2011 Genel secimler oylama istatistikleri

Adalet ve Kalkınma Partisi...


?

Anketimiz 12 Haziran 2011 genel secim OYLAMASI istatistik tablosu

  • Adalet ve Kalkınma Partisi 71 52.59%
    Demokrat Parti 0 0%
    Cumhuriyet Halk Partisi 25 18.52%
    Eşitlik ve Demokrasi Partisi 0 0%
    Emek Partisi 0 0%
    Milliyetçi Hareket Partisi 16 11.85%
    Bağımsız Türkiye Partisi 0 0%
    Genç Parti 0 0%
    Saadet Partisi 6 4.44%
    Milliyetçi ve Muhafazakar Parti 0 0%
    Büyük Birlik Partisi 1 0.74%
    Barış ve Demokrasi Partisi 1 0.74%
    Türkiye Komünist Partisi 2 1.48%
    Diger 4 2.96%
    Oy kullanmayacagim 9 6.67%

    1. Alt 05-21-2011, 20:20 #11
      yatci Mesajlar: 15
      Adalet ve Kalkınma Partisi

    2. Alt 05-21-2011, 22:50 #12
      YasakLi Mesajlar: 2
      Konu Şekli Farklı Bir Boyut Almaz inş.=)
      Kimin ne oy vereceği Sandık Başında belli olur diye düşünüyorum.
      Saygılarımla
      Adem AkdoGan

    3. Alt 05-22-2011, 01:46 #13
      Ziyaretci
      Misafir Mesajlar: n/a
      Üstteki mesajları üzülerek inceledim.Dindar kardeşlerimiz yüce dinimize hiç uygun davranışları olmayan kişilere safça hizmet etmeye çalışıyorlar.Yüce dinimizi kullanarak gelenleri dindar arkadaşlar övüp karşı tarafı neredeyse dinsiz sayarak hakaretler etmişler.İnsanlarımızın bu kadar gaflet içinde olmasını anlayamıyorum.Şeriatta hırsızlık yapanların elini keserler.Peki savundukları kesimin açgözlüce ve vatandaş saftır anlayamaz havasında yaptıkları hırsızlıkları göremiyorlarmı?Bir muhasebecinin iş yapamamaktan mesleğinin en iğrenç naylon faturacılık suçunu işleyip hapis cezası almışken dinci görünüp sizler gibi dindarları uyutup maliye bakanı olduktan sonra konsantre yumurtacılıktan başlayıp,sarfiyatsız ampul fabrikası hatta milyar dolarlık nükleer santralciliğe başlamasını ve bu sermayeyi bakan maaşıylamı yoksa şeriatın el kesecek cezası ilemi yaptığını anlayamıyormusunuz. 20 sene önce bizler gibi yırtık ayakkabıyla otobüs bekleyen nice kişilerin sırf yüce dinimizi kullanarak şu an dünyanın en zenginleri listesinde olmalarını maaşları sayesindemi olduğunu sanıyorsunuz.Bizzat Başbakanımızın açıkladığı şekilde bazı bakanlar yolsuzluk yaptı o yüzden gereken yapıldı açıklaması bile size ne anlatıyor.İslamiyetin en büyük suçlarından birisinin hırsızlık olduğunu bilmiyormusunuz?Yolsuzluk varsa dedikodu yapılmaz gereken yapılır.Ceza yalnızca milletvekili listesine almamakmıdır?Gereken hizbullahcıların bırakılmasında,pkk için seyyar mahkeme kurulmasında,90 yaşındaki çocuk tecavüzcülerin serbest bırakılmasında ve Çanakkale törenlerinde ayağa kalkmayan generalimizin içeri atılmasında yapılmıştır.

      melis bunu beğendi.
    4. Alt 05-22-2011, 04:15 #14
      safinaz Mesajlar: 3.348
      YasakLi´isimli üyeden Alıntı
      Konu Şekli Farklı Bir Boyut Almaz inş.=)
      Kimin ne oy vereceği Sandık Başında belli olur diye düşünüyorum.
      Saygılarımla
      Adem AkdoGan

      Peki siz hangi partiye oy vereceksiniz,malum bu da bir anket...

    5. Alt 05-22-2011, 15:13 #15
      turab Mesajlar: 6
      SAYIN KARDEŞİM fethullah gülen hocaefendi hazretleri ile başlamış olan dıalog faalıyetlerınde karalama,çarpıtma,iftira ve yalan diz boyudur. hiç kimse hristiyanlık denen bır dini meşrulaştırmıyor. bu cemaatimize yapılmış bir iftiradır. kasti yapanları allaha havale ediyorum.
      ben ukraynada yasıyorum. burda bu vesıle ıle musluman olmus kac kısı var sen bılıyormusun? kac kısı hıdayete erdi, kac bayan tesettüre girdi, kac papaz dinini terk etti. biz dıalog dedık yola cıktık. siz konuşun bizde konuşalım dedik.sizi bizim değerlerimize dil uzatmayın bizde sizinkilere. konuşan sadece hakikat olsun dedık. ağızlarının suyu aktı önce. sonra ne oldu biliyormusun? konuştukca hakikatin ne olduğu ortaya çıktı ve kazanan kuranın hakikatleri rasulullahın nam-ı celılı oldu. geri de dönemediler,tükürdüklerini de yalayamadılar. ve meydan kuranın hükümlerine kaldı.
      bu dialog ile islamdan dönen tek insan olmamıştır, ama BİİZNİLLAHİ TEALA dini mübini islam ile şereflenen çok insan olmuştur. hakikat ortadadır.
      dıalog hizmetlerine atılan iftiraların sebebi insanların uyanısıdır.insanlar oluk oluk islama koşmaya başladılar. bunu bılen kafir ve münafıklar ve gizli komiteler ifsad etmeye,iftira atmaya ve karalamaya başladılar. RASULULLAHIN KERVANI YOLA ÇIKMIŞTIR,ARTIK DÖNÜŞ YOKTUR.
      ben şunu çok rahat diyebilirim ki eger fethullah hoca denen adamın niyeti din,iman,kuran,muhammed mustafa ve dava değilse ALLAH ONU KAHR ETSİN. amma eger ona bu yakıştırmaları reva gorenler,bu iftira ve camurları atanlar, bu yalanları söyleyenler eğer nıyet ve hayallarınde din,iman,kuran,muhammed mustafa ve dava yoksa ALLAH ONLARI KAHR ETSIN. AMIN.
      fethullah gulen hocaefendının baslattıgı hızmet ve atılan ıftıralar bak neye benzıyor -
      Bu dönecek olan müthiş dolapları, oynanacak oyunları basiret gözüyle gören Asrın Dellalı ve Beyin Kurucusu(bedıuzzaman saıd nursı) “Batılı tasvir, saf zihinleri idlal eder. Güzel gören güzel
      düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.’ diyerek önce gazetecilere şöyle
      seslenir: “—Ey gazeteciler! Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslamiye ile
      müteeddip olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umumi-i müştereki milletten
      bitarafane çıkmalı ve matbuat nizamnamesini vicdanındaki hiss-i diyanet ve
      niyet-i halise tanzim etmeli.” Daha sonra büyük bir endişe ve heyecanla masum
      vatan gençlerine haykırır: Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide
      çalışmayınız! Aya Avrupa’nın bize ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra,
      hangi akıl ile onların sefahat ve batıl efkârlarına ittiba edip emniyet
      ediyorsunuz. Agah olunuz ki! Siz ahlaksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet
      davasında yalancılık ediyorsunuz!.. Çünkü şu surette ittibanız, milliyetinize
      karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!

      Heyhat! Küfrün hoyratlığı, dalaleti ve azgınlığı durmak bilmedi. Yığınlar zombiler haline
      getirildi. Onların ayılmaması için elden gelen yapıldı. Ya Zombi nedir?
      Zombiler kimlerdir? Bir de siz dinleyin işte zombiler hikâyesi: Haitili
      zenginlerden biri, bulduğu ilacı bazı kimselere içirmiş. Bu ilacı içenler,
      kendilerinden geçip, derin bir uykuya dalarmış. Öyle bir uyku ki, onları gören
      öldü zannedermiş. Yakınları ağlar, sızlar nihayet götürüp ölülerini mezara
      bırakırlarmış. İlacı bulan zengin de gidip mezarı açar ve kurbanını evine
      getirirmiş. Ya ilacın tesiri geçince veya bir başka ilaçla baygın adam
      ayıltılır, uyandırılırmış. Fakat bu adam mazisini hatırlayamadığı gibi,
      düşünemezmiş de... Bir çeşit robot olurmuş. Bunlara Zombi” denirmiş. Menfaatine
      düşkün zengin adam, böyle zavallılardan, bir işçi grubu meydana getirmiş;
      bunları pirinç tarlalarında çalıştırırmış. Yani boğaz tokluğuna işçi bulmak,
      başkalarının gözyaşını içki diye içmek... Bir gün, bu zengin adam iş icabı bir
      yere gitmiş. Zombilere bakmasını, onlara iş göstermesini karışma tembih etmiş.
      Kadıncağız, işin sırrını bilmiyormuş. Zombileri alıp, karnavala götürmüş.
      Zombiler akrabalarını, akrabaları zombileri tanıyamazmış. Fakat zombileri bu
      halden kurtarabilecek tek ilaç tuzmuş. Merhametle bilgisizlik el ele verince,
      kadıncağız yediği tuzlu fıstıklardan zombilere dağıtmış ve yemelerini istemiş.
      Tuzlu fıstığı yiyen zombiler, akrabalarını ve evlerini hatırlamışlar. Koşarak
      yuvalarına dönmeye çalışmışlar. Öyle koşmuşlar, öyle koşmuşlar ki, kimisi
      yollarda düşüp ölmüş, kimisi evine ulaşmış... Duruma idari makamlar el
      koymuşlar. Araştırma neticesinde, herşey olduğu gibi ortaya çıkmış ve Haiti
      Cumhuriyeti ceza kanunlarına bir madde ilave etmiş: “İnsanları zombi yapanlar
      idam edilir.” diye.

      Bizim zombilerimize ne olacak? Onlara da tuzlu fıstık veren birisi çıkacak mı? Bir ayılırlarsa halimiz nice olur? Daha doğrusu halkı zombi yapanların hali nice olur.

      Genç kuşakları ihmal edip nefsanîliğin karanlık labirentlerinde yapayalnız bırakanlar, onların her gün biraz daha yozlaşmalarına seyirci kalanlar, kitleleri milli kültür ve
      milli düşünceden mahrum bırakanlara alkış tutanlar, gününü gün etmek
      isteyenler, ülkenin dört bir yanına kozmopolitik tohumlarını saçarak milli şuur
      ve milli mefkûreyi öldürenler, özünden ve ruh kökünden uzaklaşmayı marifet ve
      medeniyet sananlar, ilim yuvalarını bu cehennem zakkumunun meşcereliği haline
      getirenler... Yıllarca can alıcı hasımlarımızı dost bilip onlara dostluk
      türküleri söyleyenler, göz göre göre bütün değer hükümlerimizi yerle bir edip
      hâlihazırdaki şu hazin manzarayı hazırlayanlar... Cismaniye bedeni hazlarını,
      herşeyin önüne geçirip çılgınlık ve hezeyana girenler, bunların haline imrenip,
      kelebeklerin kendilerini ateşlere attıkları gibi, gidip gidip günahlara
      gömülenler medeniyet deyip yenilik deyip çeşit çeşit yabancı düşünceye
      pey—çekenler, olup biten bunca şey karşısında, bir kerecik olsun irkilmeyen ve
      ürpermeyenler, en alttakiler onlarında altındakiler, en üsttekiler onların da
      üstündekiler, bir gün mutlaka ettiklerine nadim olup ağlayacaklardır. Bir gün
      mutlaka, bu nesile de tuzlu fıstık veren birisi çıkacak, böylece onlar da
      hakikatleri anlayacaklar ve koşa koşa asıllarına döneceklerdir.

      işte hakikat bu, FETHULLAH GÜLEN HOCAEFENDİ hazretleri mıllete ve ümmete tuzlu fıstık yediriyor ve bunun farkında olan düşmanlar ona saldırıyorlar. fakat hocamıza her daim dua etmekteyiz. GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ,GÖZ KAPATMAKLA GECE OLMAZ.GÖZÜNÜ KAPATAN YALNIZ KENDINE GECE YAPAR
      VESSELAM...





      Ehl-i Kitapla Amentüde İttifakımız Var

      Ahmet Şahin, Zaman
      17.04.2000


      Bizim anlayışımıza göre İslam, bir dünya dinidir. Yani dünya insanlığı İslam'a adaydır. İnsanlığın gelişmiş aklını, mantığını İslam tatmin eder. Dünya insanlarının hemen hepsinin şartlarını da ancak İslam anlar ve her birinin ihtiyacına da yine evrensel İslam cevap verir.

      Bir kere şu nokta kesinlikle unutulmamalıdır.

