Dr. Gary Miller (Abdul Ehad Ömer) Kanada asıllı matematikçi ve hristiyan ilahiyatçısıdır. Dr. Miller çok aktif bir hristiyan idi. Hristiyanlarin birçok çalısmalarını yönlendirmiş, öncülük etmiş, misyoner çalısmalarında her zaman yer almıştır. Ancak zamanla İncil’de birçok tezatlar, çeliskiler ve yanlışlıklar bulmaya başladı. 1978 yılında Kur’an-ı Kerimi de İncil gibi bu tür çeliskilerle dolu olacağı düşünceleriyle okumaya başladı. Kuran-ı okudukça hayretler içinde şunu gördü: “İncilde kendisinin doğru olarak kabul ettiği bazı bölümler vardı. Açıkça bunların Kur’an-I Kerim’de de olduğunu görünce adeta şaşırmıstı. Kur’anı bu şekilde okuyup, inceledikten sonra müslüman oldu ve Abdul Ahad Ömer ismini aldı. O günden beri çesitli yerlerde islami konferanslar vermekte, radyo ve TV proğramlarına katılmakta ve islamın daha geniş kitlelere ulaşması için aktif bir islami hayat yaşamaya çalışmaktadir. Kendisi aynı zamanda birçok islami kitap yayınlamış ve makaleye imza atmıstır.
Dr. Miller bize doğru dine doğru yolu, yani akli selimi kullanarak nasıl ulaşabileceğimizi gösterir çalışmalarında. Gerek konferanslarında, gerekse yazılarında çok anlaşılır ve de basit bir dil ve tarz kullanır. Çok karmaşık, içinden çıkılmaz, kafa karıştırıcı olabilecek olayları ve konuları, izleyicisine ve okuyucusuna o kadar sade bir dil ve örneklerle anlatır ki, muhatabın bu mesajı anlayamaması adeta mümkün değildir.
Oldukça uzun olan bu makalesinin görebildiğim en önemli kısımlarını sizlerle paylaşmak istedim. Cenab-ı Mevla istifade edebilmeyi nasip eylesin…
Süleyman Demir
Muhteşem Kur’an: Dr. Gary Miller
Kur’an-ı Kerimi muhteşem bir kitap olarak kabul eden sadece ona sahip olmakla gurur duyan ve ona karşı takdir duygularına sahip olan müslümanlar olmamış; gayri müslimlerden bile onu muhteşem olarak kabul edenler olmuştur. Bundan da öte, islamdan nefret eden bazı insanlar bile onu muhteşem bir kitap olarak isimlendirmişlerdir.
Kur’anı mercek altına alıp, yakinen inceleyen gayri müslimleri birşey çok şaşırtırki o da, içerik açısından Kur’anı zannettikleri şekilde bulamamalarıdır. Aslında onların Kur’an deyince akıllarına gelen 14 asır öncesinden arap çölünden bir kitapdir ve dolayısıyla bu kitap böyle olmalı; yani çok eski, çöl ve de çöl yaşamından bahsetmelidir. İşte Kur’anı bu insanlar inceledikleri zaman görüyorlar ki, aslında Kur’an onların zihinlerinden geçirdikleri gibi bir kitap değildir. Evet onların zannetikleri şekilde Kur’an çölden bahsetmektedir, fakat aynı zamanda Kur'an denizden ve bir fırtına esnasında denizin ortasında olmanın nasıl olduğundan da bahseder ki bu insanları hayrette bırakır.
Birkaç yıl önce Toronto’da (Kanada) iken bize deniz tüccarı olan ve hayatı denizlerde, okyanuslarda geçen bir adam hakkında bir hikaye anlatıldı. Bir müslüman bu adama okuması için Ingilizceye çevrilmiş bir Kur’an-ı Kerim hediye eder. Deniz tüccarı islam tarihi hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan ama Kur'anı okumaya çok meraklı birisidir. Adam Kur'anı okumayı bitirince, Kur'anı müslümana geri getirir ve sorar, “Bu Muhammed denizcimiydi?” Çünkü deniz tüccari Kuranın tamamen doğru ve açık bir şekilde denizdeki fırtınayı tarifinden çok etkilenmişti. O’na Hz.Muhammed’in çölde yaşadığı ve üstüne üstelikte hayatında hiç deniz görmediği söylenilince, bu cevap O’na yetmiş ve deniz tüccarı o an orada islamı kabul etmişti. Çünkü kendisinin hayatı denizlerde geçmiş ve o şekilde birçok fırtınaya şahit olmuştu. Dolayısıyla herkim bu olayları tarif ediyorsa, yorumlar yapıyorsa o kişinin de mutlaka ve mutlaka bu tür tecrübelere sahip olması gerekir ki o şekilde olayları anlatabilsin. Aslinda bu tip olaylar bizlere Kur'anı Kerim’in sadece belli bir zaman dilimiyle ve de mekanla sınırlı tutulamayacağını göstermektedir.
