28 Şubat sürecini çok yakından takip eden Tansu Çiller'in karakutusu Hüseyin Kocabıyık’a göre, postmodern darbeden netice alamayan cuntacı ekip klasik yönteme dönerek Balyoz Planı’nı hazırladı.
İdris Gürsoy'un röportajı
"Tansu Çiller"e başbakanken bombalı eylemle ortadan kaldırılacağına dair, devletin istihbarat örgütlerinden çok ciddi uyarılar geldi. Tedbir alındı." Bu sözler 1995-99 fırtınalı yılları arasında dönemin başbakanı Tansu Çiller"in en yakınındaki isme, Hüseyin Kocabıyık"a ait.
28 Şubat postmodern darbesi Refahyol"la birlikte Çiller"in de siyasi hayatına nokta koydu. 3 Kasım 2002 genel seçiminde DYP"nin seçim barajını aşamaması üzerine Çiller genel başkanlık görevinden istifa etti. Hüseyin Kocabıyık, bu süreçte Çiller"in başdanışmanı ve en yakınındaki isimlerden biriydi. Çiller ona pek çok yetki de vermişti. Kriz dönemlerinde bürokratlarla görüşüyor, MİT müsteşarı başta, üst düzey yetkililerden bilgi alıyordu. Kocabıyık, fırtınalı geçen o yıllarda siyasi iktidarlarla medya, büyük sermaye, asker ve bürokrasi arasındaki amansız mücadeleye şahit oldu. 28 Şubat sürecinde siyasete kurulan çirkin tuzak ve komploları gördü. Ankara"daki ofisinde 93"ten başlayarak 28 Şubat süreci ve son siyasi tartışmalar ile 2011"e kadar Türkiye"nin karşılaşabileceği muhtemel siyasi olayları konuştuk. Siyaseti dizayn etmekten asla vazgeçmeyecek asıl güce dikkatleri çekti. Büyük sermaye siyasi iktidarlardan ne istiyor? Ergenekon"la ilişkisi nasıl? Siyaseti bekleyen tehlikeler neler? Çiller"in karakutusu, "Neler yaşanmış bu ülkede?" dedirtecek açıklamalar da yapıyor.
-28 Şubat"ı 1997"den çok önce başlayan bir süreç olarak değerlendiriyorsunuz. Neden?
94 yılında Taksim"de bir araya gelemeyecek, özellikle laiklik bağlamında gelmemesi gereken üç partiye laiklik mitingi yaptırılması ile başladı süreç. Batı Çalışma Grubu"nun ilk eylemiydi o. Taksim mitingi 28 Şubat"ın ilk işaret fişeğiydi. O günlerde BÇG kurulmuştu. 28 Şubat"taki hadiselere zemin hazırlamak, toplumda bir laiklik endişesi, irtica korkusu oluşturmak istediler. Bu toplumsal zemini hazırlamaya çalıştıkları tarihtir 94.
-Neden 1994? Necmettin Erbakan iktidarda değil?
94 yılı çok önemli kırılma anıdır, Türkiye"deki geleneksek elitist zihinler açısından. Mahallî seçimler oldu, İstanbul ve Ankara ve birçok şehirde Refah Partisi belediyeleri kazandı. Bu gelişme doğal olarak "iktidarı da alacaklar" şeklinde bir kaygının oluşmasına sebep oldu. Nitekim bir süre sonra RP başkanlığında bir hükümet kuruldu, tam da korktukları gibi.
-Çiller"le medyanın ilişkileri başta çok iyiydi?
Tabii, Zafer Mutlu geliyordu, ayaklarını sehpanın üzerine koyup "Nasılsın Tansu? İyi misin?" diyebiliyordu. Bu kadar iyiydi yani.
-Medya mı Çiller"i indirdi?
Medya bizim altını çizdiğimiz kadar tek gerçek aktör değil 28 Şubat"ta. Onun oynatıcısına bakacaksınız.