      İslam'da zorlama yoktur. Bilgi vermek vardır!

      Böyle olunca İslam'ın insanlığı telkin ve tebliği açık seçiktir:

      Aklınız, mantığınız ve gelişmiş kültürünüz var. İslam'a bir bakın, bir inceleyin. Aklınızın, mantığınızın tatmin olduğunu göreceksiniz. Bulunduğunuz bütün hal ve şartlara İslam'ın sizi memnun edecek cevaplar verdiğini anlayacaksınız...

      Neden böyle? İslam evrenseldir de ondan. Tüm dünya insanına gelmiş, onların hepsine de hitap edecek ölçülere sahiptir o yüzden.

      Mesela İslam'ın dondurulmuş sanılan bir tesettür tarifine bakın, nasıl dünya insanlarının ihtiyacını karşılayacak genişliğe sahip olduğunu anlayın.

      Nasıl bir giyim İslam'ın emridir, mutlaka çarşaf mı?

      İslam, tesettürün modasını, şeklini, rengini tarif etmez.

      Neden etmez? Çünkü bu konuda dünya insanlığının ihtiyaç ve zevkleri çok farklıdır da ondan. Sıcak Afrika'nın ihtiyacı ile soğuk kutupların ihtiyacı aynı değildir. Bundan dolayı İslam, cinsi duyguları tahrik ederek ahlakı bozup, insanı tacize teşvik edecek giyimi yasaklar. Yoksa modasını, rengini, biçimini değil.

      Böyle olunca sıcak ülkenin hanımı Suudi Arabistan'da olduğu gibi belki çarşafı daha olumlu bulur, onu tercih eder. Ama kutupların kadını da soğuktan koruyan bir miflonlu tulumu koruyucu bulur, onun çarşafı da tulum olur.

      Demek ki İslam insanlığın ihtiyacını esas aldığından belli bir şekli, modayı ve biçimi dondurup da mensuplarına onu emretmiyor. Her iklimin, her coğrafyanın insanı kendi ihtiyacına göre tesettür şekli bulur ve inancının icabına göre de kolayca onu tatbik edebilir.

      Bu, İslam'ın evrenselliğinin gereğidir. Böylesine elastiki ve geniş bakışından dolayı İslam dünya insanlığının dinidir. Çünkü herkes onda kendi zevkine, ihtiyacına göre çare ve kolaylık bulabilir.

      Hal böyle olunca insanlığın İslam'a yabancı kalması, aklın mantığın icaplarına böylesine cevap veren bir dinde zorlama ve darlığın varlığını sanması makul ve ilmi değildir.

      Zaten dikkatlice bakıldığında görülecektir ki ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur ifadesiyle amentüde ittifakımız vardır. Çünkü Allah'ın gönderdiği kitapların hemen hepsinde tekrarlanan amentüdür: Allah birdir. Peygamberler haktır. Melekler vardır. Kitaplar gönderilmiştir. Ahiret vardır. Ölen insanlar bir gün dirilecek, yaptıkları iyiliklerin mükafatını, kötülüklerin de mücazatını göreceklerdir.

      Bu temel noktalar bir amentüden başkası değildir ve biz ehl-i kitapla bu amentüde müttefikiz. Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Halbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir. Burada Kur'an'ın bir ayetini hatırlamak yerinde olsa gerektir: (Mealen.)

      "Ey ehl-i kitap! Geliniz ittifak ettiğiniz amentüde buluşunuz."

      Bu sebeple burada diyoruz ki:

      Ey ehli iman! Siz de bütün insanlığın dini olan İslamı sadece kendi ihtiyacınıza göre yorumlayarak onu bir dünya dini olmaktan çıkarıp kendi ülkenizin dini haline sokmayınız. Unutmayınız ki bütün insanlık onun içinde kendine yer bulacaktır. Başka gidecek yeri de yoktur!






      Ahmed Şahin
      İslam'da dinler arasında düşmanlık değil dostluk öncedir


      Okuyucumun sorusunu şöyle özetleyebiliriz:
      - Bazı kimseler, "Yahudi ve Nasâra'yı kendinize evliya yapmayın!" mealindeki ayetten hareketle, dinler arası diyaloğu, onları veli yapma mânâsına anlayarak bu ayete aykırı buluyorlar.

      Böylece dinler arası münasebetleri baştan karşıtlık üzerine inşa ediyorlar. Bu doğru mudur? İslam başka dine mensup bir milleti ve devleti peşinen düşman sayar mı? Yoksa dostluk önce, düşmanlık ise sonra, takınacakları tavra göre mi söz konusu olur?
      . . .

      Efendim, ayrı dindeki dünya milletlerine ve devletlerine Kur'an'la bakılacaksa, Hucurât Sûresi âyet 13'le bakılır. Bu ayetin geniş açıklamasında mesele incelemeye alınır.

      - Kur'an ne mi diyor bu ayette tüm dünya insanlarına? Lütfen dikkat buyurun:

      - Âdem'le Havva'dan doğan çocukların devletlere, milletlere, kabile ve şûbelere ayrılmalarının sebebi, birbirlerini düşman bilip savaş açmalarıdır, birbirlerinin boğazına sarılıp da dünyayı kan gölü haline getirmelidir! demiyor Kur'an bu ayetinde. Bunun tam aksine:

      - Birbirleriyle tanışıp iyi münasebet kurmaları, alışveriş yapmaları, kendilerinde olanları onlara satmaları, onlarda olanları da kendilerine almaları, böylece dünyayı savaş alanı değil barış ve hoşgörü diyarı haline getirmeleri gereğine dikkat çekiyor Kur'an bu ayetinde.

      İsterseniz açıp bakın Hucurât Sûresi ayet 13'e:

      - Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. (Hepiniz Adem'le Havva'nın çocuklarısınız.) Sizi kabile, ırk ve devletler halinde kıldık ki, birbirlerinizle tanışasınız, yardımlaşasınız! Bilesiniz ki Allah'ın yanında sizin en makbulünüz, Allah'ın emirlerine en uygun şekilde davrananızdır!" (Hucurât 13)

      Anladığımız kadarıyla Allah'ın emirlerine en uygun şekilde davranan, dünyayı düşman kardeşlerin yaşadığı savaş alanı haline getirenler değildir.

      Akıl da, nakil de Adem'le Havva'nın çocuklarının birbirlerine karşı kardeşçe bir anlayışta olmalarını gerektiriyor, düşmanca bir tutum içinde olmalarını değil...

      Bu sebeple Müslümanlar, Hazret-i Adem'in çocuklarından kabul ettikleri hiçbir ırkı, milleti peşinen düşman olarak görmezler, dinimiz böyle peşin bir düşmanlık hükmünü hiçbir devlete ve millete yöneltmez.

      Öyle ise Müslümanlar semavi dinlere mensup dindarlar arasında bir diyalog geliştirerek medeniyetler çatışmasını önlemeye katkıda bulunmalıdırlar. İsa Aleyhisselam'ın geleceği rivayetini de böyle birlikteliklerle yorumlamış olmayı düşünmeliler.

      Duruma Kur'an'ın bu barışçı bakışıyla bakıldığında, dünyada kültürler arası çatışmaya engel olmak gibi bir büyük sonuç da söz konusu olabilir. Bundan Müslümanların peşinen düşmanlık gibi bir fanatizmin taraftarı olmadıkları da anlaşılmış olur.

      Tekrar edilerek unutulmaması gereken özet şudur:

      Allah (cc), Hz. Adem'in çocuklarını birbirlerine düşmanlık edip de dünyayı kana bulasınlar diye farklı milletler, ırklar, devletler halinde hayata salmamıştır. Aksine iyi münasebetler kurup da mutluluk ve refahlarına yardımcı olsunlar diye farklı hallerde hayata yöneltmiştir.

      Böyle barışçı bir anlayış, bizim başkalarına teslim olmamız mânâsına da gelmez. Peşinen ne teslimiyet ne de düşmanlık.

      Konuyu Efendimiz (sas) Hazretleri tek cümlede özetlemiştir:

      - İslam'da peşinen ne zarar vermek var ne de zarar görmek!

      Evet, İslam zarar görmediği sürece zarar vermez, düşmanlık görmediği sürece dostluğu esas alır...

      Dünyanın geldiği nokta da bu anlayıştır. Çağın insanı da böyle barışçı İslam'ı aramaktadır.

      Bunun aksine dar ve itici bir anlayış, evrensel bir barış dini olan İslam'ı yöresel bir kabile dini halinde algılamak olur, diye düşünmekteyiz.




      Ahmed Şahin

      Misyoner, Müslüman'ı neden aldatamaz?


      Basında, misyonerlerin, Hıristiyanlık propagandası için teşkilatlanmalarına hız verdikleri haberleri yine tekrar edilmeye başlandı.

      Harekete geçen misyonerler parasız İnciller dağıtıyor, bilhassa işsiz gençleri bu yolla Hıristiyanlaştırmaya çalışıyorlarmış... Ben bu haberleri okuyunca; "Müslüman'ın Hıristiyan olması mümkün mü?" diye sordum kendime. İçimden gelen cevap; -Hayır! şeklinde oldu. Hem de çok değil azıcık aklı, mantığı, muhakemesi olan bir Müslüman'ın misyonerlere kanıp da Hıristiyan olması mümkün değildir. Neden mümkün değildir, arz edeyim...

      - Müslüman, Hıristiyan olunca neyi kazanacak? Hangi eksiğini tamamlayacak?.. Bunu bir düşünmek gerekmez mi?.. Hangi gerçek Müslümanlıkta yok da Hıristiyanlıkta var ki, Müslüman Hıristiyan olsun da o gerçeği bulsun?.. Öyle ise ne için Hıristiyan olacak Müslüman?.. Sebep ne?..

      Şayet misyonerlerin Müslüman'a teklifleri inanç yönünde olacak da diyeceklerse ki: Hazreti İsa Allah'ın yüce bir peygamberi, İncil de Allah'ın kitabıdır!. Bunu böyle bil!

      Zaten Müslüman da bunu böyle bilmekte, böyle inanmaktadır. Bunun için Hıristiyan olmasına sebep yok ki?.. Müslümanken de böyle kabul ediyor, böyle inanıyor.

      Hatta Müslüman sadece Hazreti İsa ve İncil'i tasdik etmekle kalmıyor. Daha ilerisini haber vereyim size. İşte Bakara Sûresi ayet 285'ten bütün peygamberleri kucaklayan bir ayetin hükmü: Biz peygamberler arasında ayırım yapmayız!..

      Evet, biz Müslümanlar Allah'ın görevlendirdiği peygamberler arasında ayırım da yapmayız!. Hepsini de Rabb'imiz göndermiştir. Sevgiyle kucaklar, hürmetle selamlarız. Hz. İsa'yı da, Hz. Musa'yı da.

      Öyle ise misyonerler Müslüman'a neyi anlatıp, kimi kabul ettirecekler? İnkar ettikleri bir İlahi kitap ve peygamber mi var ki?..

      Müslüman, Hazreti Adem'den başlayarak günümüze kadar gelip geçmiş bütün İlahi kitapları ve peygamberleri hürmetle kabul edip sevgiyle kucaklıyor. İnkar edip dışarıda bıraktığı bir kutsal yoktur ki, misyonerler onu kabul ettirmek için Müslüman'ı Hıristiyanlığa davet etsinler.

      Bunlardan da anlaşılıyor ki, bütün İlahi dinleri kucaklayan İslam'ın içinde gerçek Hıristiyanlık da vardır. Ama Hıristiyanlığın içinde İslam yoktur. Durum böyle olunca, biz misyonerleri İslam'a çağırsak yanlış olmaz. Çünkü içinde gerçek Hıristiyanlığın da bulunduğu bir dine çağırmış oluruz. Ama misyonerler Müslüman'ı Hıristiyanlığa çağırsalar yanlış olur... Çünkü içinde İslam'ın bulunmadığı bir dine çağırmış olurlar. Yani tam olandan eksik olana davet olur bu... İlim de mantık da kabul etmez tam olanı bırakıp da eksik olana tabi olmayı... Eğer misyonerler, "İsa Allah'ın sadece peygamberi değil aynı zamanda da oğludur", diyorlar da, bunu kabul ettirmek için davet ediyorlarsa Müslüman'ı... Bu ilim dışı iddiayı artık aydın Hıristiyanlar da kabul etmiyor, nerede kaldı bir Müslüman'a kabul ettirsinler de, haşa Allah baba, İsa da O'nun oğludur, dedirtebilsinler Müslüman'a.

      Demek ki, önyargısız düşünüldüğünde görülüyor ki, Müslüman'ın Hıristiyan olması, aklen de, ilmen de mümkün değildir!.. Ama Hıristiyan'ın Müslüman olması hem mantığın, hem de ilmin gereğidir.

      Çünkü kendi peygamberini ve kitabını inkar etmeye mecbur olmuyor İslamiyet'e girmekle. Yine Hazret-i İsa, Allah'ın yüce peygamberi, İncil de yine Allah'ın gönderdiği kutsal kitabıdır.