Hz. Muhammed’in peygamberliğinden asırlar önce, Yunanlı filozof Democritus tarafından gün ışığına çıkarılan ve tartışılan “Atomcu Anlayış” diye adlandırılan bir teori vardı. Democritus ve ondan sonra gelen insanlar maddenin atom diye adlandırılan minicik, yok edilemez, çok güçlü vede bölünemez parçalardan meydana geldiğini zannediyorlardı. Yani bu anlayışa göre atomdan daha küçük bir nesne yoktu. Araplar bile aynı görüşe sahip olup arapça “zerre” kelimesini bu anlama ithaf ederlerdi. Ama modern bilim şunu ortaya çikardıkı, maddenin en küçük elementleri (yani atom) dahi parçalara ayrılabilir. Bu, henüz geçen yüzyılda keşfedilen bir teoridir. Oysa Kur’an bizleri şaşırtacak şekilde bunu asırlar öncesinden haber vermektedir. Ayeti kerimede buyuruluyorki: “Allah atomun ve atomdan daha küçük cisimlerin dahi cennetlerdeki ve yeryüzündeki ağırlığından haberdardır…." Yine bu bize Kur’anin tüm zamanlara hitap eden bir kitap oluşunun bir ispatıdır.
Eğer birisi Kur'anı Hz. Muhammed’in bir eseri, O’nun yazdığı bir kitap olarak görürse o zaman yazılan kitabın yazarın kafasındaki düşüncelerle, hayatındakı olaylarla uzaktan yakından bir şekilde ilişkili olması gerekir. Hz. Muhammed’in zor bir hayat yaşadığı birçok kişi tarafindan kabul edilir. Bütün çocuklarının (Hz. Fatıma hariç) kendisinden önce vefatı, çok sevgili eşi Hz. Hatice’nin ölümü, yine başta kendisinin vede O’na gönül vermiş olan dava arkadaşlarının çekmiş olduğu eziyetler, cefalar…Bu sayılanlar O’nun zorluklarla dolu yaşamından sadece birkac tanesidir. Fakat Kur’an bunların hiçbirinden bahsetmez. Ne O’nun çocuklarının ölümünden, ne eşinin ölümünden ve ne de O’nu derinden etkileyen diğer olaylardan. Dolayısıyla birisi Kur’an Muhammed’in yazmış olduğu bir kitaptır diyorsa, kitabın yazarı olarak Hz. Muhammed’in kendisini bu denli etkileyen olaylardan bahsetmesi kaçınılmaz olmazmıydı!…
Kur’an ayrıca okuyucuyu değişik olaylarla ilgili olarak bilgilendirir ve eğer bu konuyla ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorsan yada bahsedilenler hakkında bir şüphen varsa, o zaman git ve bunları o ilmin uzmanlarına sor diye tavsiyede bulunur. Bu, aslında şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü coğrafya, botanik, biyoloji,..vs. gibi konularda hiçbir eğitim görmemiş birinden bu tür konuları tartışan ve okuyucuya şüphesi varsa git onu o ilmin üstadına sor diyerek adeta meydan okuyan bir kitap yazmasını beklemek cidden akıl işi değildir. Müslümanlar bile her asırda Kur’anın; “gidin ve araştırın” tavsiyesine kulak vermiş ve cok şaşırtıcı buluşlara imza atmişlardir. Eğer birisi asırlar önce bir müslüman bilim adamının yapmış olduğu bir çalışmaya bakarsa, orada Kur’andan birçok alıntılar görecektir. Onların o alanlarda çalışma yapmalarının temel nedenlerine bakılacak olursa Kur’anın bu bilim adamlarını o yönde çalışma yapmaya itmiş olmasını görürüz.
Örneğin Kur’an insanın yaratılışından bahseder ve okuyucuya bunu araştırmasını söyler. Birkaç yıl önce Riyat’ta (Suudi Arabistan) bir grup müslüman Kur’andan embriyoloji (insanın ana rahminde büyümesi) ile ilgili bütün ayetleri alırlar ve Toronto Üniversitesi’nden embriyoloji profösörü olan Keith Moore’u bu konuyla ilgili araştırma yapmak üzere Riyat’a davet ederler. Prof. Dr. Keith Moore gayri müslim ve de embriyoloji konusunda dünyaca bu ilmin üstadı olarak kabul edilen birisidir. O’na Kur’an emriyoloji hakkında şunları şunları buyurmaktadır diyerek Kurandan ayetleri gösterirler. Bu ayetler hakkında bize neler söyleyebilirsin? derler. Ve O’na ihtiyacı olan tüm araç gereçleri vede gerekli çalışma ortamını temin ederler. Prof. Moore ayetler ışığında yapmış olduğu çalısmalar sonucunda adeta şok olmustur ki bu çalısmalar O’nun “Biz Doğmadan Önce” adlı kitabındaki bazı yerleri değiştirmesine neden olmuştur. Bu kitabın ikinci baskısında embriyolojinin tarihi başlıklı bölüme birinci baskıda olmayan ve Kur’an’dan bulduğu yeni bilgileri eklemiştir. Aslinda bu olay şunu doğrulamaktadır ki, Kur’an bütün zamanların ilerisinde ve Kur’ana inananlar diğer insanların bilmediklerini Kur’an sayesinde bilmektedirler.
