Dünya Bankası ile TEPAV'ın düzelediği Küresel Ekonomik Beklentiler 2011 toplantısında, Dünya Bankası Türkiye Başekonomisti Thomas Türkiye'nin diğer ülkelere göre bu krizden bir namla, ünü artırarak çıktığını söyledi.
Dünya Bankası Türkiye Başekonomisti Mark Thomas, ''Türkiye, diğer gelişmekte olan ülkelere göre bu krizden bir namla, ünü artırarak çıktı'' dedi.
Dünya Bankası ile Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) tarafından, Vakfın toplantı salonunda, ''Küresel Ekonomik Beklentiler 2011-Güçlü Akıntılarda Yol Almak Sunum Toplantısı'' düzenlendi.
Dünya Bankası Türkiye Başekonomisti Thomas konuşmasında, küresel krizin etkilerinin azaldığını, dünya ülkeleri ve Türkiye'de bir iyileşme sürecinin başladığını söyledi.
Küresel krizin etkisiyle mali açıdan bir takım iniş-çıkışların görülebileceğini ifade eden Thomas, bunun için Türkiye ve gelişmekte olan ülkelerin gerekli önlemleri alacak konumda olması gerektiğini vurguladı.
Türkiye'nin krize girerken diğer gelişmekte olan ülkeler gibi etkinlendiğini anlatan Thomas, ancak bazı unsurlarla bu süreçte diğer ülkelerden ayrıştığını söyledi. O
Olumlu noktadan bakıldığında, Türkiye ekonomisinde 2006-2007 yıllarında uygulamaya başlanan ciddi reformların önemli katkısı olduğunu hatırlatan Thomas, bu reformlar sayesinde yatırımcıların Türkiye'yi yeni ve olgun reformlar yapan bir ülke olarak gördüğünü kaydederek, şöyle devam etti:
''Reformlar, enflasyon hedefleri, mali yönetim açısından yatırımcılar tarafından Türkiye güvenilir olarak algılanıyor. Türkiye, diğer gelişmekte olan ülkelere göre bu krizden bir namla, ünü artırarak çıktı. Bu süreçte Türk özel sektörü kendini kanıtladı, güçlü bir bilanço pozisyonuna sahip olduğunu kanıtladı. Türk ekonomisinin cazibesini ortaya koydu, yüksek seviyelerdeki sermaye akışlarını görüyoruz.
Olumsuz açıdan ise Türkiye'deki krizden önce durumuna göre, bir mali alan kaybetti, uyum ile ilgili alanı kaybetti. Cari hesap akışlarıyla ilgili konularda Türkiye, bu akışları nasıl idare edeceği konusunda bir takım sıkıntı yaşıyor. Geldikleri gibi hızlı gitmemeleri için hesaplamalar yapıyor.''
CARİ AÇIK SORUNU
İstikrarlı bir büyümeyi sağlamak için ani bir yükselişten ziyade, sürdürülebilir bir yapıyı sağlamak gerektiğini vurgulayan Thomas, cari açığı azaltmanın da ancak zaman içinde daha fazla tasarruf yaparak gerçekleşeceğini ifade etti.
Bunu yapabilmenin ekonomilerde sanıldığı gibi kolay olmadığına işaret eden Thomas, bununla ilgili çok fazla politika seçimi olmadığını, bazı gizli hususlar bulunduğunu belirtti.
Bu kapsamda, tasarrufun kamu sektörü tarafından yapılabileceğine dikkati çeken Thomas, Türkiye'nin mali alanını biraz kaybettiğini, kamunun hesaplarının başarılı bir şekilde idare edilmesi gerektiğini kaydetti.
İşgücüne katılımın da önemine değinen Thomas, işgücüne daha çok gençleri ve kadınlarını katmanın, eğitim sisteminin kalitesinin artırılmasının çok önemli olduğunu vurguladı.
TEPAV'DAN FATİH ÖZATAY
TEPAV Ekonomi Politikaları Araştırma Enstitüsü Direktörü Fatih Özatay da, küresel krizden çıkışın homojen olmadığını, bazı ülkelerin daha az hasarla bu süreci atlatırken, bazı ülkelerin halen önemli sorunlar yaşadığını ifade etti.
Dünya genelinde bu süreçte kısa vadeli risklerin söz konusu olduğunu ifade eden Özatay, bu kapsamda, kamu borcunun yüksek olduğu AB ülkelerindeki olası gelişmeler üzerinde durulduğunu, düşük faiz oranlarının yaratabileceği oynak kısa vadeli sermaye hareketlerinin Türkiye gibi ülkelerde oluşturulabileceği etkiler, kısa vadeli risklere dikkat çekildiğini anlattı.
Uzun vadeli riskler olarak da temelde küresel krizi yaratan nedenlerin ardından, bu nedenleri ortadan kaldırmak üzere gerekli adımların atılmasındaki gecikmeye işaret edildiğini belirten Özatay, ülkelerin yaşadıkları daralmadan ve işsizlik sorunundan nasıl kurtulacağına yoğunlaştığını ifade etti.
