Sami Selçuk: Haşim Kılıç dostumdur ama...   Konuyu açan: Dostane   İlk Mesaj: 02-20-2011 (18:37)   Son Mesaj: 02-20-2011 (18:37)    Cevap: 0    Gösterim: 888  

    02-20-2011

    Sami Selçuk: Haşim Kılıç dostumdur ama...

    Sami Selçuk: Haşim Kılıç dostumdur ama...


    Prof. Sami Selçuk, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın geçen hafta yargıda tartışma çıkaran “Yüksek yargı yıllarca uyudu” eleştirisini değerlendirdi. Selçuk, Kılıç'ın üslubunu eleştirdi.

    Selçuk: "Anayasa Mahkemesi"nin Sayın Başkanı dostumdur. Ama sözleri çok incitici. Meslektaşlarım buna müstahak değil. Kendisinden hiç beklemezdim. Keşke eleştirideki biçiminde daha özenli olsaydı. Umarım düzeltir."
    Eski Yargıtay Başkanı, Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk, "Balyoz" tutuklamalarını değerlendirdi ve "Sokağa çıktığında eski bir Yargıtay Başkanı"nın yolunu kesen insanlar varsa, ona "Neler oluyor" diye soruyorlarsa halk yönetimi olan demokraside bir sorun var demektir" dedi.

    * Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç"ın yüksek yargıya yönelik "uyuyorlar" sözlerini nasıl değerlendirdiniz?

    Bu tartışmaya girmek istemem. Anayasa Mahkemesi"nin Sayın Başkanı dostumdur. Ama sözleri çok incitici. Meslektaşlarım buna müstahak değil. Kendisinden hiç beklemezdim. Keşke eleştirideki biçiminde daha özenli olsaydı. Umarım düzeltir. "Toplantı yapılmamıştır" diyor. Toplantılarla çözülmez ki bu sorun. 4. Ceza Dairesi Başkanlığı dönemimde en çok 12 bin 500 karar vermiştik. Bundan çok rahatsız olmuştum. Bizi bunaltmıştı. Bu yıl karar sayısı 22 bin 500 olmuş. On bin devir yapılmış. Bunun çaresi üyelerin elinde değildir. İnsanlara "Temyiz etmeyin" mi diyeceğiz? Böyle bir saçmalık olabilir mi? Çare, sadece yargıyı değil devleti de yeni baştan kurmaktan geçiyor.

    * Yani tüm kurumlarıyla?

    Kesinlikle. Kimse kendisini aldatmasın. Türkiye"de Batılı, demokratik anlamda bir yasama organı olduğu söylenebilir mi? Yasama organını 3-4 partinin genel başkanı seçiyor. Siz milletvekili seçmiyorsunuz, parti genel başkanın vekilini seçiyorsunuz. Böyle olursa yasama organı parti başkanına karşı nasıl bağımsız olabilir? Tek parti iktidara geldiğinde ise asla bağımsız olamaz. Başbakan, Meclis Başkanı"na talimat veriyor gibi gereksiz ve yüzeysel tartışmalar yapılıyor. Ben de olsam ben de veririm talimat. Çünkü ben seçtim O"nu. Cumhuriyetin başından bu yana böyle bu. İşin özüne inen yok. Enerji ve zaman yitirten tartışmalar yapılıyor. Sonuç da elbette değişmiyor. İstiyorum ki artık demokrasiye kavuşalım. Yasamanın yürütmeye karşı bağımsız olduğunu, özgürlüğünün gerçekleştiğini görmek istiyorum. Ama hep düşte kalıyor. Umut da görünmüyor ufukta. 6 Eylül 1999"da "Yürütme yasama ve yargıyı kuşatmıştır" dediğim zaman beni dakikalarca ayakta ya da telefonlarla alkışlayanlar bugün bana saldırıyorlar." İlkeli olanlar sonuçta yitirmezler.

    * Yasamanın tam bağımsızlığı zorunlu.

    Yasama organını yürütmeye karşı bağımsız kılmazsanız hükümeti denetleyemez. Nitekim denetleyemiyor. Böyle bir ülkede her türlü şey mubah hale gelebilir. Denetimsiz bir güç her şeye eğilimlidir. Farkında olmadan da bulaşır. Bunlar yüzlerce yıllık deneyimlerin sonucudur.

    Baraj yüzde 3"e inmeli

    * "Cumhuriyet" rejimi içinde bu köklü değişiklikler yapılır mı?

    Parlamenter yapı içinde bunların hepsi çözülür. Çok güzel bir anayasa da yapılır. Türkiye"de kod (code) düzeyinde bir medeni yasa (code civil), bir ceza yasası (code pÈnal) yapmak çok zordur. Ama Anayasa yapmak çok kolaydır. Çünkü örnekleri çok. İlkeler belli. Ama bugünkü meclislerin yapması sakıncalı.

    * Neden?

    Çünkü yasama organı bağımsız değil ve bütün Türkiye"yi temsil etmiyor. Yüzde 10 barajı var. Anayasa toplumsal bir sözleşmedir. Bütün toplum kesimleri o sözleşmede söz sahibi olmalı.