-Çiller"in ait olduğu mahalleyle ilişkisi neden bozuldu?
Büyük sermaye Çiller"in politik hedeflerinden ürktü. Çiller bir taraftan terörü minimize etmek bir taraftan da Türkiye"yi AB"ye sokmak istiyordu. Nitekim Türkiye"yi Gümrük Birliği"ne adım adım, bütün itirazlara rağmen getirdi, Ocak 1996"ya kadar. 94"ten 96"ya kadar Çiller"i destekler görünen büyük sermaye ve medya birden Çiller aleyhine döndü. Mal varlığı suçlamaları oradan çıktı.
-Büyük sermaye ne istedi?
Türkiye"yi Gümrük Birliği"ne sokma, dediler. Bunu diyen büyük sermayenin üç temel nedeni vardı. Dış dünya ile rekabet edemeyeceklerini rekabet ortamının 70 yılda kurdukları bütün sistemi yıkacağını düşünüyorlardı. İkincisi Anadolu sermayesi diye bir varlık gelişiyordu ve bu sermaye merkezdeki pastadan pay almaya başlamıştı. Büyük sermaye bundan da çok rahatsız oldu. Üçüncü neden ise, artık hazineden eskiden olduğu gibi teşvik, kredi, sübvansiyon adı altında ballı destekler alamayacaklarını gördüler.
-Çiller bu taleplere karşı ne dedi?
"Hayır, bu benim siyasi idealim." dedi. "Gümrük Birliği"ne ve Avrupa Birliği"ne Türkiye"yi sokacağım." dedi. "Seni cezalandırırız!" dediler. O da "Elinizden geleni yapın!" dedi. Böyle bir restleşme oldu. Büyük sermaye ile iyi olan Çiller o günden sonra birden düşman oldu. Birbirine ilk isimleri ile hitap edecek kadar yakın olan medya patronları, birden düşman oldu, her şey değişti. Çünkü en tepedeki güç odağı kendi varlığını tehlikede gördü. Kendi beka kaygılarından ve ekonomik çıkar doktrininden dolayı savaş durumuna geçtiler.
-Çiller bu tehditlere karşı nasıl bir tutum izledi?
Teslim olmadı. 28 Şubat"ı oluşturacak dinamikleri harekete geçirdiler; bunun bir ayağı medyadır, bir ayağı sivil toplumdur, bir ayağı askerdir. Medya kendi uzantılarıydı, orada hiçbir problem yok. Sivil toplum kendi uzantılarıydı, orada da hiç problem yok. Burada kendi güçleriyle hükümeti deviremiyorlardı, askeri sokmak istediler devreye.
-Asker de müdahaleye hazır mı?
BÇG"nin varlığını büyük sermaye de medya da biliyor. Devletin içinde Ergenekon diye ortaya çıkan varlık o. BÇG, Ergenekon"un küçük bir şubesi. Susurluk da Ergenekon dediğimiz, müesses sistemin bir uzantısı. Bunu hepsi biliyor zaten. Bu konuda en az bilgi siyasetçilerde. Çünkü siyasetçi her beş yılda bir geliyor, seçim kazanamayınca gidiyor. Büyük sermaye dediğimiz bu insanlar 70 yıldır bu ülkede ve iktidardalar aslında.
-Nasıl?
Devletle entegre olmuşlar, devletin hazinesi ile entegre olmuşlar. O dönemde silahlı kuvvetlerin aldığı bütün ekipmanlar, uçaklar, helikopterler, hepsi büyük sermayenin silahlı kuvvetlere aracılık rolü oynayarak sattığı şeylerdir. Vecdi Gönül daha geçen gün açıkladı, milyarlarca dolarlık askerî alımların komisyonunu Türkiye"de 28 Şubat"ın düğmesine basan büyük sermayedarlar almışlar. Bu komisyonun bir kısmı da bazı askerlere gitmiştir.
-Ekonomi politikaları mı büyük sermayeyi rahatsız edip harekete geçirdi?