Prof. Moore ile bir TV proğramı için görüşme şerefine nail oldum ve onunla embriyoloji ve Kur’anın bu olayları ifadesinden konuştuk. Ve kendisi bana çalışmalarını slide ve video görüntüleriyle açikça gösterdi. Prof. Moore şunu belirtiyordu: “Kur’anın insanın gelişimiyle ilgili olarak belirttiği olaylar 30 yıl öncesine kadar bilinmiyordu.” Ayrıca Dr. Moore “kliniksel embriyoloji” adında yeni bir kitap yazdı ve Kur’an ışığında bulduğu bilgileri kitabında yayinladigi zaman bu, Kanada’da bir dalga gibi etki yapti. Olayı bazı gazeteler manşetten vermişlerdi. Ve hatta bazı manşetler komikti. Mesela bu manşetlerden birisi şöyle idi: “Şaşırtıcı bilgiler tarihi kitapta bulundu.” Buradan da açıkça görüldüğü gibi insanlar gerçek manada olayları kavrayamamakta ve Kur’an’a eski bir kitap deyip geçmekte, olayın özüne inememektedirler. Hatta bir gazeteci Dr. Moore’a sorar: “Ogünki araplarin emriyonun ne olduğunu, nasil geliştiğini, nasil değiştiğini ve büyüdüğünü bilmelerinin mıümkün olduğunu düşünemezmiyiz?” Profösör hemen bu garip soruyu cevaplar: “Embriyonun size gösterilen tüm slideleri, resimleri mikroskop ortamında modern teknolojinin yardımlari kullanılarak çekilmiştir. Herhangi birisi bu konuyu merak edip araştırsa bile, Kur’an da ifade edilen anlatımlara ulaşması mümkün değildir. Çünkü Kur’anın embriyonun şekliyle ilgili olan tarifleri o kadar küçüktür ki, cıplak gözle bunları görebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla sizin bunları görebilmeniz için çok iyi bir mikroskoba ihtiyacınız vardır. Mikroskopta 200 yıldan az bir zamandır kullanılmakta olduğuna göre, geriye bunun başka bir açıklaması kalmıyor. Ancak Dr. Moore yarı alaylı bir ifadeyle açıklamasına devam eder: “Belki 14 asır önce kimseye mikroskobu olduğunu söylemeyen birisi en ufak bir hata dahi yapmadan bu araştırmayı mikroskobu ile yapmiş, Hz. Muhammed’e modern tıbbın daha bugün doğrulayabildiği bu bilgileri öğretmis ve bu bilgileri yazmakta olduğu kitaba dahil etmesi için O’nu ikna etmiş olabilir. Sonrada bu kişi mikroskobunu ve diğer çalışma aletlerini imha etmiş ve bunuda bir sır olarak saklamış olabilir. Böyle birşeye inanabilirmisiniz siz hiç?” Başka bir proğramda Dr. Moore’a böyle bir bilginin Kur’an da yer almasını nasıl açıklayabilirsiniz diye sorduklarında, kendisi şu cevabi verir. “Böyle birşey sadece ilahi bir kaynaktan gelebilir, başka bir yol göremiyorum…"
Yine Kur’anın Hz. Muhammed’in bir eseri olamayacağını başka bir yol ile, Kur’anın orjinalliği ile açıklayabiliriz. Çoğu zaman Kur’an ayeti kerimelerde bilgileri verir ve “siz bunları bilmiyordunuz” buyurur. Aslında Kur’an hariç hiçbir kutsal kitap bu tür bir ifade tarzı kullanmaz. Insanların bugün ellerinde bulundurdukları kutsal kitaplar da birçok bilgiler verirler ama daima bu bilgilerin nereden geldiğini okuyucuya aktarırlar. Yani ellerindeki bilgi aslında yeni bir bilgi olmayıp, biryerlerden alıntıdır. Mesela, incil tarihi olaylari “şu kral şurada, şu zamanda yaşadı, şu kral şu savaşları yaptı, şu kadar oğlu vardı…vs.” şeklinde bildirir. Ve daima şunu belirtir: “eğer bahsedilen bu olay hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorsanız, şu şu kitapları okumalısınız, çünkü bu bilgiler oradan alınmıştır.” Tamamen zıt bir şekilde Kur’an asıl bilginin kaynağıdır. Hiçbir yerden bilgi almadığı gibi, bilgilerin kaynağı Kur’andır. Yani Kur’andaki bilgiler yenidir, bir yerlerden, kitaplardan yada birilerinden alıntı değildir. Zaten Kur’an bu doğrultuda okuyucuyu araştırmaya davet etmektedir. Sunmakta olduğu bilgiler yeni olduğu icin, yani okuyucu böyle birşeyi daha önce duymadığı için kafasında şüpheler oluşabilir. Işte Cenab-ı Mevla bunu bildiği için “eğer şüphen var ise, git araştır ve gör” demektedir adeta.