Türkiye'nin krizden hızlı çıkan ülkelerden biri olmadığını, ancak üretim düzeyi açısından kriz öncesi düzeye geldiğini anlatan Özatay, işsizlik oranında önemli bir düşüş yaşandığını, enflasyon açısından sorun bulunmadığını, bütçe performansının da iyi olduğunu söyledi. Türkiye'nin ihracatının önemli bir bölümünü AB ülkelerine yaptığı düşünüldüğünde AB'nin toparlanmasının ülkeyi çok ilgilendirdiğini belirten Özatay, bunun ihracat açısından risk getirdiğine işaret etti.
Faiz oranlarının da etkisiyle son dönemdeki sermaye girişlerinin artmasının da bir risk olarak ortaya çıktığına değinen Özatay, ''sermaye girişlerinin artmasının arkasında sağlam temeller olsaydı belki bu kadar ürkmeyecektik.
Yatırımcıların eninde sonunda geri çekilme riski var. Bu önemli ve dikkate alınması gerekiyor'' dedi. Türkiye'nin potansiyel büyüme hızının üzerine çıkamadığına da işaret eden Özatay, statükoyu değiştirmek için de gerekli atılımların yapılmadığını, bunun da orta vadeli risk olarak ortaya çıktığını kaydetti.
Özatay, ''Türkiye'nin yıldız gibi parladığı algılaması var, halbuki bu doğru değil. Krizden çıktık anlamında parlıyorsak, parlıyoruzdur ama Türkiye'nin yıldız gibi parlaması için gelişmiş ülkelerle arasındaki refah düzeyini kapatıyor olması, işsizlik oranını düşürüyor olması lazım. Bunlar da sadece para politikası mali politikasıyla olacak şeyler değil'' diye konuştu.
Dünya Bankası Türkiye Baş Operasyonlar Sorumlusu Florian Fichtl ise küresel ekonomik krizin yarattığı sonuçlardan biri olarak davranışların ekonomik kalkınmadaki rolüne yeterince önem verilmediğini belirterek, hanehalkı, işletmeler, hükümetler düzeyinde davranışların çok önemli olduğunu küresel bir resimden bahsederken, tüm bunların ve kalkınmayla ilgili değerlendirmelere önem verilmesi gerektiğini kaydetti.
Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan, Merkez Bankasının biraz daha sert olması, kamu maliyesi otoritesiyle beraber biraz daha disiplinli durması ve deyim yerindeyse ''sopanın ağırlığını biraz daha artırması'' gerektiğini düşündüğünü söyledi.
TEPAV tarafından düzenlenen toplantıda, Dünya Bankasının her yıl açıkladığı ''Küresel Ekonomik Beklentiler Raporu''nun 2011 yılına ilişkin öngörüleri ve Türkiye'ye ilişkin değerlendirmeler ele alındı.
Prof. Dr. Yeldan konuşmasında, 2010 yılında Türkiye ekonomisinde gözlenen toparlanmanın ardında ''çok hızlı özel sektör tüketim ve özel sektör harcama talebi artışı'' ve ''stok birikimi''nin bulunduğunu ifade etti.
''Çok hızlı bir iç talep kaynaklı büyümeyle karşı karşıyayız'' diyen Yeldan, önemli bir istikrar tehlikesi olarak bu sürecin nasıl finanse edildiğinin önemine dikkat çekti ve ''Cari işlemler açığı nasıl kapatılacak ki özel tüketimden ihracata dış talebe daha sürdürülebilir bir büyüme olgusuna geçebilelim'' diye konuştu.
Dış açığın milli gelire oranla hızla derinleştiğini, cari işlemler açığının asıl nedeninin kamu açıkları değil, özel sektör açıkları olduğunu belirten Yeldan, şöyle konuştu:
''Özel tasarruf performansının milli gelire oranla neredeyse yarı yarıya azaldığı bir 2000'li yıllar Türkiyesi'nden geçtik. Bu durum sadece bize özel değil.
Birçok OECD ülkesi için de geçerli. Özel tasarruf oranı hemen hemen tüm OECD ülkelerinde ciddi düşüşte. Yani kriz öncesinde dünyada özel tasarrufların azalması özel tasarruf yatırım açığından kaynaklanan bir cari işlemler açığıyla karşı karşıyaydık. Şimdi 2011 ve sonrası toparlanma süreci bakımından Türkiye'de tekrardan böyle bir yapıya geri dönmeyi görüyoruz.
Bu noktada Dünya Bankası Raporu'nun önemli bir eksikliği var; 2010 yılı sonrası dünyayı algamada ve birçok analizde bu olgunun gözden kaçırıldığını görüyorum. Raporda (kamu maliyesi çok fazla yara almadı veya kamu maliyesi yaralarını sardı) iması var. Halbuki sorunlar kamu maliyesindeki açıklardan değil özel sektördeki tasarruf yatırım açıklarıyla ve özel sektörün daha az tasarruf yapan ve dolayısıyla daha çok dış borçlanan bir yapıya bürünmesinden kaynaklanıyordu.''