      Öyle ise Hıristiyan neden çekinsin İslam'a ilgi duymaktan? Kaybı yok, kazancı var. Eksiğini tamamlamaktadır İslam'a girmekle... Demek ki, önyargıdan kurtularak düşünen Hıristiyanlar bir gün İslam'ın bu özelliğinin farkına varacak, kendi kutsalına layık olduğu yüce makamı veren İslam'ı inceleyerek;

      - "Ben burada kendi kitabımı ve peygamberimi buluyorum, benim yerim burası olabilir" diyeceklerdir... Nitekim diyorlar da...

      Ama Müslüman, Hıristiyanlık için 'ben burada kendi kitabımı ve peygamberimi buluyorum' diyemeyecektir. Çünkü orada Müslüman'ın kitabı ve peygamberi yoktur. Bir kazancı mevcut değildir. Kaybı ise pek çoktur. İslam'la kabul ettiği bütün kutsalları inkar etmesi söz konusu olacaktır. Bu ise göze alınabilecek bir kayıp değildir. Hıristiyan bile olamaz bu kimse artık, ehl-i kitaptan da sayılamaz!.. Onu bekleyen ağır sıfat, tek kelimeyle; 'mürtet'liktir!..

      Burada yazımızın başlığındaki soruyu cevaplayarak diyoruz ki:

      - İşte bunlardan dolayı misyoner Müslüman'ı Hıristiyanlığa davet edemez. Ederse bu sorulara cevap vermesi gerekir...



      Ahmed Şahin
      Müslüman, misyonere bilgi ile karşılık verir, kaba kuvvetle değil


      Biz, misyonerin bilgili Müslüman'ı etkileyerek Hıristiyanlaştırabileceğine inanmamaktayız. Bize öyle geliyor ki bakkaldan aldığı ekmeği yolunu şaşırmadan evine götürebilecek kadar aklı, mantığı, ilmi olan bir Müslüman, misyoner karşısında önce şu net soruları sormaktan kendini alamaz ve der ki:

      - Müslüman, Hıristiyan olunca neyi kazanacak? Hangi eksiğini tamamlayacak? Hangi gerçek, Müslümanlıkta yok da Hıristiyanlıkta var ki Müslüman, Hıristiyan olsun da o gerçeği orada bulsun? Yok böyle bir eksiği Müslüman'ın. Öyle ise ne için Hıristiyan olacak Müslüman? Sebep ne? Misyonerlerin Müslüman'a teklifleri inanç yönünde olacak da diyeceklerse ki:

      - Din demek peygamber ve kitap demektir. Hazreti İsa Allah'ın peygamberi, İncil de Allah'ın gönderdiği kitabıdır! Bunu böyle bilin!

      Zaten Müslüman da bunu böyle bilmekte, böyle inanmaktadır. Bunun için Hıristiyan olmasına gerek yok ki? Müslüman'ken de böyle kabul ediyor, böyle inanıyor. Hatta Müslüman sadece Hazreti İsa ve İncil'in aslını tasdik etmekle kalmıyor, daha ilerisine gidiyor. İşte Bakara Sûresi 285'te, "Biz, peygamberler arasında ayrım dahi yapmayız! Hepsine de inanırız."

      Öyle ise misyonerler Müslüman'a neyi benimsetip, kimi kabul ettirecek? Müslüman'ın inkâr ettiği bir ilahi kitap ve peygamber mi var ki, onu anlatıp kabul ettirmek için Hıristiyanlığa çağırsınlar Müslüman gençleri?

      - Müslüman, Hazreti Âdem'den başlayarak, geçmiş bütün ilahi kitapları ve peygamberleri hürmetle kabul edip sevgiyle kucaklıyor. İnkâr ettiği bir kutsal yoktur ki, misyonerler onu kabul ettirmek için Müslüman çocuklarını Hıristiyanlığa davet etsinler.

      Demek ki, bütün ilahi dinleri kucaklayan İslam'ın içinde Kur'an'ın anlattığı manada gerçek Hıristiyanlık da vardır. Ama Hıristiyanlığın içinde İslam yoktur. Durum böyle olunca, biz misyonerleri İslam'a çağırsak yanlış olmaz. Çünkü içinde gerçek manada Hıristiyanlığın da bulunduğu tam bir dine çağırmış oluruz. Ama misyonerler Müslüman'ı Hıristiyanlığa çağırsalar yanlış olur. Çünkü içinde İslam'ın bulunmadığı eksik bir dine çağırmış olurlar. Yani tam olandan eksik olana davet olur bu. İlim de, mantık da, akıl da kabul etmez tam olanı bırakıp da eksik olana yönelmeyi.

      Eğer misyonerler, "İsa, Allah'ın sadece peygamberi değil aynı zamanda da oğludur!" diyorlar da bunu kabul ettirmek için davet ediyorlarsa; bu iddiayı artık kendi aydın Hıristiyanları da kabul etmiyor, nerede kaldı bir Müslüman'a kabul ettirsinler de, haşa, "Allah baba, İsa da O'nun oğludur." dedirtsinler.

      Önyargısız düşünüldüğünde görülüyor ki, Müslüman'ın Hıristiyan olması, akılla, mantıkla, ilimle mümkün değil! Ama Hıristiyan'ın Müslüman olması hem aklın hem mantığın hem de ilmin gereğidir.

      Çünkü kendi peygamberini ve kitabını inkâr etmeye mecbur olmuyor İslam'a girmekle. Yine Hazreti İsa Allah'ın yüce peygamberi, İncil'in aslı da yine Allah'ın gönderdiği kutsal kitabıdır. Öyle ise Hıristiyan neden çekinsin İslam'ı incelemekten. Kaybı yok, kazancı ise çoktur. Eksiğini tamamlamaktadır İslam'a girmekle. Anlaşılan odur ki, önyargıdan kurtularak düşünen Hıristiyanlar bir gün İslam'ın bu özelliğinin farkına varacak, kendi kutsalına layık olduğu yüce makamı veren İslam'ı inceleyerek:

      - 'Ben burada kendi kitabımı ve peygamberimi buluyorum, benim yerim burası olabilir' diyebileceklerdir. Nitekim yer yer diyorlar da.

      Ama Müslüman, Hıristiyanlık için bunu diyemeyecektir. Çünkü orada Müslüman'ın kitabı ve peygamberi yoktur. Bir kazancı da mevcut değildir. Kaybı ise pek çoktur. İslam'la kabul ettiği bütün ilahi dinleri ve peygamberi inkâr etmesi söz konusu olacaktır. Bu ise göze alınabilecek bir kayıp değildir. Hıristiyan bile olamaz bu kimse artık, ehl-i kitaptan da sayılamaz.

      Bu sarsılmaz gerçeklerden dolayı diyoruz ki: Böylesine kesin bilgi ve sağlam inanca sahip olan Müslüman'ın misyonere karşı bilgiyi bırakıp da kaba kuvvetle mukabele etmesini hem İslam onaylamaz hem de Müslüman buna ihtiyaç duymaz. Çünkü İslam, ilmin gereği olan açık ve net bilgilerle anlatılır, cehaletin eseri olan kaba kuvvetle değil.




      Ahmed Şahin
      Ehli kitapla ittifak ettiğimiz temel doğrular


      Bakara Suresi ayet 4'te, müminler tarif edilirken, "Hem Kur'an'a, hem de Kur'an'dan önceki İlahi kitaplara iman ederler." diye tarif ediliyor.

      Bu sebeple biz müminler de hem Kur'an'a, hem de Kur'an'dan önceki İlahi kitaplara iman ediyor, onları tebliğ eden tüm peygamberleri de tasdik ediyoruz. Çünkü o peygamberlerin tebliğ ettikleri kitaplarda tüm insanlığın değişmeyen doğruları vardır. Bu değişmeyen doğrular: "Allah'a iman, peygamberlere iman, meleklere iman, öldükten sonra tekrar dirilerek ahirette hesap vermeye iman." Bunlar semavi kitapların ittifak ettikleri bir bakıma amentüleridir. Zaten peygamberler (teferruatta ayrılsa da) temel doğrularda ittifak ederler. Bir peygamberin söylediğini diğeri tekzip değil teyit eder. Nitekim Türkiye Diyanet Vakfı'nın 11 kişilik ilim heyetine hazırlattığı İslam ilmihalinde, tüm dinlerin ittifak ettiği bu temel doğrular şu ifadelerle dikkatimize sunulmaktadır:

      - "İslam'a göre ilk peygamberin tebliğ ettiği din ile daha sonra gelen peygamberlerin ve son Peygamber Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği din, temel nitelikleriyle aynıdır! Allah'a iman, peygamberlik müessesesi ve ahiret inancı hepsinde vardır!.." s. 10. Evet, bunlar semavi dinlerin hepsinde de değişmez doğrulardır. Bir bakıma ehli kitabın değişmeyen amentüleridir. Bizler de bu amentüde müttefikiz. "Ehli kitapla Amentüde ittifakımız var." derken de bu değişmeyen doğruları saymıştım geçmişteki bir yazımda. Çünkü biz de Allah'a, peygamberlere, meleklere, ahirete iman ediyoruz. Yani ehli kitapla bu değişmez doğrularda ittifak ediyoruz. Ancak ehli kitabın bazılarının bu doğruları tarif ve tavsif ederken yanlışa düştüklerini de görüyor, Allah'a babalık, peygambere de oğulluk ve krallık sıfatını isnat etmeleri gibi yanılgılarına da şahit oluyoruz. Onlardan bazılarının bu gibi yanlış tarif ve tavsiflerinin doğrusunu anlatma görevi de yine bize düşüyor. Uzaktan seyirci kalma yerine yaklaşıp kendi doğrularımızı anlatma imkanı aramamız icap ediyor. Bunun için de diyaloğa, konuşmaya ihtiyaç oluyor. Zaten atasözünde, "İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar, hayvanlar da vuruşa vuruşa uzaklaşırlar." deniyor. Bizler konuşa konuşa anlatmayı tercih ediyoruz, vuruşa vuruşa uzaklaşmayı hizmet telakki etmiyoruz. "Siz konuşa konuşa bir şey anlatamazsınız!" diyenlere de "Siz de konuşmaya konuşmaya bir şey anlatın öyle ise..." diyerek kendi mantıklarıyla baş başa bırakıyor, bir konuşma örneği arz ediyoruz burada sizlere: Hoca Efendi konuşuyor: - Amerika'da İslam'a çok saygılı bir Hıristiyan din adamı ile konuşuyorduk. "Bizim gençler kiliseden kaçıyorlar." dedi. Ben de, bizde camiye giden ve oruç tutan gençlerin sayısında artış olduğunu söyledim. O devam etti. "Bizim gençler arasında çok bunalım var. Doğrusu, böyle bir neslin karşısında Tanrı'nın yerinde (!) olmak istemezdim!.." dedi. Ben de, "Allah ile kul arasındaki münasebet açısından sizin konumunuzda olan bir insana, böyle bir cümleyi yakıştıramadım!.." dedim. Bu konuşmamız üzerine o zat alicenap davrandı: "Allah'tan çok af dilerim, sürç-ü lisan oldu!.." dedi. Hoca Efendi konuyu şöyle bağlıyor: "Bu insanlar kendi nesillerinden endişe ediyorlar. Bizim misyonerlik yapmamıza gerek yoktur. Kendimizi doğru ifade etme fırsatı bulalım o bize yeter!.." Evet, bütün mesele burada, kendi doğrularımızı ifade etme fırsatı bulabilmektedir. Diyalog bize bu fırsatı veriyorsa bunu değerlendirmek aklın, mantığın icabı olsa gerektir.


      Ahmed Şahin
      Bugünkü Hıristiyanlara ehli kitap denebilir mi?


      Soru: Geçenlerde bir yazınızda bugünkü Hıristiyanlara, Yahudilere "ehli kitap" dediniz. Halbuki bugünkülerin çok farklı iddiaları, inançları vardır.

      Bunlara "ehli kitap denemez" diyenler vardır. Sizden başka da bugünkülere ehli kitap diyen var mı? Yoksa sadece sizin yorumunuz mu?

      - Efendim, bugünkü Hıristiyanlar, Yahudiler, Kur'an'ın ehli kitap dediği Hıristiyanlardan, Yahudilerden farklı bir inançta değiller. O günkülere Kur'an nasıl ehli kitap demişse bugünkülere de aynen öyle ehli kitap denir. Dolayısıyla bunlar da Kur'an'ın ehli kitap dediklerinden ayrı inançta kimseler değillerdir. Kur'an'ın ehli kitap dediği inanç bugün de aynen devam etmektedir. Değişen bir şey yoktur. Benden başka birinin de benim gibi ehli kitap deyip demediklerine gelince. Bütün fıkıh kitapları aynı hükmü ifade etmekteler.