Gayri Müslimlerin daima ortaya attıkları başka bir seneryoda şudur: “Onlardan birisine Kur’anın asıl kaynağı nedir?” diye sorarsanız size şu cevabı vereceklerdir: “Deli olan bir adamın kendi kafasından uydurup yazdığı şeylerdir.” O’na şunu sorarsanız: “Eğer Kur’andaki bu kadar bilgi deli dediğin bir insanın kafasından geliyorsa, bu bilgileri bu kişi nereden aldı?” Cünkü Kur’an da o günün şartlarında hiçbir arabin aşina olmadığı, bilmediği birçok mevzulardan bahsedilir. Böyle bir durumda bu kişi ilk söylediğini unutup size şunu diyecektir: “Tamam. Belki Muhammed deli bir kimse değildi. Yabancı bazı kimseler O’na Kur’an daki bilgileri getirdiler. O’da bu bilgileri kendine aitmiş gibi kullandı ve insanlara ben peygamberim diyerek yalan söyledi. Dolayısıyla O bir yalancıydı…” O zaman siz de hemen O’na şu soruyu sorabilirsiniz: “eğer Muhammed bir yalancı ise, kendisinde var olan kesin güveni nereden aldı?” Neden mi? Çünkü daha önce de bahsedildiği gibi, Kur’an da öyle bilgiler vardır ki, bu bilgilerin kaynağını Allah’tan başkasına atfetmek mümkün değildir. Ayrıca ayeti kerimelerin ifadelerinde kesinlik arzeden üsluplar görebiliriz. Nasıl olur da bir yalancı bu kadar kesin ve kendinden emin olarak konuşabilir. Bunu bir örnek ile açıklamak istiyorum:
Peygamber efendimizin amcalarından birisi de Ebu Leheb idi. Ebu Leheb Islamdan vede yeğeninden son derece nefret eden ve sürekli peygamberi takip edip O’nun konuştuğu kişilerle hemen O’da konuşup peygamberin söylediklerini yalanlayan bir kişiydi. Ebu Leheb’in ölümünden 10 yıl önce O’nun ile ilgili ayeti kerimeler nazil oldu ve bu ayetlerde Ebu Leheb’in kesinlikle cehenneme gideceği belirtildi. Başka bir deyişle O’nun hiçbir zaman müslüman olmayacaği açikça belirtiliyor ve bu kişi ayetlerle kınanıyordu Leheb suresinde. Görüldüğü gibi ayetlerdeki ifadeler çok açık ve de kesin. Böyle bir durumda Ebu Leheb gibi bir Islam düşmanı sırf Muhammed’i ve o’nun şahsında ayeti kerimeleri yanlış cıkarmak için şöyle birşey yapabilirdi: “Duydum ki benim kesinlikle değişmeyeceğim, yani müslüman olmayacağım ve de ateşe girecegim konusunda Muhammed’e ayetler inmiş. Madem öyle, ben şimdi müslüman olmak istiyorum, hadi bakalım ne yapacaksınız? Ne oldu, hani sizin Kur’anınız hep doğruydu? Bunu nasıl açıklaycaksınız…vs?” Ancak Ebu Leheb hiçbir zaman böyle birşey yapmamiştir. Yapmadığı gibi islama hiç bir zaman sempati bile duymamış, kalbi her an islama vede müslümanlara karşı nefretle dolu olmuştur. 10 yıl, az bir zaman dilimi mi sizce? Şimdi nasıl olurda Allah’ın elçisi olmayan bir kimse bu kadar kendinden emin olup, bir kişinin kesinlikle islam olmayacağını ve de cehenneme gideceğini söyleyebilir.
Bu konuyla ilgili bir örnek daha vermek istiyorum. Kur’anı Kerim hristiyanların müslümanlara yahudilerden daha yakın olduklarından ve daha iyi davrandıklarından bahseder. Hristiyanlardan da, yahudilerden de birçok kişi müslüman olmalarına rağmen, yahudiler her zaman islamin baş düşmanları olarak görülür ve de bilinir. Aslında çok az insan Kur’anın bu tür bir meydan okumasından haberdardır. Nasıl mı? Yahudiler Kur’anı yalan çıkarabilmek hususunda bir şansa sahiptirler aslinda. Tek yapmaları gereken şey, müslümanlara çok iyi bir şekilde davranıp, sonrada: “bakın sizin kutsal kitabınız size hristiyanları bizden daha yakın olarak gösterirken, gördüğünüz gibi biz sizlere onlardan daha iyi davranıyoruz” diyebilirler. Yani Kur’anı yalanlamak için sadece yapmaları gereken müslümanlara hristiyanlardan daha iyi davranıp Kur’anın gerçekliğini yalanlamaktir. Ancak yahudiler bunu 1400 senedir yapmadı ve yapamazlarda. Çünkü verilen bilginin kaynaği ilahi. Rabbimiz böyle birşeyin olamayacağını çok iyi bildiği için bunu bizlere kur’anı keriminde bildirmektedir.