94"te ekonomik kriz oldu, Çiller muslukları kıstı, bu tür ihaleleri kontrol altına aldı, askerî alımlar da buna dâhil. Kendi çıkarlarını ve beka kaygılarını projekte ettiler askere. Şöyle tercüme ettiler: "Laiklik tehlikede, irtica geliyor." Hatırlayın 28 Şubatçı askerlerin yayımladığı broşürleri, eğer imam hatipler kapatılmazsa şu kadar sene sonra yüzde 65 oy alacak Refah Partisi diye analizler yayımlandı. O analizler askerlere ait değil, büyük sermayeye ait analizlerdi. Askerler burada tam bir düşüncesizlikle kendilerine tayin edilen rolü, gerçekten Türkiye"nin tehdit altında olduğunu düşünerek oynadılar.
-Çiller"e ne tür tehditler geldi?
Tansu Hanım"a bombalı eylemle ortadan kaldırılacağına dair çok ciddi uyarılar geldi, devletin resmî istihbarat örgütlerinden ve başka kaynaklardan. Devlet adamı olduğu için tedbirler alındı. Fethullah Gülen Hocaefendi için benzer bir tehdidin çok ciddi olduğunu devletin bürokratlarından duydum ve bunu ciddiye aldılar.
-Tansu Hanım"a dönük saldırılar devam etti mi?
Bunların önü kesilince başka bir yok etme yolu denediler. Çiller için "CIA ajanı" dediler, Hürriyet manşet attı, ardından "eroin kaçakçısı" dediler. Genelkurmay"da dosyalar dolaştı.
-Nasıl?
Alman Mahkemesi, Çiller"i "eroin kaçakçılığı" ile suçladı, sonra elindeki belgelerin sahte ama Türkiye"deki resmî bir kuruma ait orijinal kâğıtlar olduğunu, bunun üzerine sahte bilgiler yazıldığını tespit etti. O resmî kurum da maalesef Genelkurmay Başkanlığı"dır. Orada yazılan sahte yazılarla bu suçlamaların yapıldığını Alman Mahkemesi tespit etti. "Eroin kaçakçısı" dediler, Hürriyet"te hep bunlar manşet haberlerdi. Sonra mal varlığı, sonra Parsadan, sonra örtülü ödenek, yani canını alamayınca bunlar üzerinden yok etmeye çalıştılar. Gülen"i de aynı şekilde. Suikast için tedbir alındı. Gülen"e de kasetlerle saldırdılar, Ali Kırca"nın çabaları ile.
-Suikastlar neden hedefe ulaşamadı?
BÇG ve darbecilerin yaptığı eylemlerin önünü kesen devletin içinde kurumlar vardı. 28 Şubat"ın asıl kahramanları onlardır. Mesela o dönemin Polis İstihbarat Başkanı Bülent Orakoğlu bana göre gerçek bir demokrasi kahramanıdır.
-BÇG lağvedildi, bu planlar bitti mi?
Edilsin, 50 tane kurarlar, nitekim Cumhuriyetçi Çalışma Grubu kurdular. Bu ne biliyor musunuz? Bir j başkanı oturur iki satırlık yazı yazar, bir çalışma grubu kurulur, oradaki cuntacı zihniyete bakacaksınız, yüz tane çalışma grubu kurarlar. Bu, askerle başlayan, askerle biten bir şey değil.
-Bazıları kullanıldıklarını görmedi mi?
99"a kadar... Sonra nasıl kullanıldıklarını gördüler ve 28 Şubat"ın en baba adamları "Bizi kullandılar" diye açıklama yaptı. Baktılar ki büyük sermaye kendi çıkar doktrinine uygun olarak askeri kullanmaya çalışıyor, öbür taraftan medya askerleri sürekli tahrik ederek büyük sermayeye hizmet ediyor, Demirel yeniden cumhurbaşkanı olmak için süreci kullanıyor, öbür taraftan Mesut Yılmaz başbakanlığı kapmak için askeri kullanıyor. O zaman "Bizi kullandılar!" diye açıklama yapan Çevik Bir"in gördüğü tablo netleşiyor işte.