      Salahiyetli ilim adamlarımızdan biri olarak gördüğüm Prof. Dr. Hayreddin Karaman Hocaefendi de aynı hükmü ifade etmektedir. Hayatımızdaki İslam kitabındaki ifadeleri aynen şöyledir:

      - Şu andaki Hıristiyan ve Yahudi toplumu için "ehli kitap" kavramı geçerli midir?" sorusuna verdiği cevabı:

      - Şu andaki Hıristiyan ve Yahudilerin İslam'a ve kendi dinlerinin aslına aykırı olan inanç ve uygulamaları, Hz. Peygamber (sas) zamanında; yani Kur'an vahyedilirken de vardı. Buna rağmen bunlara ehli kitap denildi ve bazı özel hükümlere, imtiyazlara da sahip kılındılar."

      Hocaefendi, yazısını şöyle bağlamaktadır:

      - Evet, bugünkü Hıristiyan ve Yahudiler de ehli kitaptırlar!"

      Şayet bugünküler ehli kitaptan sayılmayacak olsa dış ülkelerdeki Müslümanların et yemeleri imkansız hale gelecektir. Çünkü ehli kitap olunca kestiği yeniyor. Değil diyecek olursanız bir semavi dine inanmıyor, kestiği de yenmiyor demektir ki, bu iddia zor bir duruma da sebep olur. Kaldı ki, bu sonuç düşünülmeden bunların ehli kitap olduğu hükmüne varılmıştır.

      Soru: Son senelerde Almanya'da zor durumlara maruz kalanlarımız var. Bunlar bir ev almak için bankadan faizli kredi çekmek zorunda kalabiliyorlar. Sorduğumuz bazı 'kimseler faizli para alamazsınız.' dediler. 'Alırsınız.' diyenler de oldu. İyice şüpheye düştük. Ev almak için Alman bankalarından faizli kredi alabilir miyiz? Mevcut paramız yetmez de faizli kredi ile ev alırsak içine girip de huzurla oturabilir miyiz? Buna nasıl bakıyorsunuz?"

      Zannederim burada tespiti gereken ölçü şudur. Deniyor ki:

      - İnsan bol para kazanmak için faizli kredi almamalıdır. Daha doğrusu alamaz. Ama (zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için) faizli kredi alabilir! (Zaruri ihtiyaç) maddesini iyi tespit etmek gerekiyor. Daha çok kazanmak zaruri ihtiyaç değildir. Ama evi yoksa başını sokacak bir yuvaya sahip olmak zaruri ihtiyaçtır.

      İşte bu gibi zaruri ihtiyaçları temin için faizsiz para bulamayan kimse, faizlisine yönelip bankadan faizli para alabilir. Sonra da evinde kira öder gibi borcunu ödeyerek zaruri ihtiyacını karşılayıp evsizlikten kurtulabilir. İmam-ı Azam Hazretleri buraya şöyle bir not koyarak demiş ki: "Şayet Müslüman'ın gayrimüslim ülkesinde faizli para alması menfaatine ise alabilir!"

      Nitekim Prof. Dr. Hayreddin Karaman Hocaefendi zikri geçen kitabında bu konudaki görüşünü de şöyle ifade etmektedir:

      - Bugün Almanya vb. ülkelerde yaşayan Müslümanlar, ancak zaruri ihtiyaç halinde bankalardan faizli kredi alabilirler. Bu zaruri ihtiyacın örneği mesken kredisidir. Oturacak bir evi olmayan şahıs, kendine ait birikmiş parasıyla ev alması mümkün olmuyorsa, Alman bankalarının verdiği uygun faizli krediyi alabilir. Ancak bu, zaruri ihtiyaca dayalı bir izindir, ruhsattır. Ev lüks değil,temel ihtiyaçlardan biridir."

      Yani, faizli para almaya izin çıkaracak derecede bir zaruri ihtiyaçtandır. Burada mühim olan, zaruretin sınırlarını iyi tespit etmek, zaruret olmayanları da zaruret sayarak tümüyle faize yönelmemeye dikkat etmektir.



      Ahmed Şahin
      Dinler ve kültürlerarası diyalog toplantıları


      Biz dinleri ikiye ayırıyoruz. Semavi dinler-beşeri dinler. Semavi dinler aslında Rabb'imizin gönderdiği İlahi kitaba ve Peygamber'e dayanan İlahi dinlerdir.

      Hıristiyanlık ve Musevilik gibi. Bu iki semavi dinin mensuplarına 'ehli kitap' diyoruz. Bize göre ehli kitap, diğerlerinden ayrıdır. Hem o kadar ayrı ki, ehli kitapla akrabalık bile kurabiliyoruz. Nikahla kızlarını alabiliyor, çocuklarımızın anası yapmayı düşünebiliyoruz. Kestiklerini yemede de tereddüt göstermiyoruz...

      - Neden bu kadar yakınlaşabiliyoruz?.. Onlar da Rabb'imizin gönderdiği bir İlahi kitaba inanıyor, Peygamber'e dayanıyor da ondan... Sadece bir eksikleri var, onu da onların takdirlerine havale ediyoruz.

      - Nedir o eksikleri?

      - Kendi kitaplarını, kendi peygamberlerini inkar etmeden, eksiklerini tamamlamaları, yani Hazreti Muhammed'le Kur'an'ı da tanımaları...

      Nitekim biz onların peygamberlerini ve kitaplarını tanıyoruz. Onlardan da aynı centilmenlikte bulunmalarını makul ve mantıklı buluyoruz...

      Bu, onlar için zor bir kabul de değildir. Çünkü kendi inançlarını inkar etmeleri gerekmiyor, kendi inançlarını korumakla birlikte sadece eksiklerini ikmal etmelerinin gereği oluyor bu kabul.

      Her ne ise... Bu ayrı bir konu aslında. Burada yine de biz kendi nefsimizi sorguluyor, İslam dünyası olarak İslam'ın güzelliğini halimizle gösteremeyince onlar da şimdilik seyirci kalmakta kendilerini haklı buluyorlar, diye düşünüyoruz. İslam'ın imrenilecek güzelliklerini ekonomik, sosyal, kültürel yaşayışımızla tam gösterebilseydik durumu çok farklı olacaktı diye değerlendirme yapıyoruz...

      Gelelim semavi olmadıkları halde din ismi verilen beşerin iyilik ekollerine...

      Onların dinin emir ve tavsiyelerine aykırı düşmeyen faydalı söylemlerine de itibar ediyor, destek veriyoruz. Ama ehli kitap gibi bir akrabalık ve kestiklerini yeme gibi bir yakınlığımız söz konusu olmuyor...

      Demek ki bizler, farklı dine mensup insanların ortak doğrular etrafında birlik meydana getirmelerinden yanayız. Nitekim onlar da böyle birlikten yanalar.

      Hal böyle olunca farklı dinin dindarları, insanlığın hayrına olan konularda bir araya gelseler, dinsizliğin dini değerleri yok etme çabalarına karşı çareler bulmaya yönelseler, bu yakınlaşmadan ne ehli kitap zarar görür ne de bunun öncülüğünü yapan Müslümanlar...

      Bu konuda Hucurat Sûresi ayet 13 çok net mesaj vermektedir:

      - Ey insanlar! (Ey müminler! demiyor, tüm insanlığa hitap ediyor.) Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık. Kabile ve milletlere ayırarak yer yüzüne yaydık ki, tanışasınız, yardımlaşasınız, iyilikte birbirinize destek veresiniz!..

      Bakın, birbirinizle vuruşasınız, savaşasınız, düşmanlık edip de güçlü olanınız zayıf olanlarınızı ezesiniz.. diye farklı yarattık demiyor... Tanışmayı, diyaloğu ve iyilikte yardımlaşmayı dikkatimize sunuyor...

      İşte bunun için diyoruz ki, semavi din mensuplarının insanlığın hayrına olan doğrularda yakınlaşmaları, yardımlaşmaları İslam'ın verdiği mesajın da gereğidir. Böyle faydalı birliği sağlamakta öncülük, evrensel İslam'a yakışmakta, geçmişine de uygun düşmektedir. Her ne kadar bazılarının ufku henüz buralara kadar ulaşmasa da...


      Ahmed Şahin
      Misyonerler neden Müslüman'ı Hıristiyanlaştıramaz?


      Müslüman'ın misyonerlerin etkisine kapılarak Hıristiyan olması aklen, ilmen mümkün değildir.

      Çünkü, Müslümanlığın içinde gerçek manada Hıristiyanlık vardır. Ama Hıristiyanlığın içinde Müslümanlık yoktur. Öyle ise Müslüman neden Hıristiyan olacak, Müslümanlıkta neyi bulamamış ki Hıristiyan olsun da onu bulmuş sayılsın? Yok ki böyle bir eksikliği onu elde etmek için Hıristiyan olsun. Ama Hıristiyan'ın Müslüman olması hem aklın, hem mantığın, hem de ilmin icabıdır. Çünkü kendi kutsalını inkar etmeye mecbur değildir İslam'a girmekle.

      Müfessir Toptaş Hoca bu konuda anlattığı bir evlenme olayıyla çok açık ve net bilgi vermektedir.

      İki genç gelerek evlenmek istediklerini söylerler. Ancak Müslüman delikanlının ailesi Hıristiyan gelin istemiyor, Hıristiyan kızın ailesi de Müslüman damat istemiyor. Gençler de evlenmeye kararlı görünüyorlar. Toptaş Hoca:

      -Sizin evlenmenize dinen bir engel yoktur, der.

      -Bir sorun çıkmaz mı?

      -O size bağlı, der.

      -Nasıl? derler.

      -Çünkü, bir yavrunuz olursa Müslüman bey İbrahim ismini tercih eder. Hıristiyan hanım da Abraham'ı isterse sorun çıkar. Kimin tercihi olacak? Nitekim Müslüman çocuğunu sünnet ettirmek ister. Hıristiyan da vaftiz ettirmeyi düşünür. Hangisinde karar kılınacak? Sünnet mi, vaftiz mi?

      -Ne olacak öyle ise? Bir çare yok mu bize?

      Toptaş Hoca çareyi şöyle gösterir.

      -En iyisi siz dininizi birleştirin. Bu ayrılıklar kalksın aradan.

      -Nasıl birleştireceğiz? Bu mümkün mü?

      -Mümkündür, çünkü Müslümanlığın içinde gerçek manada Hıristiyanlık vardır. Nitekim her caminin cemaati içinde hem İsa, hem de Musa adında Müslüman vardır. Bu da Müslümanların İsa'yı, Musa'yı sevdiklerini gösterir. Kur'an-ı Kerim'de hem İsa (as) iman emredilir, hem de İncil'in Allah tarafından gönderilen İlahi bir kitap olduğu anlatılır. Öyle olunca Hıristiyanlar Müslüman olmak istediklerinde kendi kitabını ve peygamberini inkar etmeye mecbur olmazlar. Sadece Hazreti İsa'yı peygamber olarak gönderen Allah, Hazreti Muhammed'i de peygamber olarak göndermiştir. İncil'i kitap olarak gönderen Allah, Kur'an-ı Kerim'i de göndermiştir, diye inanacak, hepsi o kadar. Böylece Hıristiyan dinini inkar etmeden, belki yanlışlarını da düzelterek Müslüman olacaktır. Bir kaybı ve inkarı söz konusu olmayacaktır.

      Bu açıklamadan sonra gençler, 'Öyle ise bir düşünelim.' diyerek çıkıp giderler. Bir müddet sonra Toptaş Hoca'ya telefon ederler. Bakın ne derler:

      -Hocam biz sizden ayrıldıktan sonra düşündük, taşındık birlikte karar kıldık. Hıristiyan kız İncil'i ve İsa'yı inkar etmeden Müslüman oldu. Vicdanen çok rahat. Bundan dolayı çok mutlu ve huzurluyuz. Verdiğiniz aydınlatıcı bilgiler için teşekkür ederiz.

      Toptaş Hoca burada bir noktaya daha dikkat çeker:

      -İslam, kendinden önce indirilmiş olan İlahi kitapları ve peygamberleri ayrım yapmadan kabul eder. Bu sebeple geçmiş dinin mensupları Hıristiyanlar, Museviler kolayca İslam'a girebilirler. Çünkü ne kitaplarını inkar durumunda kalırlar, ne de peygamberlerini inkara mecbur olurlar. Amerika ve Avrupa'nın İslam'ın bu kucaklayıcı hükümlerinden dolayı uzak olmayan bir gelecekte İslam'la buluşmaları akıldan uzak ihtimal değildir. Zaten dünyayı da bütün semavî dinleri kucaklayan bir din tatmin eder. Kendinden başkasını inkar eden değil.

      İşte bundan dolayı misyonerin Müslüman'ın Hıristiyanlaştırabileceğine ihtimal vermek, aklın ve ilmin kabul etmeyeceğini Müslüman'ın kabul edeceğini iddia etmek gibi geliyor insana...




