Aliabad'lı Mus'ab (Hâfız Emin Yeter)

Aliabad'lı Mus'ab (Hâfız Emin Yeter)   Konuyu açan: beyza   İlk Mesaj: 03-27-2009 (10:34)   Son Mesaj: 03-27-2009 (10:34)    Cevap: 0    Gösterim: 2102  

    03-27-2009

    Aliabad'lı Mus'ab (Hâfız Emin Yeter)

    Yıl: 1999 - Ay: Mayıs

    İhrâma bürünmüş Arafat vakfesine hazırlanırken acı bir

    telefon ve buruk bir ifâde ile mübârek evlâdımız Hâfız

    Emin'in Kafkas eteklerinde hizmete koşuştururken bir kazâda

    şehîd olduğu haberini aldık.

    Bu haber ile üzerimizdeki ihrâm, istikbal libâsımız olan

    kefeni daha da mânâlandırdı.

    Hâfız Emin evlâdımız,

    ebedî yolculuğun libası; biz ise,

    onun dünyâdaki benzerinin içinde idik.

    Tabî onun giydiği beyazlar, ayrı beyazlıklardı.

    Sanki sonsuza ayna tutuyordu.

    O anda bu mübârek evlâdı,

    Kafkas dağlarından Arafat'a hacı olmaya çıkan

    kâfilelere tahassürünü ifâde için ayağa kalkmış gibi

    hissettim.

    Beyaz kefeni, gözümün önünde ilâhî emirle gelen ölüm

    meleğine çekilmiş âdetâ bir teslîm bayrağı gibi önce net bir

    sûrette tecessüm etti,

    ardından ufku kaplayan kül renkli bulutlara sarıldı ve Arafat

    semâlarında kayboldu.

    Sanki o, büründüğü kefenle aramızdaki uzun mesâfeyi

    katetmiş, vakfeye durmuş ve "elvedâ" deyip süzülerek

    önümdeki ihrâmlı kalabalığa karışmıştı.

    Duâsı yapılan 160 hatm-i şerîfden ona hisse ayrıldı.

    Nemli gözlerde ve gönüllerde mekân buldu.

    O, Denizli'de doğdu.

    Hâfız oldu. O, farklı bir hâfız, yaşayan ve gönül iklîminde

    kâmil bir mü'min olarak yetişti.

    İlâhiyat tahsîlini Bursa'da ikmâl ederken mânevî hizmette

    de yerini aldı. Emîr Buhârî -kuddise sirruh-,

    Muhammed Üftâde -kuddise sirruh-,

    Sultan Murâd Han ve emsâllerinin rûhâniyeti,

    kendisini sonsuz ufukların seyyahı etti.

    Bir heyecan ve gönül insanı oldu.

    O, Hakk rızâsı yolundaki hizmetine titizlik gösterir,

    itinâ ederdi.

    Tasarruf edip infâk etmekten haz duyardı.

    Mânevî hizmeti madde ile zedelenmesin endîşesi ile kifâyet miktarı ile geçinirdi.

    En meşakkatli hizmetleri tercih eder,

    en zor vazîfelerin dahî dâimâ gönüllü bir neferi olurdu.

    Asîl rûhu ile o, kahır tecellîlerinin galip göründüğü

    günümüzde tabîattaki milyonlarca çakıl taşı arasında

    barınan müstesnâ bir mücevherdi.

    Rûhunun vecdini binlerce kilometre ötelere taşımağa çalıştı.

    Kafkas eteklerindeki Aliabad reyonunun Mus'ab'ı oldu.

    Mus'ab'ın hicretten evvel Medîne'de hazırladığı tevhîd ve

    îmân zemînini o da orada hazırlıyordu.

    O da, Mus'ab gibi olarak orada şehâdetin yüce rütbesine

    nâil olacaktı.

    Bu şehâdet gününün Arafat gününe isâbet etmesi de,

    ayrı bir mânâ, ayrı bir güzellik oldu_ Sanki onun rûhâniyet

    ve temizliğinin bir tecessümü böylece zuhûr etti...

    Gufrân saati olan bu saatte gelen haberi onu üstüste çakılmış

    iki gölge gibi milyonla hacının hüviyeti içinde Arafat'a

    taşıdı.

    Ve o böylece (=Rabbine dön!) emrini, milyonla kula nasîb

    olan gufrân müjdesine dâhil olarak aldı.

    En azından biz, onu, gönlümüzden ve gözümüzün önünden

    silinmeyen hayâliyle Arafat'a taşıdık.

    Orada beraber olduk.

    Şehîdlik, zâhirde dünyâ nîmetlerinin en değerlisi olan

    hayâtın Allâh yolunda fedâ edilmesidir.

    Ancak sadece zâhirî hayâtı fedâ etmek şeklinde anlaşılan

    şehîdliğin bir diğer yönü de, vücud hayatiyetini devam

    ettirdiği halde dahî onun mânen aşılması, zâhirî benliğin

    âdetâ yok edilmesi ve ruhen Rabbe ulaşılmasıdır.

    Bu iki vasfı birleştirebilmek ise, ayrı bir nîmet ve ulvî bir

    mertebedir.