-Bir, kimin kullandığını düşünüyor?
Erol Özkasnak, Çevik Bir, İsmail Hakkı Karadayı en önemli aktörleriydi 28 Şubat"ın. Dikkat edin bunlar Ergenekon"dan çıkmadı, Ergenekoncu olarak tasnif edilmediler. Ama bütün bu askerlerin arkasındaki kurmay zekâsı Çetin Doğan"dı. Bugün Doğan nerede? Darbe girişiminden yargılanıyor. Çevik Bir, "bizi kullandılar" derken sadece büyük sermayeyi, medyayı kastetmedi; Ergenekonu da kastetti. Ergenekon"la büyük sermaye arasında doğrudan bir ilişki vardı. TSK içinde yerleşik son derece birbiri ile irtibatlı bir cunta hareketiydi bu ve kökenleri 1950"lere dayanıyor. 50"nin ortalarından itibaren var olan bir cunta kuşağıdır birbirini üreten. Bu cunta kendi içinden 9 Martçıları, 22 Şubatçıları, 28 Şubatçıları üretti; Balyozcuları, Eldivencileri üretti; Yakamoz"ları, Sarıkız"ları üretti. Bu darbeci zihniyet hâlâ sürüyor.
-28 Şubat"ta da Çetin Doğan var diyorsunuz?
Darbenin adı neydi? Postmodern darbe, yani silahsız bir müdahale, silahlı kuvvetlerin sistem içindeki ağırlığını devreye sokup iktidarı değiştirdiler. 28 Şubat"ın perde arkasındaki Ergenekon, içinde mühim bir kısmı 28 Şubat"ın bu şekilde değil de askerî darbe olarak gerçekleşmesini istedi. Çetin Doğan silahlı müdahale isteyenlerdendi. Düşünün ki Doğan"ın altında imzası var, lojmanlardaki askerî personelin ailelerini, çocuklarını bir haber alma elemanı gibi kullanma talimatı, camilerin kontrol edilmesi talimatı, fişlemeler bir sürü şey.
-Balyoz darbe planı neden yapıldı?
2002"de AK Parti, Refah Partisi"nden çok daha güçlü bir şekilde iktidara gelince silahlı kuvvetlerin müdahalesini isteyen damarın, bir bakıma öngörüleri meşruiyet kazandı. "Biz demiyor muyduk bunları böyle bırakırsak iktidara gelecekler, işte geldiler, bunların kafalarını ezmezsek çok daha güçlü gelecekler, bunların işini şimdiden bitirelim!" dediler. O yüzden Balyoz darbe girişimi, dikkat edin bir postmodern darbe hazırlığı değildi, siyasete müdahale hazırlığı değildi.
-Neydi?
Doğrudan doğruya bir silahlı askerî darbeydi. İçinde provokasyonlar olan, cami bombalama olan; tank birliğinin yapacağı şeyler belli, bir karabulut gibi üstüne çökmeler, acımadan yok etmeler... Doğrudan doğruya askerî müdahale konseptine geri dönmüşlerdi. Sonraki darbe planlarına bakın, Ayışığı, Yakamoz hepsinin ortak özelliği klasik askerî darbeye hazırlıktır.
-Balyoz davası ile darbeciler etkisiz hâle getirildi mi?
İlk defa özgüveni, harekât kabiliyeti çok yüksek olan bu yapı kontrol altına alındı. Ama etkisiz hâle falan getirilemedi. "AK Parti ve Gülen hareketini bitirme planı" dokümanı hangi tarihe ait? 2009. Kimse bunu unutmasın; ama manevra alanı son derece zayıfladı. Siyasi iktidar en ufak bir zaaf gösterirse bu hareket yeniden kendine misyon edinir, harekete geçer.
-Nasıl bitirilebilir cunta?