      Ahmed Şahin
      Hoşgörü ve diyalog


      Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, Hocaefendi'nin üç kitabını birden basıp okuyucuya sundu. Bu kitaplardan Gurbet Ufukları'nı okuyorum şu anda.

      Okudukça yazarına ve yayıncılarına teşekkür duygularım artıyor. Diğer konularda olduğu gibi, diyalog ve hoşgörü konusunda da fevkalade orijinal diyebileceğimiz net ifadeler dikkatimi çekiyor... Doğrusunu isterseniz, bu konu ancak bu kadar aslına uygun şekilde ifadesini bulur, diye düşünüyorum. Konunun orijinalitesini zedeleme pahasına da olsa yazının yerimizin alacağı kadarını sizinle paylaşmak istiyorum. Bakalım, hoşgörü ve diyaloğu başlatan kimmiş?.. Bunu biz mi başlatmışız? Bizim faziletimizin gereği mi, yoksa Resulüllah'ın uyguladığı sünnetin icabı mı, görelim?

      "-1990'lı yılların ortalarından itibaren girilen hoşgörü ve diyalog sürecinin dinî temelleri adına bazı şeylerin yerli yerine oturmadığını görüyorum. Gerek bu sürece can-ı gönülden destek veren dost ve taraftar çevre, gerekse bunun İslami nasslara aykırı olduğunu iddia eden Müslüman çevre, henüz olayı kendi zeminine oturtamamış bulunmaktalar... Birincisi taraftar çevreler, bu sürecin yeniden başlamasına (dikkat edin, yeniden başlamasına diyorum) vesile olan kişi, kişiler veya kurumları ön plana çıkartırken; ikinciler nassların siyak sibak bütünlüğünü kopararak yaptıkları yorumlarla, bu sürece öncülük edenlere bid'atkar'dan tutun da kâfire kadar uzanan çizgide ithamlarda bulunuyorlar...

      Halbuki, hoşgörü, diyalog veya herkesi kendi konumunda kabul etme düşüncesi, bunun hayata geçirilmesi, bize ait yeni bir iddia değildir. Sadece Medine Vesikası'nı bu gözle incelemeye alın, konuyu anlamaya yeter.

      -Bakın insanın hangi din, hangi ırk, hangi milletten olursa olsun din, hayat, seyahat, teşebbüs ve mülk edinme hakkının olduğunu, insanlığın iftihar tablosu o mübarek Zat, sesini yükselterek daha o günlerde aleme duyuruyor mu, duyurmuyor mu?

      -Bu hakların dokunulmaz ve aynı zamanda mukaddes olduğu vesikada var mı yok mu?

      -Aynı hakikatler başka bir dille, başka bir anlatma üslubu ve edası içinde Veda Hutbesi'nde de tekrar ediliyor mu, edilmiyor mu?

      -Medine Vesikası ile Veda Hutbesi arasında yaklaşık on yıl var. Demek bu on yılda bir çizgi değişikliği de yok. Aksine aynı şekilde tahşidat, tahkimat var mı, yok mu?.. Ayrıca, bu kabuller ne Medine Vesikası'nda, ne de Veda Hutbesi'nde zikredilmekle kalmamış, ağızdan çıkan bu hakikatler, aynı zamanda hayat olmuş, Efendimiz (sas) bunları bizzat yaşadığı gibi, takip eden dönemlerde Raşit Halifeler de yaşamış, tabiin yaşamış, tebei tabiin yaşamış...

      Bakın fetih dönemlerine, Müslümanlar nerede kilise ve havra yıkmışlar? Nerede azınlıkların haklarına dokunmuşlar? Nerede vicdan hürriyetine kısıtlama getirmişler? Ve nerede düşünce hürriyetini sınırlamışlar?.. Var mı böyle örnekler?.. Yok değil mi?..

      Demek bizim mazimizin özü, usaresi, hoşgörü ve diyalogdur... Bizimle başlayan yeni bir süreç değildir bu. Meseleye bu zaviyeden bakınca, biz hoşgörü, diyalog, yani herkesi kendi konumunda kabullenme diyorsak, Efendimiz'in (sas) Medine Vesikası'nı seslendiriyoruz. Veda Hutbesi'nde beyan buyurduğu hakikatleri haykırıyoruz.. Böylece vazifemizi, vecibemizi yerine getiriyoruz. Bizden önce yakın geçmişlerden bazıları bu noktada kusur yapmış olabilirler. Dahili veya harici sebeplerle, haklı, haksız nedenlerle farklı bir yolda yürümüş olabilirler. Bunlar bizi ilgilendirmiyor. Biz yapabilirsek, ya da yapıyorsak İslam'ın başından beri uygulana gelen vazife ve vecibelerimizi yerine getirmeye çalışıyoruz demektir... Dikkat edin, "vazife ve vecibelerimizi" diyorum! Dolayısıyla hoşgörü ve diyalog bizim başlattığımız faziletimiz değil, Resulüllah'ın uygulayarak örnek olduğu, yerine getirmeye mecbur olduğumuz vazife ve vecibelerimizdir..." (Kırık Testi serisinden: Gurbet Ufukları, s. 72-78)


      Ahmed Şahin
      Hz. Mevlânâ'dan diyalog karşıtlarına cevap!.


      "Ben yetmiş iki buçuk milletle beraberim." diyerek tüm insanlığa evrensel İslam'ı anlatmayı hedef alan Hz. Mevlânâ'dan, günümüzdeki diyalog karşıtlarına düşündürücü bir cevap.

      İstifade ile okuyor, takdirlerinize takdim ediyorum efendim.

      Konya'da halka vaaz eden Hazret-i Mevlânâ bir ara der ki:

      - Sizler hep iyilerin yanında, kötülerin de uzağında durun! Sakın kötülerle yüz yüze, göz göze sohbete dalıp da onlara kötülüklerinde cesaret vermeyin!

      Ne var ki, halka böyle konuşan Mevlânâ'nın çevrede kötü bilinen kimselerle yüz yüze, göz göze diyaloğa geçip sıkı fıkı sohbet ettiği görülür.

      Bir gün yine kötü bilinen biriyle dükkanında diyaloğa geçip sohbet ettiğini gören cemaatten biri, dışarıda beklemeye başlar. Maksadı, camide söyledikleriyle dışarıda yaptıklarının birbirine zıt düştüğünü hatırlatmak.

      Nitekim Mevlânâ kötü bilinen adamın dükkanından çıkıp da sokakta yürümeye başladığı sırada arkasından erişen adam öfkeyle sorusunu sorar.

      - Sen değil miydin der, 'Kürsüde, iyilerin yanında kötülerin de uzağında durun.' diyen?

      Mevlânâ tereddüt etmeden cevap verir:

      - Evet, bendim! Öfkeli adam:

      - Öyle ise nedir bu çelişkili halin? Kötülerle yüz yüze, göz göze sohbettesin?

      Mevlânâ:

      - Ben, bu adamı bırak, yetmiş iki buçuk milletle beraberim! der.

      Büsbütün çileden çıkan adam:

      - Zaten, sizin gibiler bizim ahlâkımızı bozuyor. Kürsüde öyle konuşuyorsunuz, sokakta da böyle davranıyorsunuz. Sözünüzle özünüz bir olmuyor! Mevlânâ:

      - Ben yetmiş iki buçuk milletle beraber olduğum gibi, bu sözünle de beraberim. Doğru olan, sözüyle özü bir olmaktır. Kürsüde ne söylüyorsak sokakta da öyle olmaktır. Benim sözümle özüm birdir. Çelişki yoktur davranışlarımda, kötülerle kurduğum diyaloglarımda.

      Şöyle açıklar kendi özel durumunu:

      -Ben, sırtında gül yaprağı taşıyan hamal gibiyim. Vardığım yerlere gül kokusu yayarım. Sırtında gülü bulunmayanlar kötü kokulu yerlere varmasınlar!

      Bir misal daha verir:

      - Bizim gibilerinin vardığı karanlık yerlerde şimşekler çakar, orasını aydınlatırlar. Vardığı yeri aydınlatacak nuru bulunmayanlar girmesinler yabancıların karanlıkta kalan dünyalarına.

      İtirazcı adam, ayaklarının ucuna bakarak düşünmeye başlar. Neden sonra mırıldandığı duyulur.

      - Demek ki, bilgi ve kültür yükü taşımayanlar gitmesinler yabancıların yanına, yönelmesinler yanlışlarla dolu dünyalarına. Çünkü güzel kokuları yoktur ki kötü kokuyu bastırsınlar, bilgi nurları yoktur ki cehalet karanlığını aydınlatsınlar!

      ...

      Bu yorumların yapıldığı dönemden günümüze kadar 730 sene gibi uzun bir devir geçmiştir. Ancak halen o devrin Mevlânâ'sı seviyesine ulaşamayıp, avâm tabakasının kültür seviyesinde kalanlar vardır günümüzde. İtiraz ediyorlar çevresine hoşgörüyle bakan diyalogculara.

      - Yaklaşmayın yabancılara, konuşmayın gayrimüslimlerle! diyorlar kıyıdan köşeden.

      Biz de onlara, "Söyledikleriniz kendiniz için geçerlidir, kendi kültüründen emin olamayanlar, sırtında gülü bulunmayanlar yaklaşmasınlar yabancılara, girmesinler hoşgörü ve diyalog topluluklarına.." diyoruz. Çünkü koklatacak gülleri, aydınlatacak bilgi nurları yok yanlarında.

      - Elinde koklatacak gülü, kafasında aydınlatacak bilgi nuru bulunanların görevidir bunlar...



      "EHL-İ KİTAPLA ÂMENTÜDE İTTİFAKIMIZ VAR" NE DEMEK?
      video.google.com




      DIALOGUN MEYVELERINDEN SADECE BIR KATRE
      Abdullah Aymaz
      EZANIN KERAMETI


      Arjantin'de bulunduğu günlerin hatırasını yâd ederken Ömer Bey şunları söyledi: 2004 yılı Ramazan ayında iftar etkinlikleri sırasında vakfımıza, komşumuz bir hanımefendi geldi; "Her sene aralık ayının üçünde, yirmi senedir devam eden bir geleneğimiz var...

      Ülkemizde bulunan her dinin mensubu insanlar kendi dinlerinin mûsikîlerini tanıtırlar. Bakıyorum siz böyle güzel şeyler yapıyorsunuz. Bu geleneğimize de katılsanız çok iyi olur. Ben, kültür ve dinlerden sorumlu vali yardımcısıyım. İsmim Alisia Vazgues." dedi. Tamam deyip arkadaşlarla kendi aramızda neler yapabiliriz diye müzakere ettik. Sonra Hafız Ahmet arkadaşımızın önce bir ezan okuyup arkasından Meryem Sûresi'ni tilavet etmesini ve İspanyolca mealini vermeyi kararlaştırdık. Bize, program için sadece 12 dakikamız olduğunu söylediler. Dördüncü sırada yer vermişlerdi. Meydan binlerce insan tarafından doldurulmuştu. Yüksekçe bir yere dinî gruplar çıkıyor, müziklerini icra ediyor, insanlar kendince dans ediyordu. Sıra bize geldi; Hafız Ahmet arkadaşımız ezan okumaya başlayınca dans edenler durdu, bağıranlar sustu! Herkes dikkat kesilmiş, ezanı dinliyordu. Arkadan Kur'an okumaya başladı. Meali verildi ve tam 12 dakikada programımız bitti. Ama o muazzam topluluk "Tekrar isteriz! Tekrar isteriz!" diye bağırıyordu. Tertip heyeti, tekrar etmemizi söyledi. Aynı şevk ile ezan ve Kur'an tekrar edildi. Meydan kaynıyordu. Televizyon kanalları, bunu en önemli haberleri arasına koyup verdiler. Türk bayrağı ile vakfımızın adres ve telefonları da belirtildiği için aylarca sağdan soldan telefonlar aldık. Kendilerinin asıllarının Müslüman olduğunu, ama İslâmiyet bilgilerinin kalmadığını söyleyenler, Müslüman olmayı arzu edenler vardı...

      San Paolo şehri kurulmadan önce Endülüs'ten gelen Müslümanların Arjantin'de kurdukları bir Kurtuba şehri var. Orada da her milletten insan kendi ülkesini tanıtabilecek büyük bir program hazırlamıştı. Oraya da davet edildik. Büyükelçiliğimiz, Ermenilerin olay çıkarabileceği endişesi içindeydi. Vakıf olarak iyi bir hazırlık yaptık. Güzel bir çadır kurduk. Dönerimizi hazırladık. İspanyolca kitapları dizdik. Elimizde büyük bir Kur'an-ı Kerim vardı, onu önemli bir yere açık vaziyette koyduk... Herkes sıraya girmiş, onu görmek istiyordu. Kuyruk uzayıp gidiyordu. Bunun üzerine beş adet daha Kur'an-ı Kerim getirip koyduk. Yine sıralar ve kuyruklar vardı. Hocaefendi'nin yüz adetten fazla Ölçüler kitabı vardı. Onar yirmişer, bir hanımefendi tarafından alınıp alınıp götürüldü. Acaba kitapları imha mı ediyor diye şüphelendik. Kendisine niye bu kitapların hepsini aldığını sorduk. "Ben avukatım... Kitaptaki 'adalet' konusu çok dikkatimi çekti. Bütün hukukçu dostlarıma birer tane hediye ettim. Müthiş ve güzel ifadeler var. Bunların kaynağının İslâmiyet olduğunu düşünüyorum." dedi. Daha sonra İslâm ile ilgili pek çok kitap okudu ve Müslüman olmayı tercih etti.