Mutlaka bu ve bunun gibi daha birçok misaller getirebiliriz Kur’andan. Dolayisiyla bu kadar açıklamadan sonra, çölün ortasında doğup büyüyen ve yaşayan, okuma yazması bile olmayan bir kişiden binlerce konuyu en ufak bir yanlış dahi yapmadan açıklamasını beklemek akil isi olmasa gerek.. Öyle bilgilerki modern teknoloji ile birçoğunu daha yeni öğrenebiliyoruz. Henüz bilmediklerimiz bir yana…
Allah herkesi doğru olan bu yola yaklaştırsın….
Dr. Gary Miller
Terceme Eden ve Yayına Hazırlayan: Süleyman Demir
Dr. Miller bize doğru dine doğru yolu, yani akli selimi kullanarak nasıl ulaşabileceğimizi gösterir çalışmalarında. Gerek konferanslarında, gerekse yazılarında çok anlaşılır ve de basit bir dil ve tarz kullanır. Çok karmaşık, içinden çıkılmaz, kafa karıştırıcı olabilecek olayları ve konuları, izleyicisine ve okuyucusuna o kadar sade bir dil ve örneklerle anlatır ki, muhatabın bu mesajı anlayamaması adeta mümkün değildir.
Oldukça uzun olan bu makalesinin görebildiğim en önemli kısımlarını sizlerle paylaşmak istedim. Cenab-ı Mevla istifade edebilmeyi nasip eylesin…
Süleyman Demir
Muhteşem Kur’an: Dr. Gary Miller
Kur’an-ı Kerimi muhteşem bir kitap olarak kabul eden sadece ona sahip olmakla gurur duyan ve ona karşı takdir duygularına sahip olan müslümanlar olmamış; gayri müslimlerden bile onu muhteşem olarak kabul edenler olmuştur. Bundan da öte, islamdan nefret eden bazı insanlar bile onu muhteşem bir kitap olarak isimlendirmişlerdir.
Kur’anı mercek altına alıp, yakinen inceleyen gayri müslimleri birşey çok şaşırtırki o da, içerik açısından Kur’anı zannettikleri şekilde bulamamalarıdır. Aslında onların Kur’an deyince akıllarına gelen 14 asır öncesinden arap çölünden bir kitapdir ve dolayısıyla bu kitap böyle olmalı; yani çok eski, çöl ve de çöl yaşamından bahsetmelidir. İşte Kur’anı bu insanlar inceledikleri zaman görüyorlar ki, aslında Kur’an onların zihinlerinden geçirdikleri gibi bir kitap değildir. Evet onların zannetikleri şekilde Kur’an çölden bahsetmektedir, fakat aynı zamanda Kur'an denizden ve bir fırtına esnasında denizin ortasında olmanın nasıl olduğundan da bahseder ki bu insanları hayrette bırakır.
Birkaç yıl önce Toronto’da (Kanada) iken bize deniz tüccarı olan ve hayatı denizlerde, okyanuslarda geçen bir adam hakkında bir hikaye anlatıldı. Bir müslüman bu adama okuması için Ingilizceye çevrilmiş bir Kur’an-ı Kerim hediye eder. Deniz tüccarı islam tarihi hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayan ama Kur'anı okumaya çok meraklı birisidir. Adam Kur'anı okumayı bitirince, Kur'anı müslümana geri getirir ve sorar, “Bu Muhammed denizcimiydi?” Çünkü deniz tüccari Kuranın tamamen doğru ve açık bir şekilde denizdeki fırtınayı tarifinden çok etkilenmişti. O’na Hz.Muhammed’in çölde yaşadığı ve üstüne üstelikte hayatında hiç deniz görmediği söylenilince, bu cevap O’na yetmiş ve deniz tüccarı o an orada islamı kabul etmişti. Çünkü kendisinin hayatı denizlerde geçmiş ve o şekilde birçok fırtınaya şahit olmuştu. Dolayısıyla herkim bu olayları tarif ediyorsa, yorumlar yapıyorsa o kişinin de mutlaka ve mutlaka bu tür tecrübelere sahip olması gerekir ki o şekilde olayları anlatabilsin. Aslinda bu tip olaylar bizlere Kur'anı Kerim’in sadece belli bir zaman dilimiyle ve de mekanla sınırlı tutulamayacağını göstermektedir.
Hz. Muhammed’in peygamberliğinden asırlar önce, Yunanlı filozof Democritus tarafından gün ışığına çıkarılan ve tartışılan “Atomcu Anlayış” diye adlandırılan bir teori vardı. Democritus ve ondan sonra gelen insanlar maddenin atom diye adlandırılan minicik, yok edilemez, çok güçlü vede bölünemez parçalardan meydana geldiğini zannediyorlardı. Yani bu anlayışa göre atomdan daha küçük bir nesne yoktu. Araplar bile aynı görüşe sahip olup arapça “zerre” kelimesini bu anlama ithaf ederlerdi. Ama modern bilim şunu ortaya çikardıkı, maddenin en küçük elementleri (yani atom) dahi parçalara ayrılabilir. Bu, henüz geçen yüzyılda keşfedilen bir teoridir. Oysa Kur’an bizleri şaşırtacak şekilde bunu asırlar öncesinden haber vermektedir. Ayeti kerimede buyuruluyorki: “Allah atomun ve atomdan daha küçük cisimlerin dahi cennetlerdeki ve yeryüzündeki ağırlığından haberdardır…." Yine bu bize Kur’anin tüm zamanlara hitap eden bir kitap oluşunun bir ispatıdır.