Yeni bir anayasa. İki; başbakanla genelkurmay başkanı baş başa verip ordudaki bu gelenekselleşmiş kültürü tasfiye etmelidir. Yasal tedbirler almalı, fiilî tasarrufta bulunmalılar. Şu anda liderlik vasıfları güçlü, birbirine güvenen iki adam var. Erdoğan ve Koşaner, ikisi de demokrasiye inanan insanlar ve ikisi de ordunun bu görüntüden kurtulmasını istiyor.
-Darbe tehlikesi görmeyenler de var?
Düşülebilecek en büyük yanlış "askerin içinde bir cunta kalmadığı" düşüncesidir. Daha geçen gün iki dil tartışması ile ilgili asker açıklama yaptı. Tercümesi şudur, "biz buradayız, her an gelebiliriz". Genelkurmay Başkanı"nı böyle bir açıklamaya zorlayan şey sadece BDP Genel Başkanı"nın kışkırtıcı açıklamaları değil, bunlara arkadan baskı yapan bir cunta kuşağı hâlâ var.
-Ergenekon davası bu yapıların sonu olur mu?
Bu canavarın kuyruğundan tuttular. Benim korkum şuydu; canavar bir kuyruk darbesi ile hukukun elinden kurtulacak. Nitekim o kuyruk darbelerini fazlası ile attı; ama sağlam bir iktidar olduğu, Türkiye"nin polisi ve MİT"i ilk kez demokrasiden yana tavır aldığı, Türk halkı millî iradeyi darbecilerle mücadele etme kararlılığının arkasına koyduğu için ilk kez darbecilerle mücadele edilebiliyor. Bu bir avuç cesur savcı tuttukları yerin daha ilerisini tutarak ilerledi. Ancak, bu canavarın tasfiyesi bir noktadan sonra hukukun da altından kalkamayacağı bir şeydir. Buna kesin çözümü millî iradenin temsilcisi ile ordu bürokrasisinin başındaki insan bulacak, bunun da asgari çözümü sivil bir anayasadır.
-AK Parti ile gerilimin altında Çiller dönemi ile benzerlikler var mı?
Türkiye"de demokrasi geleneğinden güçlü bir darbe geleneği oluştu. Gelenek dediğimiz çok önemli bir şey. Şimdi demokrasinin sorunları ne? Demokrasi sürekli darbe yediği için geleneği oluşmadı, darbe geleneği diye bir şey oluştu, o dokunulmaz bir şey. Şimdi buna bir yerde büyük bir hasar vermek sonra yeni bir anayasa ve yapılanma ile bu işi bitirmek lazım. Olay bu. Darbe geleneği ordu ile başlayıp biten bir şey olsa mesele yok. Buradaki canavar, darbe geleneğini kontrol eden, onu piyasaya süren, Türkiye"deki ekonomik yapılanmadır; asıl oradan korkun. Bakın Tayyip Erdoğan millî irade temsilcisi olarak her yerde dengeleri oturttu ama orası kabul etmiyor hâlâ, büyük sermaye için Erdoğan her zaman tehlikeli birisidir, indirilmesi gereken birisidir. O yüzden kuyruğu ele geçmiş canavar hâlâ çok tehlikelidir.
-Başbakan Erdoğan için de birtakım tehditler söz konusu mu?
Şunu açıklıkla belirteyim, bütün bir Türk tarihinde içinde en fazla tehdide, suikasta maruz kalmış devlet adamı Tayyip Erdoğan"dır. Bilinenlerin vahameti ortada, bir de kamuoyu paniğe kapılmasın diye gizlenenler var.