      Kurtuba'daki bu tanıtımda en çok bizim çadır ilgi ile ziyaret edildiği için en büyük televizyon kanalı bizimle iki saat görüşme yaptı. Türkiye tanıtım kasetlerimiz vardı, onları da yayınladı. Kurtuba'da bir pizzacıya gittik. Başı yarı kapalı bir hanım işletiyor. Çocukları birbirlerine Ali, Hamza benzeri sözlerle hitap ediyorlardı. Masaya çağırıp isimlerini yazdırdık. Baktık, yazılar doğru. Kadına "Müslüman mısınız?" diye sorduk. "Hayır" dedi. "Çocukların ismi niye Ali, Hamza?" dedik. "Dedem ölürken, çocukların olunca bu isimleri koyarsın, diye vasiyet etmişti." dedi. Vakit geçiyordu. "Acaba bize temiz bir sergi verebilir misiniz, ibadet etmek istiyoruz?" dedik. Getirdi; biz namaz kılarken arkada ağladığını fark ettik. Nedenini sorunca, "Dedemin de böyle yatıp kalktığını hatırladım. Demek ibadet ediyormuş." dedi. Sonra arkadaşlar, kocası ve büyük oğlu ile de tanıştılar. Böylece dostluğumuz, beraberliğimiz arttı...



      Abdullah Aymaz
      Popstarlar kurban eti dağıttı
      (Bu vesile ile kongoda 10.500 insan allahin inayet ve ihsaniyla hidayete erdi-dialogun bir baska vesilesi)


      Ülkemizden iki genç Kongo'ya (eski adıyla Zâire'ye) gidiyorlar. Ne yapabiliriz derken, otellerine yakın olan Pakistanlıların câmiine uğruyorlar... Orada Pakistanlı imam onlara diyor ki: "On bin beş yüz nüfuslu bir kabile reisi ziyaretime geldi ve bana dedi ki: 'Ben daha önceki dinimde pek bir şey bulamadım.

      İslâmiyet'i araştırdım, çok hoşuma gitti. Şimdi radyodan ezanları dinliyorum. Artık meftunu bir insan oldum. Size müracaatımın sebebi ben, Müslüman olmak istiyorum. Bana yardımcı olun.' Ben sizi bu yeni Müslüman olan kabile reisiyle tanıştırmak istiyorum."

      Böylece o yeni Müslüman'la tanışıyorlar. Bizimkileri kabilesine davet ediyor. Onlar da "Türkiye'den tanıdığımız pek çok insan kurbanlarını, deprem gören Pakistan'da kestirmek istiyor. Bazıları da Afrika'da kurbanlıklarının etlerini dağıtmak istiyor. İsterseniz, sizinle Kurban Bayramı'nda gidelim, hem de etleri dağıtalım." diyorlar. Bu anlaşma üzerine Türkiye'den dost ve tanıdıklarını arayıp durumu izah ediyorlar. Onlar on beş tosun parası veriyorlar...

      Kurban'da ağaçtan oyma tekne ve kanolara binip nehir üzerinden dört saatlik bir yolculukla kabileye ulaşıyorlar. Üç bin aileye yani bütün kabileye etleri dağıtıyorlar. Popstar olan oğlu Pero kendisi gibi popstar olan arkadaşlarını da bu eğlenceli iş için davet ediyor. Tabii insanlar televizyonlardan seyrettikleri popstarları karşılarında et dağıtırken görünce çok şaşırıyorlar. Onlar orada Tarkan gibi meşhur kimseler. Kurban'ın ne olduğunu öğrenince İslâmiyet'e büyük ilgi duyuyorlar. Kongo Devlet Televizyonu da bunu haber yapıyor... Diyorlar ki: "Kurban Bayramı'ndan sonra Peygamber Efendimiz'i (sas) rüyamızda gördük... Kurbanlarını gönderenlerin isimlerini okudular."

      70 milyon nüfuslu bu ülke yeraltı cevherleriyle çok zengin. Ama sömürgeciler, hâlâ sömürüyor. Bu kadar zenginliğe rağmen fakirlik kol geziyor. Memur maaşları on beş ve yirmi dolar civarında. Hz. İbrahim (as)'dan kalan Kurban ibadeti gibi, Hz. Nuh'tan kalan aşûre âdeti de, kültürlerarası ve din mensupları arası diyalogda daha temelli bir altyapı teşkil edecek. Bunlar birbirimizi tanımak için birer vesile... İnşaallah dünya barışına da katkı sağlayacaktır. İslâmiyet'te sulh esastır. "Sulh mutlaka hayırdır." kudsî prensibi en güzel şekilde Hudeybiye Sulhü'nde kendisini göstermiştir. Gergin bir havada, sinirlerin gerildiği öfkenin yükselip düşmanlığın kalpleri sardığı bir durumda kimseye bir şey anlatılmaz. Derdinizi anlatamayacağınız bir atmosferde birşey yapamazsınız. Onun için İslâmî kültürün güzellikleriyle insanlarla münasebete geçmek, atmosferi yumuşatmak, dünyayı yaşanır bir hale getirmek için gayret göstermek herhalde Rızâ-i İlâhi'ye de vesile olacaktır. Öbür taraftan Pakistan ve Açe gibi âfete uğramış veya Afrika gibi muhtaçların bol bulunduğu yerlerde de İslâmiyet'in bu güzellikleriyle insanların kapılarını çalmak da herhalde Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazandıracak vesilelerdir. İnşaallah gelecek seneler daha güzel manzaralarla karşılaşırız.




      Abdullah Aymaz
      Onların 24 saatleri hizmet


      İnternetten indirilmiş bir yazı okunuyordu... "Said Nursî'den Fethullah Gülen'e Gözyaşı Medeniyeti" başlıklı yazının giriş kısmından sonra devam eden ifadelerinde şöyle deniliyordu:

      "Bizim bu gruba biraz uzak durmamızın bir başka sebebi de aslında o grup mensuplarının bize uzak durmalarıdır. Buradaki arkadaşlarımız bir Toktamış Ateş'e gösterdikleri ilgiyi, iltifatı, irtibatı doğrusu mümin kardeşlerinden biraz esirgemektedirler. On beş yıldır oturduğum Gebze'de ilk defa geçenlerde bu arkadaşlarımızdan bir görüşme talebi geldi. Oradan gelen arkadaşlarımızla bir araya gelip konuştuk. Baktık ki, imanımız bir, hedeflerimiz bir, okuduğumuz kitaplar bir. Aynı duygular ve arzularla yanıp tutuşuyoruz. Ayrılırken hepimiz de bu görüşmenin ne kadar da geciktiği kanaatini taşıyorduk. Ben inanıyorum ki, Fethullah Gülen cemaati mensupları, yabancılara gösterdikleri ilginin yarısını mümin kardeşlerine gösterseler, onları tenkit edenler de dâhil, herkesin duasını alacak, muhabbetlerini ziyadeleştireceklerdir. Bilhassa farklı gruplardan olan Risale-i Nur talebelerinin, kendilerine özel muhabbetleri olduğunu ve onları da kendileri gibi düşündüklerini biliyorum. Az bir irtibatın ve teveccühün çok hayırlara vesile olacağına da inanıyorum. Geçenlerde bu işlerle pek ilgisi olmayan entelektüel bir arkadaşımız bir yerde bir kıyaslama yaptı:

      - Başka gruplar boş vakitlerinde hizmet ediyorlar, onların ise 24 saatleri hizmet.

      Belki bu konu çok zamandır zihnimde olduğu için midir bilmem, bu bildik hakikat beni derinden etkiledi. Evet bizim boş zamanlarımızda yaptığımız işi onlar her an, 24 saat yapıyorlardı. Elbette ki, bu samimi çalışmalarının neticesini de Müsebbibü'l-esbab (Allah) halk ediyordu. Doğrusu hizmet tarzlarında, metotlarında, sosyal ve siyasî alanlarda birtakım çekincelerim olabilir. Ancak bu, ortadaki planlı, programlı, sistematik, bilinçli, fedakârâne olan iman hizmetini de görmezlikten gelmemi gerektirmemeli. (...)

      Bu hizmetler için dünyanın diğer ucuna gözü açık (kapalı değil) giden kardeşlerimizi de tebrik ediyor, muvaffakiyetleri için dua ediyorum. Yine yukarıdaki arkadaşımız anlatıyor:

      - İstanbul'da güzel bir semtte evi, arabası olan, çocukları buradaki özel okullarına giden önemli bir mevkideki bir elemanlarını Kuzey Irak'ta görevlendirmişler. Yaşamanın bile tehlikede olduğu bu yere gidip gitmeyeceğini sormuş arkadaşımız.

      - Elbette demiş o kişi, hizmette bizim için bütün dünya aynıdır. Bu inanç, bu azim, bu fedakârlık karşısında şaşırıp kaldım, diyor entelektüel arkadaşımız. Ancak işin peşini de bırakmamış. Ailece görüştükleri elemanın bir de hanımına sordurmuş, hanımı vasıtasıyla. Hani kadınlar biraz duygusal olur ve çabuk isyan ederler ya!

      - Bizim hizmet için yer seçme gibi bir lüksümüz yok, demiş elemanın hanımı. Nereye gönderilirsek oraya gider, hizmetimizi yaparız.

      - Pes, diyor arkadaşımız. Bu iş ancak bu kadar olur. Bu kardeşlerimizin gayretleri, fedakârlıkları, çalışmaları karşısında gözlerimiz yaşarmadan edemiyor. Zaten Fethullah Gülen bize yüzyıllardır unuttuğumuz, ağlamayı tekrar öğreten adam değil mi? Onun kurmak için gecesini gündüze kattığı 'Gözyaşı Medeniyeti' için ona yardım edelim, dua edelim, çok dua edelim." (Levent Bilge)

      Bu yazı okunduktan sonra takdir edildi ve "Bize güzel bir hatırlatma yapılmış... Sağ olsun..." denildi. Levent kardeşimize teşekkür ederiz.



      Abdullah Aymaz
      Necran papazlarının Mescid-i Nebevi'de ayinleri


      Akademisyenler seviyesinde bir dost grubunda, "dinler arası diyalog" mevzuu konuşuluyordu: "Önce bu tabir doğru muydu?

      Bunun yerine 'din mensupları arasında diyalog' dense daha uygun olmaz mıydı?" İçlerinden bazıları, birinci itirazı haklı buluyor, "Elbette bu diyalog çeşitli din mensupları arasında olacaktır." diyordu. Bir köy haline gelen dünyada, değişik inanç ve anlayışa sahip insanların aynı apartmanın dairelerinde bir arada otururken elbette aralarında bir diyaloğa ihtiyaç vardı. En azından huzurlu ve güvenli bir dünya için herkes birbirine saygı duyacak ve herkes birbirini kendi konumunda kabul edecekti.

      Bazıları, diğer din mensuplarının ayağına gitmeyi, zillet kabul ediyordu. Bunlara, Efendimiz (sas)'in müşrik putperestlerin hatta İslam düşmanı Ebu Cehil'lerin ayağına yüzlerce defa tek taraflı gittiği hatırlatılarak "Halbuki şimdi ayağına gidilenler ne Mekke müşrikleri ne de Ebu Cehil'ler, bilakis ehl-i kitap olan semavî din mensupları." denildi.

      İçlerinden birisi de "Cenab-ı Hak, 'De ki: Ey ehl-i kitap! Geliniz aramızda müşterek olan şu kelime üzerinde karar kılalım: Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim. Ona hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah'ın yanında rab edinmesin.' (Âl-i İmrân Suresi, 64) buyuruyor. Peki bu hitap kime? Bize mi, yoksa diğer din mensuplarına mı? Elbette bize. Bunu yapacak olan bizleriz. Biz 'Geliniz' diyeceğiz. Elbette bunu söylemek için de biz ayaklarına gideceğiz. Buradan 'Onlar sizin ayağınıza gelsin' diye bir hüküm çıkarmak mümkün değil." dedi.