    * Baraj mı kaldırılmalı öncelikle?

    Yüzde 3"e indirilmeli bence. En üst sınırdaki örnek bildiğimce yüzde 5"tir. Almanya gibi ülkelerde baraj konusu uzun tartışılmıştır. Hukukçu bilirkişiden yararlanır. Bu konuda bilirkişi matematikçidir. Eğer "hayatta en hakiki mürşit bilimdir"e inanıyorsanız matematikçiyi dinlemelisiniz. Matematikçi "yönetimde istikrar, temsilde adalet için %5"i aşmayın" diyorsa orada durmanız, bilimin önünde eğilmeniz gerekir. Biz her gün, evde, yolda sokakta, her yerde bilimi çiğniyoruz. Bizde temsilde adalet yoktur.

    TUTUKLAMALARI SABIRLA İZLİYORUM KAYGILARIM DA OLUYOR

    * Balyoz"da yine tutuklamalar geldi. Ama mesela Çetin Doğan, Engin Alan bir alıp bir bıkarılıyor. Herkes kaygılı...

    Elbette izliyorum. Her sağduyulu yurttaş gibi sabırla izliyorum. Kaygılarım da oluyor.

    * İyi ama Genelkurmay Başkanı olacaktı geleceği karardı, insanlar işlerini kaybetti. Belki masum oldukları ortaya çıkacak?

    Yargının önündeki somut olaylarla ilgili konuşmayı doğru bulmam. Kimseye de tavsiye etmem. Ancak hukuk kamuoyuna temel ilkelerini anımsatmak yükümlülüğünden de kaçınamam. Hukukçuların istisnayı kural yapmayacaklarını, ceza yargılama yasasının maddelerini yorumlarken bilimsel kaynakları mutlaka okuyacaklarını, "suçsuzluk karinesi", "kuşku özgürlükten yanadır" (in dubbio pro libertate), "kanıtlar sayılmamalı, tartılmalı" (argumente non sunt nemeranda sed panderanda),"adalet yerini bulsun, ama dünya da yıkılmasın" (fiat justitia ne pereat mundus), "bütün hukuk insanlar içindir" (hominum causa omne jus constitutum est), "katılık adaletsizliğin çok yakınındadır" (iniquitati proxima est severitus), "kimse hukuksal korumadan yoksun kılınamaz" (justitia nemini neganda), "özgürlüğün fiyatı yoktur" (libertas est inaestimabilis), "dosyada bulunmayan yeryüzünde de yoktur" (quod non est actis, non est mundo), "kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapmamalısın" (quod tibi fieri non vis, alteri ne feceris), "hukukta aşırıya kaçmak en büyük haksızlıktır" (summun jus summa iniuria) gibi hukukun iki bin yıllık temel ilkelerini gözeteceklerini, uygulama yaparken bunun bir güç gösterisine dönüşme havasına dönüşmemesi kaygısıyla davranacaklarını düşünüyorum.

    * Önemli uyarılar yapıyorsunuz...

    Yargının önündeki bir konuda fazla konuşmak istemem. Ancak yöntem yanılgıları çok yapılıyor. Bu denli yöntem yanlışı yapan bir merci, kendisini de, yargıyı da, devleti de yıpratır. Günün birinde insanlar artık bezmeye başlar. Kanıksar. Tutukluluk söz konusu olduğunda yapılacak iş sadece yasanın metinlerini okumak değildir. Tutukluluğun özüne nüfuz etmek için bu konudaki öğretiyi, kuramları çok iyi özümsemek gerekir. Yüzeysel yorumlar ve basmakalıp anlatımlarla tutuklama kararı veremezsiniz. Şunu açık söyleyeyim; Duruşma yargıçlarını değiştirmek, uzun iddianameler yazmak, iddianame özetini okumak gibi kaba yöntem yanılgıları beni kaygılandırıyor. Koşulları gerçekleşmişse elbette insanlar yargılanmalı. Ama her yanlışın yargıyı da sistemi de yıpratacağı unutulmamalı.

    * Ama tutuklama yaygın uygulama oldu galiba?

    Ben duruşmaları izleyenlere, "Ne kanıt var?" diye soruyorum. Çoğu belge diyorlar. Bunların ortadan kaldırılması tehlikesi olamaz. "Peki, tanık var mı?" diyorum, var. Eskiden dinlenmişler. Peki, bunlar karartılabilir mi? Sanmıyorum. Çok zor. "Onları etkileyebilirler" gerekçesi inandırıcı mı? Bu konuda çok zorlanıyorum. Yukarıda altını çizdiğim Roma Hukuku"ndan bu yana özdeyişe dönüşmüş iki bin yıllık ilkelere uyulmalı. Bu nedenle size Latincelerini de söyledim. Kendiliğinden her duruşmaya gelen ve teslim olan insanların davranışlarını iyi değerlendirmek, istisnai olan tutukluk önleminin cezaya ve kurala dönüşmeme, ölçülülük ve yansızlık ilkelerini örselememeye özen göstermek, bu konuda topluma güven vermek gerekir.

    * Duruşmalarına gidenler var zaten?