Eğer birisi Kur'anı Hz. Muhammed’in bir eseri, O’nun yazdığı bir kitap olarak görürse o zaman yazılan kitabın yazarın kafasındaki düşüncelerle, hayatındakı olaylarla uzaktan yakından bir şekilde ilişkili olması gerekir. Hz. Muhammed’in zor bir hayat yaşadığı birçok kişi tarafindan kabul edilir. Bütün çocuklarının (Hz. Fatıma hariç) kendisinden önce vefatı, çok sevgili eşi Hz. Hatice’nin ölümü, yine başta kendisinin vede O’na gönül vermiş olan dava arkadaşlarının çekmiş olduğu eziyetler, cefalar…Bu sayılanlar O’nun zorluklarla dolu yaşamından sadece birkac tanesidir. Fakat Kur’an bunların hiçbirinden bahsetmez. Ne O’nun çocuklarının ölümünden, ne eşinin ölümünden ve ne de O’nu derinden etkileyen diğer olaylardan. Dolayısıyla birisi Kur’an Muhammed’in yazmış olduğu bir kitaptır diyorsa, kitabın yazarı olarak Hz. Muhammed’in kendisini bu denli etkileyen olaylardan bahsetmesi kaçınılmaz olmazmıydı!…
Kur’an ayrıca okuyucuyu değişik olaylarla ilgili olarak bilgilendirir ve eğer bu konuyla ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorsan yada bahsedilenler hakkında bir şüphen varsa, o zaman git ve bunları o ilmin uzmanlarına sor diye tavsiyede bulunur. Bu, aslında şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü coğrafya, botanik, biyoloji,..vs. gibi konularda hiçbir eğitim görmemiş birinden bu tür konuları tartışan ve okuyucuya şüphesi varsa git onu o ilmin üstadına sor diyerek adeta meydan okuyan bir kitap yazmasını beklemek cidden akıl işi değildir. Müslümanlar bile her asırda Kur’anın; “gidin ve araştırın” tavsiyesine kulak vermiş ve cok şaşırtıcı buluşlara imza atmişlardir. Eğer birisi asırlar önce bir müslüman bilim adamının yapmış olduğu bir çalışmaya bakarsa, orada Kur’andan birçok alıntılar görecektir. Onların o alanlarda çalışma yapmalarının temel nedenlerine bakılacak olursa Kur’anın bu bilim adamlarını o yönde çalışma yapmaya itmiş olmasını görürüz.
Örneğin Kur’an insanın yaratılışından bahseder ve okuyucuya bunu araştırmasını söyler. Birkaç yıl önce Riyat’ta (Suudi Arabistan) bir grup müslüman Kur’andan embriyoloji (insanın ana rahminde büyümesi) ile ilgili bütün ayetleri alırlar ve Toronto Üniversitesi’nden embriyoloji profösörü olan Keith Moore’u bu konuyla ilgili araştırma yapmak üzere Riyat’a davet ederler. Prof. Dr. Keith Moore gayri müslim ve de embriyoloji konusunda dünyaca bu ilmin üstadı olarak kabul edilen birisidir. O’na Kur’an emriyoloji hakkında şunları şunları buyurmaktadır diyerek Kurandan ayetleri gösterirler. Bu ayetler hakkında bize neler söyleyebilirsin? derler. Ve O’na ihtiyacı olan tüm araç gereçleri vede gerekli çalışma ortamını temin ederler. Prof. Moore ayetler ışığında yapmış olduğu çalısmalar sonucunda adeta şok olmustur ki bu çalısmalar O’nun “Biz Doğmadan Önce” adlı kitabındaki bazı yerleri değiştirmesine neden olmuştur. Bu kitabın ikinci baskısında embriyolojinin tarihi başlıklı bölüme birinci baskıda olmayan ve Kur’an’dan bulduğu yeni bilgileri eklemiştir. Aslinda bu olay şunu doğrulamaktadır ki, Kur’an bütün zamanların ilerisinde ve Kur’ana inananlar diğer insanların bilmediklerini Kur’an sayesinde bilmektedirler.