      Yine böyle bir sohbet sırasında "Hıristiyanların yanına diyalog için gitme, onların camiye gelmeleri nasıl olabilir?" sorusuna bir tefsir profesörü de "Peygamberimizin Mescidi, elbette bizler için en mühim mekanlardandır. İşte yanına gelen Necran papazlarının orada ibadet ve âyin yapmalarına izin verdi." dedi. Olay özetle şöyle: Yemen'in Mekke'nin tarafına düşen Necran bölgesi halkı aslen Arap olmasına rağmen Hıristiyanlaşmıştı. Mekke fethinden sonra Medine'ye bir heyet göndermişlerdi. İçlerinde papazlar vardı. Hz. İsa Aleyhisselam'ın şahsiyeti üzerine münakaşalar oldu. Hz. Muhammed Aleyhisselam onlara iyi davrandı. Hatta Necranlılar pazar günü ibadet etmek istediler, Efendimiz (sas) onlara ibadet etmeleri için Mescid-i Nebevi'yi tahsis etti. Onlar da kendi dinlerine göre doğuya doğru dönerek âyinlerini icrâ ettiler...

      Hz. Ömer bir gün sokakta dilenen yaşlı bir gayrimüslim görünce, "İnsanların elleri ayakları tutarken vergi alıyorsunuz. Yaşlanınca onları sokağa terk etmek doğru değil." diyerek beyt'ülmâlden (devlet hazinesinden) para tahsis ettirdi.

      Hadis-i şerifte de Efendimiz (sas) "Kim zimmî (İslam ülkesindeki gayrimüslim) olan birisine eziyet ederse, ben onun hasmı olurum." buyurmuştur.

      Daha önce Endülüs Emevi Devleti zamanında Avrupa'nın göbeğinde uzun müddet Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler huzur ve güven içinde İslâm idaresinde beraber yaşamıştır.

      Osmanlı Devleti döneminde de gayrimüslimler, beraber yaşadıkları Müslümanlar arasında inanç ve ibadet hürriyetlerini en geniş şekilde kullanmışlardır. Abdülhamit zamanında yaptırılan Darü'l-aceze'de hem cami, hem kilise hem de havra yan yana beraber inşa edilmiştir ve hâlen bu beraberlik devam etmektedir...

      Bütün bunlar, İslam tarihinin en başından günümüze kadar, İslamiyet'in diyaloglara açık olduğunu ve herkesi kendi konumunda kabul ettiğini göstermektedir.





      Abdullah Aymaz
      Mülâane ve Mübâhele


      Suçlama ve iddialaşmalarda, doğrunun ve haklı olanların ortaya çıkması ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'in beyan ettiği üzere mülâane ve mübâhele yoluna gidilir.

      Bunlardan mülâane (liân) yani karşılıklı lanetleşme meselesinde, kocanın şâhit olduğu bir zina olayında başka şâhit bulunmadığı zaman bu husus uygulanır: "Kendi eşlerini zina etmekle suçlayıp da buna dair kendileri dışında şahit bulamayan kocalar; kendilerinin doğru söylediklerine dair ayrı ayrı dört kere Allah adına yemin eder, şâhitlik eder, beşinci kere ise, yalancı olması hâlinde Allah'ın lânetinin kendi üzerine gelmesini ister. Hanımın ise, kocasının bu suçlamasında yalancı olduğuna dair ayrı ayrı dört kere Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşincide ise kocasının doğru söylemesi halinde, Allah'ın gazabının kendi üzerine çökmesini dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır." (Nur Suresi, 7-9)

      Kadınlara iftira atmakla ile ilgili cezayı bildiren ayet gelince Ensar'dan Sa'd bin Ubade veya Asım b. Adiy ayağa kalkıp "Bir adam karısı ile birisini görse (ve şahit bulamasa) ne olacak? Dava etse (şahidi olmadığı için iftira ediyorsun diye) seksen değnek vurulacak ve şâhitliği reddedilecek; fâsıklığına hükmolunacak; vurup öldürürse, katlolunacak; dört şahit bulmaya gitse ortada kimse kalmayacak. Bir açıklık getir Allahım." dedi. Sonra yakınlarından birisinin başından da böyle bir olay geçince Peygamber Efendimizin (sas) yanına gidip meseleyi anlattılar. Efendimiz (sas) kadını sorguya çekti. Kadın inkar etti. Kocası ise "Gözlerimle gördüm, kulaklarımla dinledim, Allah biliyor ki, ben doğruyum, ancak hakkı söyledim, her halde Allah'ın buna açıklık getireceğini ümit ederim." dedi. Derken Allah Resulüne (sas) vahiy gelmeye başladı ve mezkûr liân (lânetleşme) ayetleri indi.

      Daha önce de üzerinde durduğum üzere, Hicrî 9. yılda Necran Hıristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri de olarak Medine'ye gelip Peygamber Efendimiz (sas) ile Hz. İsa Aleyhisselam hakkında tartışmışlardı. Neticede Efendimiz (sas) "Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında tartışmaya girerse de ki: 'Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah'a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah'ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim." (Al-i İmran, 61) ayetine dayanarak, delilden anlamayan bu insanlara, mübâheleyi (yani hangi taraf yalancı ise Allah'ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemeyi) teklif etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber'den (sas) düşünmek için mühlet istediler. Bunu kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz. Peygamber'in yanına geldiklerinde baktılar ki, Resulullah (sas) Hz. Hüseyin'i kucağına almış, Hz. Hasan'ın elinden tutmuş, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali'yi arkasına almış "Ben dua edince siz de 'Amîn' dersiniz diyor. Heyet başkanı mübâheleyi kabul etmeyip cizye vererek İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini bildirdi. Hz. Peygamber de onlara bir emânnâme yazdı.

      Bu meseleyi niçin yazıyorum? 1993-1994 yıllarında Amerika'da Türkiye'den gelmiş öğrencilerin kurdukları bir internet sayfası vardı. Remzi Çayır isimli bir öğrenci durmadan Hocaefendi'ye saldırıyor, olmadık iftiralar atıyordu. Mesela 1992 yılında Türk yürüyüşüne katıldığını ve bu yürüyüşte Yahudilerle kol kola yürüdüğünü iddia ediyordu. Bunun mümkün olmadığını kendisine kaç defa izah etmiş isek de iftiralarına devam edince işte bu âyetleri ve olayları anlatarak kendisini mübâheleye davet ettim. Bunun üzerine söyleyecek hiçbir şeyi kalmayınca iftiradan vazgeçti.
      AYNEN YENİ MÜFTERİLERE DE BÖYLECE MEYDAN OKUYORUM. YA VAZGEÇERLER VEYA BU MÜLAANE VE MÜBAHELEYİ KABUL EDİP YAPARLAR.GÖRELİM KENDİLERİNE NE KADAR GÜVENİYORLAR.

      safinaz bunu beğendi.
    6. Alt 05-22-2011, 15:41 #16
      turab Mesajlar: 6
      fetih suresinin sonunda ki ayette hz ömer???? olan takdiri bir kez daha tefekkür et.
      ayetle hz. ömer ın bır ılgısını kuramadım efendım....

      ancak haırladıgım kadarıyla elmalılı hamdı yazırın tefsirinde fetih son ayetınde muhammed resullah dır...hakıkatı ınkar edenler bu sekılde soylemezler...ve Resulllah ıle bırlıkde olanların onlara karsı hakıkatı ınkar edenlere karsı tutumlarıda sert ve dırenclı oldugunu konu edınılen bır acıklama dıye hatırlıyorum...

      مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ اَشِدَّاۤءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاۤءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا 1
      ilâ âhir. Şu âyetin başı, Sahabelerin enbiyadan sonra nev-i beşer içinde en mümtaz olduklarına sebep olan secâyâ-yı âliye ve mezâyâ-yı galiyeyi haber vermekle, mânâ-yı sarihiyle, tabakat-ı Sahabenin istikbalde muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtaz has sıfatlarını ifade etmekle beraber, mânâ-yı işarîsiyle, ehl-i tahkikçe vefat-ı Nebevîden sonra makamına geçecek Hulefâ-i Râşidîne hilâfet tertibiyle işaret edip, herbirisinin en meşhur medar-ı imtiyazları olan sıfât-ı hassayı dahi haber veriyor.2 Şöyle ki:
      3 وَالَّذِينَ مَعَهُ maiyet-i mahsusa ve sohbet-i hassa ile ve en evvel vefat ederek yine maiyetine girmekle meşhur ve mümtaz olan Hazret-i Sıddık’ı gösterdiği gibi,
      4 اَشِدَّاۤءُ عَلَى الْكُفَّارِ ile, istikbalde küre-i arzın devletlerini fütuhâtıyla titretecek ve adaletiyle zalimlere sâika gibi şiddet gösterecek olan Hazret-i Ömer’i gösterir.

      safinaz bunu beğendi.
    7. Alt 05-22-2011, 20:07 #17
      safinaz Mesajlar: 3.348
      Turab,keşke yazılarınızı daha kısa tutsanız da okunulabilsin.Çünkü açıklamalarınızı herkes okuyabilse daha iyi olmaz mı.

    8. Alt 05-22-2011, 20:26 #18
      mhmt Mesajlar: 904
      Blog Başlıkları: 3
      Saadet'e devam..

      Bu arada sitede sıkıntı yok değilmi alptraum. Sayfa yenilediğimde beni 4-5 defa attı siteden. Sana mesaj atıyım diye düşünürken düzeldi. şİmdilik sorun yok. Bilgin olsun.

      alptraum bunu beğendi.
    9. Alt 05-22-2011, 21:24 #19
      alptraum Mesajlar: 38.107
      Blog Başlıkları: 28
      mhmt´isimli üyeden Alıntı
      Saadet'e devam..

      Bu arada sitede sıkıntı yok değilmi alptraum. Sayfa yenilediğimde beni 4-5 defa attı siteden. Sana mesaj atıyım diye düşünürken düzeldi. şİmdilik sorun yok. Bilgin olsun.

      Benim tarafimda bir SIKINTI gözükmüyor. Ard arda sayfa acma istegi yapilirsa kabul etmez. Bir nevi güvenlik önlemi diyelim

    10. Alt 05-23-2011, 00:39 #20
      gnothi seauton Mesajlar: 25
      sayın turab ...

      konular ana başlıkdan farklı yerlere gıdıyor....dostlar kusurabakmayın.... ancak aldatıldıgımızın netıcesını zamanı geldıgı zaman malesef hep braber yasayacagız....inşaalllah herseyin hayırlısı olur...


      ahmed sahin denen sahıs ,kımılerımze göre sıradan bır gazatecıdır...kımılerıne görede bu mısyoner faaliyetlerının kose yazarlıgını yapan bır sahıs...ne oldugu kısısel olarak kendını ılgılendırır...hesap sorucu olarak kendı nefsı yeter kısılere ,gercegıne dayaynarak...

      bizlerin bu tur kısılaerı elestırmemmız...söylemmız yazmıs ve arkasında durdurgu savundugu dusuncelerın yuce KITABIMIZ ıle celısmesıdır...bu celısmeyıde usta bır sekılde cok ıyı planlama ve aldatmaca ıle yapkmaktadırlar....amac nedır neden gercek orta ıken saf inanclı ınsanlarımzıı ehlı kıtap a yaklaştırmaya onların ınancına ortak etmeye calısmakdadırlar....bu olmaz demeyın lutfen ...gunumuzde cemaatınız ıcınde bırcok ınsan bu sekıldedır...kelime-i tevhid in son kısmına ınanmayan bırcok cemaat uyesı bulunuyor cevremde....hep bu mısyoner faaliyetlerının adı uzerınde hosgöru durtusunun sonucu....ksıler kendı yaptıklarının sorumlugu ıcındedır...kımın neye ıandıgı bızlerı ılgılendırmez....ıdrakı kapastıesı ne yonde ıse o yolda hayaatını surdurur...aldatılacak ınsana ne dersenız dıyın fıtratında bu var ıse bunu degıstıremeyız...

      simidi ahmed sahın denen sahısı ın yazmıs oldugu yukarıda turab dostumun eklemıs oldgu kose yazılarının ıcerıgıne bakalım....ve kaynak OLARAK KURAN-I KERIM in ayaetlerını bu kose yazılarını nasıl ortadan kaldırdgını acıkca görelim....

      1----------------------------------- "Ey ehl-i kitap! Geliniz ittifak ettiğiniz amentüde buluşunuz."


      Ahmet Şahin, Zaman
      17.04.2000

      bu yazı baslıgı neden yzaıları KURANIN HANGI HUKMU ILE ACIKLARSINIZ.....acıklayamasınz...cogu kımse hırıstıyanların yahut yahudılerın amentusunu bılmez....ornegı bır hırıstıyanın amaentusune bakalım...