    Bunları dile getiriyorum zaten. Yargıladığınız bu insanlar sürekli önünüze geliyorlar. Yakalama çıkarılanlar bile tutuklanacaklarını bilerek gelip teslim oluyorlar. Kimi etkileyip, neyi karartacaklar ki? Bu tutumlara yargı, hukukçu inandırıcı yanıtlar verebilmeli, "Yargıçlar haklı olabilirler" diyebilmeli toplum. Kimse bir suç işlediğinde "Beni kimse yargılamasın" diyemez. Ayrıcalık yok. Ama bir insanı gereksiz yere yargılamak kadar, gereksiz yere tutuklamak da haksızdır. Toplumda ve o insanda sarsıntılar yaratır.

    * Nedir?

    Açık yargılama çok önemli bir işlemdir. Açık yargı önüne getirilende, eğer suçlama haksızsa bu onda bir yara açacaktır. Sarsıntı (travma) yaratacak, onuru örseleyecektir. Bunların hesaba katılması, ince elenip sık dokunması gerekir.

    * Masumiyet karinesi algısı ortadan kalktı galiba?

    Eğer bir ülkede "suçluluk karinesi doğmaya başladı" izlenimi başlamışsa çok önemli bir sorun var demektir. Kimseyi suçlamak istemiyorum. Dosyayı incelemiş değilim. Bilgiler alıyorum. Elbette bunlar yetmez. Ama suçlanan istisnasız bütün sanıklar tutuklanmışsa bunu topluma iyi açıklamak zorundasınız. Çünkü her olayda sanıkların sorumluluk dereceleri ve katkıları değişiktir. "Biz yasalar çerçevesinde karar veriyoruz. Duyarlıyız" izlenimini topluma vermek durumundasınız. Tutukluluğun gerekçelerinin inandırıcı olduğunu söylemekte kuşkular varsa -ki var- bu kuşkuyu gidermek meslektaşlarıma düşer.

    İnsanlar "Neler oluyor?" diyorsa demokraside sorun var demektir

    * Odatv operasyonu geldi. ABD Büyükelçisi bile basın özgürlüğü endişesini dile getirdi...

    Hangi kanıtlarla bu işin üzerine gidildi bilmiyorum. Hiçbir şey söyleyemem. Ama şu izlenim toplumda var ve bunu kaldırmak gerekir; Acaba yarın benim de başıma gelir mi? Sokağa çıktığında eski bir Yargıtay Başkanı"nın yolunu kesen insanlar varsa, ona "Neler oluyor?" diye soruyorlarsa, halk yönetimi olan demokraside bir sorun var demektir. Bu olgu, görmezlikten gelinemez. Bundan hem üzüntü hem de kaygı duymaktayım.

    * Bir yandan bakınca iktidar ve yargının sürekli restleştiğini görüyoruz...

    Restleşme değil, ama tartışma da değil. Düpedüz kavga. Çirkin üsluplu bir kavga. Uygarca değil. İncitici, acıtıcı. Üzülerek belirteyim ki, ben bugüne dek demokrasiyi özümseyerek Türkiye"ye yerleştirmek isteyen, bir siyasetçiye rastlamadım. Ama bir ölçüde Atatürk"ü bunun dışında bırakıyorum.

    * Niçin?

    Hasan Rıza Soyak"ın anılarını okuyun. Atatürk, Mussolini"nin düzenini Türkiye"ye getirmek için parti tüzüğünü değiştirmek isteyen Recep Peker"e isyan ediyor. "Bu Zorbalık" diyor. Sabaha kadar uyumuyor, tüzüğü inceliyor. Sabah Hasan Rıza Soyak"ı çağırıp, "Görüştüm. İsmet Paşa iyi incelememiş, rahatladım. Bu Recep"in işi" diyor. Sürekli olarak şunu diyor: "Biz cumhuriyeti kurduk, demokrasiyi başaramadık. İlerideki kuşaklar bunu başarmalı." Ayın gün Soyak"a da şunları söylüyor: "Ben öyle bir rejim istiyorum ki, gelecekte padişahlığı savunanlar bile bir parti kurabilsinler". Ufka bakın. O dönem Hitler, Mussolini, Stalin var. Totaliter rejimler ön planda. Biz padişahlığı savunan partiyi bugün yasaklıyoruz. Ama Ata, çocuğu gibi üzerine titrediği cumhuriyeti kuran insan, bunları söyleyebiliyor. Kafası demokrat, ama başaramadığı için üzüntülü bir önder.

    * Türkiye bunu hep yaşıyor galiba?

    Evet. Şu anda AB"den uzak bir yerdeyiz. Bunlar üzüyor insanı. Bizden sonraki kuşaklar bunları aşsınlar istiyorum. Artık başka sorunları tartışsınlar. Biz hala AİHM"nin önünde uzun yargılama, işkenceden mahkûm olan ülkeyiz. 8.7.1997"de, 12 ayrı davadan bir günde 12 ayrı hükümlülük kararı giyen tek ülke Türkiye"dir. Bu insanı kahreden bir rekordur.

    VATAN




    Sami Selçuk: Haşim Kılıç dostumdur ama... Yorumları