Prof. Moore ile bir TV proğramı için görüşme şerefine nail oldum ve onunla embriyoloji ve Kur’anın bu olayları ifadesinden konuştuk. Ve kendisi bana çalışmalarını slide ve video görüntüleriyle açikça gösterdi. Prof. Moore şunu belirtiyordu: “Kur’anın insanın gelişimiyle ilgili olarak belirttiği olaylar 30 yıl öncesine kadar bilinmiyordu.” Ayrıca Dr. Moore “kliniksel embriyoloji” adında yeni bir kitap yazdı ve Kur’an ışığında bulduğu bilgileri kitabında yayinladigi zaman bu, Kanada’da bir dalga gibi etki yapti. Olayı bazı gazeteler manşetten vermişlerdi. Ve hatta bazı manşetler komikti. Mesela bu manşetlerden birisi şöyle idi: “Şaşırtıcı bilgiler tarihi kitapta bulundu.” Buradan da açıkça görüldüğü gibi insanlar gerçek manada olayları kavrayamamakta ve Kur’an’a eski bir kitap deyip geçmekte, olayın özüne inememektedirler. Hatta bir gazeteci Dr. Moore’a sorar: “Ogünki araplarin emriyonun ne olduğunu, nasil geliştiğini, nasil değiştiğini ve büyüdüğünü bilmelerinin mıümkün olduğunu düşünemezmiyiz?” Profösör hemen bu garip soruyu cevaplar: “Embriyonun size gösterilen tüm slideleri, resimleri mikroskop ortamında modern teknolojinin yardımlari kullanılarak çekilmiştir. Herhangi birisi bu konuyu merak edip araştırsa bile, Kur’an da ifade edilen anlatımlara ulaşması mümkün değildir. Çünkü Kur’anın embriyonun şekliyle ilgili olan tarifleri o kadar küçüktür ki, cıplak gözle bunları görebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla sizin bunları görebilmeniz için çok iyi bir mikroskoba ihtiyacınız vardır. Mikroskopta 200 yıldan az bir zamandır kullanılmakta olduğuna göre, geriye bunun başka bir açıklaması kalmıyor. Ancak Dr. Moore yarı alaylı bir ifadeyle açıklamasına devam eder: “Belki 14 asır önce kimseye mikroskobu olduğunu söylemeyen birisi en ufak bir hata dahi yapmadan bu araştırmayı mikroskobu ile yapmiş, Hz. Muhammed’e modern tıbbın daha bugün doğrulayabildiği bu bilgileri öğretmis ve bu bilgileri yazmakta olduğu kitaba dahil etmesi için O’nu ikna etmiş olabilir. Sonrada bu kişi mikroskobunu ve diğer çalışma aletlerini imha etmiş ve bunuda bir sır olarak saklamış olabilir. Böyle birşeye inanabilirmisiniz siz hiç?” Başka bir proğramda Dr. Moore’a böyle bir bilginin Kur’an da yer almasını nasıl açıklayabilirsiniz diye sorduklarında, kendisi şu cevabi verir. “Böyle birşey sadece ilahi bir kaynaktan gelebilir, başka bir yol göremiyorum…"
Yine Kur’anın Hz. Muhammed’in bir eseri olamayacağını başka bir yol ile, Kur’anın orjinalliği ile açıklayabiliriz. Çoğu zaman Kur’an ayeti kerimelerde bilgileri verir ve “siz bunları bilmiyordunuz” buyurur. Aslında Kur’an hariç hiçbir kutsal kitap bu tür bir ifade tarzı kullanmaz. Insanların bugün ellerinde bulundurdukları kutsal kitaplar da birçok bilgiler verirler ama daima bu bilgilerin nereden geldiğini okuyucuya aktarırlar. Yani ellerindeki bilgi aslında yeni bir bilgi olmayıp, biryerlerden alıntıdır. Mesela, incil tarihi olaylari “şu kral şurada, şu zamanda yaşadı, şu kral şu savaşları yaptı, şu kadar oğlu vardı…vs.” şeklinde bildirir. Ve daima şunu belirtir: “eğer bahsedilen bu olay hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorsanız, şu şu kitapları okumalısınız, çünkü bu bilgiler oradan alınmıştır.” Tamamen zıt bir şekilde Kur’an asıl bilginin kaynağıdır. Hiçbir yerden bilgi almadığı gibi, bilgilerin kaynağı Kur’andır. Yani Kur’andaki bilgiler yenidir, bir yerlerden, kitaplardan yada birilerinden alıntı değildir. Zaten Kur’an bu doğrultuda okuyucuyu araştırmaya davet etmektedir. Sunmakta olduğu bilgiler yeni olduğu icin, yani okuyucu böyle birşeyi daha önce duymadığı için kafasında şüpheler oluşabilir. Işte Cenab-ı Mevla bunu bildiği için “eğer şüphen var ise, git araştır ve gör” demektedir adeta.