    Hâfız Emin de, işte bu iki nîmet ve mertebeye nâil olarak

    Rabbine kavuşan bahtiyarlar kervanına katıldı.

    Çünkü o, yaşıyorken de âdetâ -kendi idrâkine nakşedilmiş bir

    namzedlik hâlinde- şehîddi:

    Nitekim "Hizmet" adlı şiirinde: diyordu.

    Onun bu mısrâı, âdetâ ilâhî kaderin keşfi gibiydi.

    Nihâyet o, şehîdler, yâni ne katıldı.

    Ebû Eyyûb el-Ensârî, i'lâ-yı kelimetullâh heyecanı ile 80

    yaşını geçmiş olduğu halde iki sefer İstanbul fütûhâtına

    iştirâk etmişti.

    Vefât ederken:

    "-Benim kabrimi adımınızı attığınız son noktaya gömün ki,

    benden sonra gelen İslâm askerleri daha ötelere gitsin!"

    diyerek cesedi ile de hedef gösteriyordu.

    Hâfız Emin de, sanki rûhâniyetin gölgelediği kabrinde

    haleflerine îmân heyecanı dolu mücâdelesini telkîn ediyordu.

    Hâl lisanı ile:

    "-Ben dînimin güzelliklerini ve seâdetini buraya kadar

    taşıdım. Siz de bu tevhîd hizmetinde yarışın!

    Bu ezanlar ve Kur'ân sadâlarını ötelere taşıyın!

    Bu yolda fânî vücûdunuzu Hakk'a adayarak Rabbe râm

    olun!" diyordu.

    Hakk yolunda gerçek zaferler ve onların neticesi olan büyük

    ilâhî mükâfatlar, ancak maldan ve candan vazgeçenlere

    âiddir.


    "Malları ve canları ile cenneti satın aldılar_"

    (et-Tevbe, 111) buyuruluyor.

    Hâfız Emin de, bu şekilde cenneti satın alan bahtiyarlardan

    oldu inşâallâh.

    Aliabad halkı:

    "-Bu bizim; o, bize âid!

    Cesed-i fânîsi burada gömülsün; bize azîz bir hâtırâ olsun!

    Rûhu da zâten gönlümüzde ebediyyen yaşayacaktır_" dediler.

    Geçen sene Aliabad'a gittiğimizde doğup bir müddet sonra

    vefât eden oğlu da oraya gömülmüştü.

    Hâfız Emin:

    "-Hocam biz buraya bir hâtırâ bıraktık.

    Biz de artık herhalde buralıyız!" demişti.

    Bu da âdetâ ilâhî kaderin değişik bir keşfiydi.

    şimdi o, dünyâda sevgisine doyamadığı yegâne evlâdı ile kabir kundağında kucak kucağa_

    O, Azerbaycan'ın toprağına, yeniden filiz veren i'lâ-yı

    kelimetullâh rûhunun ebedî bir hâtırâsı olarak emânet oldu.

    Sonra gelen haleflerinin gönlünde mekân tuttu.

    Ömrü uzadı. Elbette ki asıl hayat, gönüllerde yaşamaktır.

    Gönüllerde mekân tutanlar, Mus'ab gibi ebedî yaşarlar.

    Bu şekilde onlar, berzahtaki âlemleri ile de gönül ufkunda

    devam ederler.

    Sanki şâir, şu içli, duygulu mısraları ile onun hayatını

    hulâsa etmektedir:

    Seni annen doğurup attığı gün dünyâya ağlıyordun,

    Bütün âlem gülüyordu bir yanda_

    Öyle bir ömür sür ki, ölürken gülesin,

    Çağlasın gözyaşı hâlinde cihân ardında!..

    Ey Hâfız Emin!

    Ebedî yolculuğun,

    bir Cum'a seherinde hizmet aşkı ile koştururken oldu.

    Bu, kahramanca ve yiğitce ölümü karşılamaktı.

    Muhakkak ki, göğsün Kur'ân, kalbin îmânla doluydu,

    dudaklarında Rabbin zikri vardı.

    Vuslatın mübârek olsun!

    Ey seher rüzgârı!

    Sen Kafkas eteklerinde göğsü îmân ve

    Kur'ân dolu, rûhu alev alev yanan o sevdâlı gönle bizden selâm götür!

    Muhterem babasına, annesine,

    kardeşlerine, sâlihât-ı nisvândan olan fedâkâr ve çile

    arkadaşı zevcesine ve vefâkâr arkadaşlarına sabır ve ecir

    diler, kendisiyle de ilâhî rahmetin tecellîsi ile Dâru's-

    Selâm'da buluşmayı niyâz ederiz.

    Muazzez rûhunun şâd olması için üç ihlâs-ı şerîf, bir fâtiha-i şerîfe_

    Rahmetullâhi Aleyh!


    9 Zilhicce, Arafat 1919 / MEKKE

    Osman Nuri Topbaş Hocaefendi




    Latest 5 Biyografi





    Aliabad'lı Mus'ab (Hâfız Emin Yeter) Yorumları