'da her sene fuar yapılırdı. Orada bir hoca vardı. Ressam. O da fuarda bir pano almış, bir şeyler yapıyor, ben de yardım ediyordum. Hava güneşliydi. Bahçedeydik, Yusuf Ziya da vardı. O zamanlarda o çevrede gazetelerin büroları vardı. O sırada beyazlar giymiş, uzun boylu, sarı hatta kızıl saçlı bir adam geldi. Hemen tanıdım. Daha önce resimlerini görmüştüm çünkü. Orada tanışmadık ama o onu ilk görüşümdü. Sonra aradan seneler geçti. Paris'teydim. 1958 senesiydi. Abidin Dino aradı. "Nazım geldi" dedi. "Yarın Montparnasse'da bir kafede bulaşacağız sen de gel". Eşimle birlikte gittik. Beni gördüğünde sanki uzun süredir görmediği bir dostuymuşum gibi kucaklaştık. O sırada eşim Henriette'i Nazım'la tanıştırırken ona başımızdan geçen bir olayı anlattım. Picasso ile tanıştığımızda Henriette "Dünyada en çok tanışmak istediğim iki kişi vardı biri sizsiniz (Picasso) biri de Charlie Chaplin demişti. Henriette bunu söyledikten sonra Picasso " Ve Nazım Hikmet" diye eklemişti. Bunu anlatınca Nazım, kalkıp Henriette'in elini öptü ve teşekkür etti. Nazım'a "Niye Henriette'e teşekkür ediyorsun" diye sorunca da " Beni düşündüğü için" diye cevap verdi. Ben Nazım'a onu düşünenin Henriette değil Picasso olduğunu söyleyince de epey gülmüştük. Bir sergi açmıştık Paris'te. Benim orada Atlar diye bir tablom vardı. Onu çok sevdi Nazım. Moskova'ya döndüğünde bana bir mektup yazmıştı. O şiiri de yazmış. Şiirin iyi olmadığını düşünmüş, özür diliyordu. Eşine az rastlanır derecede mütevazı bir insandı. "'
Önceleri İbrahim Çallı'nın, daha sonra Leopold Levy'nin atölyesinde çalışmaya başladı. 1946 yılına kadar kalacağı akademi yıllarında, Devlet Resim ve Heykel sergilerine katıldı.
Dönemin iktidar partisi CHP'nin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in çabalarıyla düzenlediği yurt gezilerine seçilen ressamlardan biri de genç Avni Arbaş'tır. Sanatçı 1954'te o dönemin yoksul Anadolu'suyla tanıştı.
Savaş yıllarında, Akademi'deki öğrenimini noktalamak, diplomayı alıp yedeksubay, sonra da bir lisede resim öğretmeni olmak pek çekici gelmediği için, eğitimini elinden geldiğince sürdürdü.Diplomasını almadan savaşın bitiminin hemen ardından, Fransız Hükümetinin verdiği bir bursla Paris'e gitti.
Arbaş'ın 37 yıl süren Fransa serüveni böylece başlamış oldu. Sanatçı burada talihsizs bir olay yaşadı. Eşi Zerrin doğum sırasında öldü.
Bu arada Arbaş'ın Paris'ten gönderdiği resimler, 1951 yılında Adalet Cimcoz'un İstanbul'da yeni açılan Maya Galerisi'nde sergilendi. Bu aynı zamanda Arbaş'ın ilk kişisel sergisiydi.
Sanatçı Paris'teki ilk kişisel sergisini ise 1953 yılında Galerie La Roue'da açtı.
Bu arada Arbaş, 1950'lerin başlarından beri birlikte olduğu Henriette Lapouge ile 1958'de evlendi. Uzun yıllar boyunca gerçekleştirdiği Henriette portrelerinde, Arbaş'ın portre ressamı yeteneği tüm boyutlarıyla belirdi.
Avni Arbaş, Paris, Antibes ve Vallauris'te, aralarında Picasso'ların, Tristan Tzara'ların, Aragon'ların, Prevert kardeşlerin de bulunduğu bir dostlar çevresi edindi ve Ecole de Paris ressamları arasında yer aldı.
1977 yılında Türkiye'ye dönen Avni Arbaş'ı 'ilginiç' bir olay bekliyordu. Ülkeye döndüğünde vatandaşlık hakını kaybetmiyş olan Arbaş uzun bir mücadelenin ardından bu hakkını yeniden kazandı.'
Sanatçı Türkiye'ye döndükten sonra' ürettiği resimlerinde İstanbul'da Boğaz'ın ve Marmara'nın sürekli değişen ışığını, güney sahillerinin balıklarını, balıkçılarını, meyvelerini, çiçeklerini resmetmeyi sürdürdü.