Gayri Müslimlerin daima ortaya attıkları başka bir seneryoda şudur: “Onlardan birisine Kur’anın asıl kaynağı nedir?” diye sorarsanız size şu cevabı vereceklerdir: “Deli olan bir adamın kendi kafasından uydurup yazdığı şeylerdir.” O’na şunu sorarsanız: “Eğer Kur’andaki bu kadar bilgi deli dediğin bir insanın kafasından geliyorsa, bu bilgileri bu kişi nereden aldı?” Cünkü Kur’an da o günün şartlarında hiçbir arabin aşina olmadığı, bilmediği birçok mevzulardan bahsedilir. Böyle bir durumda bu kişi ilk söylediğini unutup size şunu diyecektir: “Tamam. Belki Muhammed deli bir kimse değildi. Yabancı bazı kimseler O’na Kur’an daki bilgileri getirdiler. O’da bu bilgileri kendine aitmiş gibi kullandı ve insanlara ben peygamberim diyerek yalan söyledi. Dolayısıyla O bir yalancıydı…” O zaman siz de hemen O’na şu soruyu sorabilirsiniz: “eğer Muhammed bir yalancı ise, kendisinde var olan kesin güveni nereden aldı?” Neden mi? Çünkü daha önce de bahsedildiği gibi, Kur’an da öyle bilgiler vardır ki, bu bilgilerin kaynağını Allah’tan başkasına atfetmek mümkün değildir. Ayrıca ayeti kerimelerin ifadelerinde kesinlik arzeden üsluplar görebiliriz. Nasıl olur da bir yalancı bu kadar kesin ve kendinden emin olarak konuşabilir. Bunu bir örnek ile açıklamak istiyorum:
Peygamber efendimizin amcalarından birisi de Ebu Leheb idi. Ebu Leheb Islamdan vede yeğeninden son derece nefret eden ve sürekli peygamberi takip edip O’nun konuştuğu kişilerle hemen O’da konuşup peygamberin söylediklerini yalanlayan bir kişiydi. Ebu Leheb’in ölümünden 10 yıl önce O’nun ile ilgili ayeti kerimeler nazil oldu ve bu ayetlerde Ebu Leheb’in kesinlikle cehenneme gideceği belirtildi. Başka bir deyişle O’nun hiçbir zaman müslüman olmayacaği açikça belirtiliyor ve bu kişi ayetlerle kınanıyordu Leheb suresinde. Görüldüğü gibi ayetlerdeki ifadeler çok açık ve de kesin. Böyle bir durumda Ebu Leheb gibi bir Islam düşmanı sırf Muhammed’i ve o’nun şahsında ayeti kerimeleri yanlış cıkarmak için şöyle birşey yapabilirdi: “Duydum ki benim kesinlikle değişmeyeceğim, yani müslüman olmayacağım ve de ateşe girecegim konusunda Muhammed’e ayetler inmiş. Madem öyle, ben şimdi müslüman olmak istiyorum, hadi bakalım ne yapacaksınız? Ne oldu, hani sizin Kur’anınız hep doğruydu? Bunu nasıl açıklaycaksınız…vs?” Ancak Ebu Leheb hiçbir zaman böyle birşey yapmamiştir. Yapmadığı gibi islama hiç bir zaman sempati bile duymamış, kalbi her an islama vede müslümanlara karşı nefretle dolu olmuştur. 10 yıl, az bir zaman dilimi mi sizce? Şimdi nasıl olurda Allah’ın elçisi olmayan bir kimse bu kadar kendinden emin olup, bir kişinin kesinlikle islam olmayacağını ve de cehenneme gideceğini söyleyebilir.
Bu konuyla ilgili bir örnek daha vermek istiyorum. Kur’anı Kerim hristiyanların müslümanlara yahudilerden daha yakın olduklarından ve daha iyi davrandıklarından bahseder. Hristiyanlardan da, yahudilerden de birçok kişi müslüman olmalarına rağmen, yahudiler her zaman islamin baş düşmanları olarak görülür ve de bilinir. Aslında çok az insan Kur’anın bu tür bir meydan okumasından haberdardır. Nasıl mı? Yahudiler Kur’anı yalan çıkarabilmek hususunda bir şansa sahiptirler aslinda. Tek yapmaları gereken şey, müslümanlara çok iyi bir şekilde davranıp, sonrada: “bakın sizin kutsal kitabınız size hristiyanları bizden daha yakın olarak gösterirken, gördüğünüz gibi biz sizlere onlardan daha iyi davranıyoruz” diyebilirler. Yani Kur’anı yalanlamak için sadece yapmaları gereken müslümanlara hristiyanlardan daha iyi davranıp Kur’anın gerçekliğini yalanlamaktir. Ancak yahudiler bunu 1400 senedir yapmadı ve yapamazlarda. Çünkü verilen bilginin kaynaği ilahi. Rabbimiz böyle birşeyin olamayacağını çok iyi bildiği için bunu bizlere kur’anı keriminde bildirmektedir.
Mutlaka bu ve bunun gibi daha birçok misaller getirebiliriz Kur’andan. Dolayisiyla bu kadar açıklamadan sonra, çölün ortasında doğup büyüyen ve yaşayan, okuma yazması bile olmayan bir kişiden binlerce konuyu en ufak bir yanlış dahi yapmadan açıklamasını beklemek akil isi olmasa gerek.. Öyle bilgilerki modern teknoloji ile birçoğunu daha yeni öğrenebiliyoruz. Henüz bilmediklerimiz bir yana…
Allah herkesi doğru olan bu yola yaklaştırsın….
Dr. Gary Miller
Terceme Eden ve Yayına Hazırlayan: Süleyman Demir