Süleyman Demirel, milletvekillerine tehdide varan baskılar yaptı
1990"da Doğru Yol Partisi"nde (DYP) politikaya giren Çiller, 1991 seçiminde milletvekili seçilmiş, Süleyman Demirel"in Sosyal Demokrat Halkçı Parti ile kurduğu koalisyon hükümetinde ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak görev yapmıştı. 1993"te Turgut Özal"ın ani ölümü üzerine Demirel Köşk"e çıkınca önü açıldı. "Leydinin topuk sesleri" manşetleri ile önce DYP genel başkanı, sonra da (25 Haziran 1993) başbakan oldu. 6 Mart 1996"ya kadar ülkeyi yönetti. Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği anlaşmasını imzalaması kendisini iktidara taşıyan büyük sermaye ve medya ile arasının açılmasına sebep oldu. 1996"da Necmettin Erbakan"la kurduğu 54. hükümet ise sonunu getirdi.
-Erbakan darbeye neden inanmadı? Bilgiler ulaşmadı mı ona?
Ulaştı ama uzun zaman bunlara inanmadı ve gereğini de yapmadı. Pragmatik bir insandı. Daha çok muhalefetten korkuyordu, askerlerden değil. Onun için bu işin üzerine gitmek değil zamana yaymak tutumunu takındı ama bu dalganın ciddi ve kendisini tasfiye etmeye yönelik olduğunu görünce bir şeyler yapma gereği hissetti; ancak hiçbir şey yapamayacağını gördü. Bu sefer çareyi hükümet başkanlığını üzerinden atmak ve bir nefes almakta buldu. Çiller"e başkanlığı vermek istedi, Demirel buna izin veremezdi; çünkü 28 Şubat"ın parçası hâline gelmişti ve bu süreçten fayda umuyordu. İkinci kez cumhurbaşkanı olmak istiyordu. Mesut Yılmaz"la bu konuda anlaşıp başbakanlığı ona verdi.
-Milletvekillerine kim, ne tür baskılar yaptı o dönemde?
En büyüğünü Demirel yaptı milletvekillerine. Çağırarak, telefon ederek, bakanlık teklif ederek, yerine göre tehdit ederek... Onlarca delili var bunun.
-28 Şubat MGK toplantısından sora Çiller"in ruh hâli nasıldı?
Çiller"in hâli felaketti, iki lider de çok şaşkın vaziyetteydi, bazı şeyleri de söylemiyor siyasetçiler utandıkları için. İçeride siyasetçileri utandıran aşağılamalar yapıldı, tahkirden çok bilinçli kötü bir tavır sergilendi. Aşağıladılar resmen, başbakana hakaret edildi içeride. Başbakan konuşurken deniz kuvvetleri komutanı cumhurbaşkanına dönüp eliyle "Hikâye anlatıyor bu!" diyor. Böyle bir tablo. Orada siviller yapmaları gerekenleri yapmadı. O dosyaları kafalarına fırlatmalıydılar, ki dosya denen şeyler gazete kupürlerinden ibaret, içlerinde bir tane kanıt yok. Hepsi gazete kupürü düşünebiliyor musunuz?
-Demirel siyasetten yana neden tavır almadı?
Alabilirdi ve böyle davransaydı Türk demokrasisinin ebedî kahramanı olurdu. Hayatı boyunca küçük kurnazlıklarla iktidar aradı, 28 Şubat"ta da ikinci kez cumhurbaşkanlığı için demokrasiyi sattı. Düşünebiliyor musunuz, orada askerler "Siz Türkiye"ye irticayı getiriyorsunuz!" gibi bir suçlamayla gittiler, korkunç bir manzara bu ve tabii Demirel çanak tutuyor buna. Demirel kötü bir rol oynuyor, askerlerin o tür davranışlarına çanak tutuyor, defalarca darbelere maruz kalmış bir insan, sivil otoriteyi askerlere ezdirir mi?
-1993"te Özal"ın ölümü ile birlikte faili meçhul cinayetler var. O dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
93 şu bakımdan önemli; Tansu Çiller başbakan oldu. Genç bir kadın, değişen bir sosyolojiye sahip bir ülkede aday oluyor, toplum buna hassasiyet gösteriyor, ilgi gösteriyor.
-Askerin ağırlığı neden arttı?