      Ben, yeri ve göğü yaratan, her şeye kaadir Baba Tanrı’ya,

      Ve Efendimiz olan, O’nun biricik oğlu İsa’ya;
      Rûhu’l-Kudüs’ten gebe kalınana;

      Ve bâkire Meryem’den doğana;

      O’nun Pontus Pilatus’tan zulüm gördüğüne,

      Çarmıha gerildiğine, öldüğüne, gömüldüğüne,

      Cehennemlere indiğine,

      Üçüncü gün, tekrar canlandığına,

      Göklere çıkıp, kaadir olan Baba Tanrı’nın sağına oturduğuna,

      Oradan gelip ölüleri dirileri hesaba çekeceğine;

      Rûhu’l-Kudüs’e,

      Mukaddes katolik kilisesine;

      Azizlerin cemaatine;

      Günahların affedileceğine,

      Vücudun tekrar canlanacağına;

      Ebedî hayata, inanırım.

      sımdı her naamazda ınanarak okudugumuz ihlas suresıne bakalım mı????


      Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.

      1. De ki: O, Allah birdir.

      2. Allah sameddir.

      3. O, doğurmamış ve doğmamıştır.
      4. Onun hiçbir dengi yoktur.


      ----------------yorumsuz.....herkes ıdrakı kadar anlayabılır ............

      2............................................... Ahmed Şahin
      İslam'da dinler arasında düşmanlık değil dostluk öncedir

      guzel bır yazı hucurat suresı 13 u kaynak gostererek yaılmıs usta bır yazı....

      sımdı hıcbır musluman kendınden olmayanı dusman görmez....bu HAK ka karsı gelmekdır...yaratandan oturu...takı ne zamana kadar.....kendı dınını kendı ınancını kendı orf ve adedenı ortadan kalsrıp hak olmayan bır takım emellerı dıkde etmedıkce.....

      bu yazıyı yaan ksııye göre ıse ....bızden olmayan herkes bızım dusmanımızdır mantıgı vardır....buna sarılarak cok guzel bır aldatmaca yapılmısdır...bu da cesıtlı yollarla ehli kitapa karsı hosgoru altında olmamıza vesıle olmakdadır...onlarında saf ve temız ınsanları vardır dınımıze el uzatmayan saygılı kımselerı...
      ancak onların sıstemınde dın herseyden oncedır...sizce vatıkan ın amacı nedır...temsılcılerı ının yanı...1999 yenı mıenyuma gırerken papaları ne demısdır..billiyormusunuz....yenı bın yılda hedef asyanın hrıstıyanlastırılması....bu nedemek...?????hıc dusundunuzmu.....boyle bırılerı ıle hosgoru adı altında hele KURANIN bırcok ayetınde sızın dınınızı elınızden alanlara karsı bırlık olun sert olun dendıgıne ragmen bu sıhnıyettekı kısıler....amacları ne hasıl ıse o yonde konuları cok bılınclı bır seklde saptırarak bızlerı aldatmakdadırlar......

      -------------herkes ıdrakının netıcesını yasar..........


      3--------------------------------------Ahmed Şahin

      Misyoner, Müslüman'ı neden aldatamaz?

      misyoner faaliyetlerınını onemsemeyın ..... mi....????baslıkdan anladıgım ılk sey bu....neyse ıcerıgıne bakalım...

      Şayet misyonerlerin Müslüman'a teklifleri inanç yönünde olacak da diyeceklerse ki: Hazreti İsa Allah'ın yüce bir peygamberi,
      İncil de Allah'ın kitabıdır!. Bunu böyle bil!

      Zaten Müslüman da bunu böyle bilmekte, böyle inanmaktadır. Bunun için Hıristiyan olmasına sebep yok ki?.
      . Müslümanken de böyle kabul ediyor, böyle inanıyor.

      ---------------------------ama hanı ısa hangı ıncıl........bu bızım bıldgıımızı seklı ıle mı yoksa onların bıldıgı sekle göre mı.....?????bu neden yazılmmamısdır....
      onlara karsı bu yakşalım neden dır..
      ehlı kıtaba göre ısa ALLAH ın ogludur....haşa .....
      ıncılde mukaeddes bır kıtapdır....ama hangı ıncıl....bızım ınandıgımız seklı ıle mı degıstırılmemsı HAK kın göndermıs oldugu ıncıl mı???ıznık konseyınde sekıllenen ıncıl mı...

      Hatta Müslüman sadece Hazreti İsa ve İncil'i tasdik etmekle kalmıyor. Daha ilerisini haber vereyim size.
      İşte Bakara Sûresi ayet 285'ten bütün peygamberleri kucaklayan bir ayetin hükmü: Biz peygamberler arasında ayırım yapmayız!..

      -----------------evet bızler hıcbır resul arasında ayrım yapmayız....ancak bızım bıldıgımız seklı ıle.....ıhlas suresının bılıncınde olarak....bız her resule resulluk gözu ıle
      bakarız...ogul ısnat etmeyız.....
      Bunlardan da anlaşılıyor ki, bütün İlahi dinleri kucaklayan İslam'ın içinde gerçek Hıristiyanlık da vardır.
      ------------------summe haşa.....hrıstıyanım dıyen amentusunde bırlesır ona ınanır..bılınclı bır musluman hıcbır skılde muslumanlıgın ıcınde hrıstıyanlıkda vardır
      dıyemez....bu kadar hosgoru ıle ne amaclanmısdır.....???????ehlı kıtapdan bıze dusman olanalrdan dımızı ortadan kaldırmaya tesebbus eden deccalıyet faalıyetlerı
      ıcersınde bulunan kısılerı kastedıyorum.....ehlı kıtapdtan tabıkı ıdrakı kapasıtesı saglam olup musluman olan kısler varıd....isa nın bır oğul olmadıgın ALLAH ın bır
      resulu oldugunu gönuldenınanna her kısı bızımde bırer arkadasımızdır...bu da hucurat suresının 13 ayetı kapsamında sarf edeılen gercegeın acıklamasıdır...



      4................................... Ahmed Şahin
      Ehli kitapla ittifak ettiğimiz temel doğrular........................

      peki bu dıyalogu sızler kımlerle yapıyorsunuz......ehlı kıtabın temsılcılerı ıle mı yoksa ehlı kıtapdan eğıttınz kısılerle mı....dıyolag adı altında yapılan bu calısmalar ıle...
      kac tane ehlı kıtap papazı temsılcısı vatıkan görevlısı muslumanlugı secmısdır....yoksa temsılcılerınız mı papa nın elını opmuslerdır....????bu kısler ıcınde kac kısı MUHAMMED RESULLULAH dır demısdır..
      arastırdınız mı?????

      Diyanet Meali - YÂSÎN : 10. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar

      --------------kım ınanmaz asagıda gercek acıklanıyor.....

      Diyanet Meali - el-EN'ÂM : 25. Onlardan seni (okuduğun Kur'an'ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için
      kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik.
      Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar . Hatta o kâfirler sana geldiklerinde:
      "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar...



      6------------------- Ahmed Şahin
      Dinler ve kültürlerarası diyalog toplantıları


      - Kendi kitaplarını, kendi peygamberlerini inkar etmeden, eksiklerini tamamlamaları, yani Hazreti Muhammed'le Kur'an'ı da tanımaları...

      Nitekim biz onların peygamberlerini ve kitaplarını tanıyoruz. Onlardan da aynı centilmenlikte bulunmalarını makul ve mantıklı buluyoruz...
      -----------------bunu neden bu sekılde yazarlar kı hıc anlamıyorum ....bız onların peygamberılerını ve kıtaplarını tanıyoruz....neyı tanıyorsunuz...bozulmus ıncıl ı mı,,,,
      yoksa ALLAH a oğul ısnat ettıklerını mı???
      bu cumleyı neden su sekılde yazmalar her yazıllarında aysnı oyun.......bız onların bıldıgı sekilde hz.İSA yı ALLAH ın oğlu olarak görmuyoruz..O sadece bır resuldur..
      ıncılıede bugunku seklı ıle degıl bozulmadan oncekı halıne ınanıyoruz....onları tanıyoruz.......bu sekılde yazmalrı gereklıdır......

      Bu, onlar için zor bir kabul de değildir. Çünkü kendi inançlarını inkar etmeleri gerekmiyor, kendi inançlarını korumakla birlikte sadece eksiklerini ikmal
      etmelerinin gereği oluyor bu kabul.
      ------------------------------------yorumsuz.......................

      hucurat 13 e dayanarak dıyoluga sarılmak ....cok buyuk aldatmacadır....bızlerden hıckımse kalkıpda bızım hrıstıyan ya da yahudı dedıgımız kıslerı dusman demeyız...
      nedenını yukarıda yazmısdık tekrarlmanın mantıgı yok........
      ufku genıs olmak ıdrakın netıcesının esırıdır...Rabbım ufkumuzu HAK kı gozeterek acmayı nasıb eyle.....

      7---------------------------- Ahmed Şahin
      Misyonerler neden Müslüman'ı Hıristiyanlaştıramaz?


      yazıdakı hıkaye ıle yıne aldatılıyoruz....neden mı_!!!!
      sekıl ıle ıman yeterlıdır ..kıtapların detayı onemlıdegıldır ana temalıdır...nede mı...evelen kız ıncılı ve ısa yı ınkar etmeden musluman oluyor.....nasıl....oluoyor..hrıstıyan amentusunu
      goz onune getırın lutfen ...
      bu yazıyı cokca okuyuup cok ıyı derecede ıdrak etmek gerekır....oyunun aslında acıkca göstergesıdır...

      8------------------- Ahmed ŞahinHoşgörü ve diyalog

      bu yazıyı kaleme alan bır kısı ya cok temız kalblıdır ya cok safdır...vatıkan ın evanjelıstlerın sıyonızım ın neyı amacladıgının farkında degıldır...vatıkanın hedefının farkında
      degıldır...yurt dsında alınna bır sıyası karar onların dın adamlarına sorulmadan alınmaz en azından bır cok ulkede boyledır...kalkıpda sızler su sekılde yazı yazamasınız..
      unutmayın dıyolog yaptıgınız kısler sızlerın dınınızı ınkar etmenızı ısterler...

      Diyanet Meali - ÂL-İ İMRÂN : 118. Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten
      asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler .
      Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız,
      âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz

      Diyanet Meali - en-NİSÂ : 89. Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolunda göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin.
      Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün ve hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin...

      Diyanet Meali - el-KALEM : 9. Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.



      9.................................. Ahmed Şahin
      Hz. Mevlânâ'dan diyalog karşıtlarına cevap!.

      - Sizler hep iyilerin yanında, kötülerin de uzağında durun! Sakın kötülerle yüz yüze, göz göze sohbete dalıp da onlara kötülüklerinde cesaret vermeyin!
      ------- islam dınıne ınan herkes ıyılerın yanındadır takı kenıdı ınacına zarar vermedıgı bunu amaclamadıgı surece.....ve ne dıyor hz. mevlana kotulerlerle
      yuz yuze goz goze dıyologa gırmeyın.....bu onlara cesaret verır....kotulugunu arttırır...simdi dusunun musluman ulkelerın durumu o saf halkların cekdıklerını...
      bunu demek ısterken mevlana sızler kalkıpda bu sozu kendı amaclarına alet etmeye kalkısıyorsunuz...

      kotu ınsan ehlı kıtapdan olan ınsan degıldır.....bu onların ıdrakının netıcesıdır...kotu olan ınkarlarnı saplantı halıne getırıp,karsı ınancı ortadan kaldırmayı amac edenler
      dır....unutmayın dıyologlar bu kısıler ıle yurutulmekdedır....ornegın rum patrgı yapılan dıyologlarda kın kapısını neden kapalı tutmakdadır....nerede hosgoru adam
      sızlerden nefret edıyorken nasıl ve hangı dıyologdan bahsedıyorsunuz....
      aldanmayın................kanmayın ............soru sorun......

      10............

      sizler dıyologun meyvelerı dıyorsunuz....sızler dıyologu bu halkla yapmıyosrsunuz.....unutmayın....

      olculer kıtabı kuranı kerımden hasa ustun muki bu sekılde bır cumle dıle getırılmıs....5 adet kuran 100 den fazla olculer kıtabı....bu ne demekdır....ınsanları neye
      yoneltmekdır.....?????????????
      her hakıkat tastamam olarak yuce kıtabımızda acıklanmısken....


      DAHA FAZLA UZATMANIN GEREGI OLMADIGINI DUSUNUYORUM......ACIKCASI GOZUKEN ODURKİ YA SIZLER DİYOLOG YAPTIGINIZ
      EHLI KITABIN EMELLERNI
      BILMMIYORUSUNUZ....YA DA BIZLER HOSGORU DENEN DUYGUDAN BIHABER SEKILDE YASIYORUZ....

      ANCAK ORTADA BIR GERCEK VAR O DA DINIMIZ UZERINDE OYNANAN OYUNLARDIR....BUNA YOK DIYEMESINIZ NEDEN MI
      SOYLE BIR DUNYA MUSLUMANLGININ HALINE BIR BAKIN YETER....ONLARIN BU HALDE OLMASI NEDEN SIZCE....DIYOLOGUN DIGER
      TARAFINDA OLAN KISILERIN PARMAGI VAR MI VARSA AMACLARI NEDIR?????YOKSA BU MUSLUMAN HALKLAR NEDEN BU SEKILDE
      DEDİR...