Yeni konsept çıktı ortaya. Neydi bu? Terörün üzerine daha kararlılıkla gidilecek. Bilinen mekanizmaların dışında askerî güç kullanma bakımından başka mekanizmalar devreye sokulacak ve alan savunması yapılacak. Gece gündüz, 24 saat boş alan bırakmayacağız, teröristlerin tepesine bineceğiz. Askerin siyaset üzerindeki ağırlığı otomatik olarak arttı. Siyaset üzerinde egemen bir güce dönüştü asker; ne derse, ne isterse o oluyor. Asker siyasete gerektiğinde ayar çekip hükümeti yönlendirebiliyor. Siz güvenlik politikalarını askere endekslerseniz dünyanın her yerinde böyle sonuç verir, Türkiye"de de böyle oldu.
-Siyaset ağırlığını kaybetti yani?
Devletle toplum arasında tampon olan DYP, SHP gibi partileri terörle mücadele konsepti devlete yaklaştırmış, hatta devletle bütünleştirmiştir. Bunlar büyük partilerdi ve oy oranları yüzde 50"nin üzerindeydi. Halkla daha yakın partilerdi, bu gelişmelerden sonra devlete eklemlendiler. "93 bir darbe miydi?" algısı buradan kaynaklanıyor. Darbe değil ama o algı ortaya çıkıyor. Asker, siyaset üzerinde egemen bir güç hâline geliyor. 28 Şubat ve sonrasına kadar hatta 2007"ye kadar bu süreç devam etti.
-2007"de ne oldu da süreç bitti?
2007"de bir elektronik muhtıra verildi. Ve ilk kez siyasi tarihimizde bir askerî muhtıraya siviller karşılık verdi. Biz bir askerî müdahaleye karşılık verildiğinde ne olacağını bilmiyorduk, böyle bir tecrübemiz yoktu. O gün ne olacağını gördük, demokrasi sözünü söylediğinde, son söz ona ait oluyor. O süreç de 12 Eylül 2010 anayasa değişikliğine kadar devam etti. O günden sonra en azından psikolojik olarak askerin siyaset üzerindeki egemenliği son buldu. Bu arada Ergenekon davası, darbe girişimlerinin üzerine siyasi iktidarın gitmesi gibi çok önemli sebepler var. Bu sürecin zayıflaması ve gerilemesi bakımından bunlar önemlidir.
- 2011 seçimlerine doğru ne tür olaylar bekliyorsunuz?
Son öğrenci olayları olmadan, PKK"nın birtakım talepleri gündeme gelmeden yazdım, böyle bir cuntanın varlığını hâlâ görüyorsam, Ergenekon davasını tahrip ve yok etmek için olmadık şeyler yapıyorlarsa, önümüzdeki seçimde kuvvetle muhtemel bir iktidar yapısı oluşacak gibiyse, buradan çıkacak doğal sonuç bir provokasyon dizisinin sahneye konacağı yönündedir. Bu analitik düşünce benim tarzımdır, seçime kadar geçecek süre çok tehlikeli. Tam, açılım belli bir sükûnet duygusunu herkesin içine yerleştirmişken bir de baktık, Toplumsal Barış Kongresi tuhaf bir PKK metnini sunuverdi. Türkiye itidalini kaybetti, asker bildirisi çıktı. Öğrenci olayları başladı, bakıyorsunuz, serseri hareketler, yumurta atıyorlar, öğrenci ayaklanması varmış gibi bir görüntü yaratılıyor; ortada, ayrı dil, güvenlik gücü isteyen bir metin. Erdoğan bütçedeki konuşması ile herkese mesaj verdi ve duruma hâkim oldu. Güçlü hükümet buralarda işe yarıyor; ama önümüzdeki üç aylık dönem göreceksiniz pek çok girişime sahne olacak, istikrarsızlığa dönük ve seçim sonuçlarını etkilemeye dönük, beklenmeyen yerlerden gelebilir bu hamleler ama başarılı olamayacaklar, timsahın kuyruğu yargının elinde.
Aksiyon