ÜÇÜNCÜ TİP NESİL KRİZ
Türkiye'nin ''bir büyük durgunluk olarak'' nitelendirilebilecek reel ekonomi krizi yaşadığını ifade eden Yeldan, reel krizin daha uzun vadeye yayılmış bir durgunluk olarak tezahür edebileceğini, yaşanan bu olgunun ''üçüncü tip nesil kriz veya yeni bir nesil kriz'' olduğunu söyledi.
Türkiye'nin çok önemli bir yapısal sorun olarak ''özel sektörün risk iştahı ve özel sektörün borçlanma iştahının nasıl idare edileceği'' sorunuyla karşı karşıya bulunduğunu belirten Yeldan, tüm dünyada bunun tartışılacağını, piyasa ekonomisi içinde piyasa aletlerini kullanarak özel sektörün düşük tasarruf, yüksek tüketim ve yatırım talebinin nasıl yönlendirileceği ve bunların yarattığı cari işlemler açığının spekülatif unsurlardan arınmış olarak nasıl finanse edileceğinin 2010'lu yılların makro iktisat politikalarının en önemli sorunu haline geleceğini bildirdi.
Yeldan, Türk özel sektörünün dış borç stokunu kriz öncesine göre yaklaşık 2,5 kat artırdığını belirterek, ''Özel sektör kararlarından kaynaklanan cari işlemler açığının finasmanının kalitesinde düşme olduğu dış borç rakamlarından gözüküyor'' diye konuştu.
Bu makro istikrarsızlık tehdidi nereden kaynaklanıyor? diye soran Yeldan, Türkiye'ye yoğun bir sıcak sermaye girişi ve kısa vadeli dış borç girişi olduğunu, bu durumun döviz kurunu reel olarak ucuzlattığını, reel kurdaki ucuzlamanın da özel sektörün tüketim yatırım ve harcama talebini kamçıladığını söyledi. Yeldan, Türkiye'de hala göreceli olarak yüksek olan faizlerin yurt dışından spekülatif unsurları ağırlıklı olan kısa vadeli sermayeyi çektiğini kaydetti.
KUR REJİMİ
Türkiye'nin ''çeşitli biçimlerde de olsa serbest yüzen, biraz müdahaleli yüzen, özü itibariyle piyasaya terkedilmiş ama çeşitli dönemlerde yönlendirilmiş, 2006 sonrasında da tamamen piyasaya terk edilmiş'' bir kur rejimi altında çalıştığını dile getiren Yeldan, şunları kaydetti:
''2011 Türkiye'si 1980'ler Türkiye'sine göre neredeyse yüzde 50 daha ucuz dolar ile çalışan bir ekonomi. Bunun çeşitli nedenleri var. Bu kurdaki ucuzluk eğer sıcak para akımlarından ve Türkiye'deki göreceli yüksek faizlerin yarattığı sermaye girişlerinin doğurduğu baskıdan kaynaklanıyorsa; Merkez Bankasının izleyeceği bir dizi politika var.
Ama ikinci bir açıklama da şu olabilir; Türkiye'de şu anda uluslararası konjonktüre göre ne kadar yüksek olursa olsun 1990'lar Türkiye'sine göre daha düşük bir faiz ortamı var. Bu, yurt içi kredi talebini ve özel sektördeki iç talep ve risk iştahını kamçılıyor.
Bu ikinci açıklama geçerli ise Merkez Bankasının faizleri yükseltmesi gerekiyor ki kredi iştahı kesilsin. Ama birinci açıklama doğruysa yurt dışından sermaye hareketlerinin TL'de baskı yaratması söz konusuysa o zaman faizi düşürmesi gerekiyor ki sermaye hareketleri yavaşlasın, kur üzerindeki baskı düşürülsün.
Gerçek yaşamda yapılması gereken bu ikisinin arasında bir yerde. O bakımdan Merkez Bankası şu sırada kanımca çok doğru bir adım atıyor ve ikinci bir aleti devreye sokuyor; bir taraftan faizi düşürürken bir taraftan da munzam karşılık oranlarını yükselterek sermaye girişlerini yavaşlatma bir taraftan da kredi iştahını kesme yolunda gidiyor.''
''Özel sektörün davranışlarının başka ne tür bir piyasa aletleriyle yönlendirilebileceği'' sorusunun Merkez Bankasına çok sık gelen bir eleştiri olduğunu ifade eden Yeldan, bir tarafta ''akıntıya fazla karşı durmayın, bırakın'' önerisi olduğunu, kendisinin ise Merkez Bankasının biraz daha sert olması gerektiğini düşündüğünü söyledi.
Yeldan, ''Merkez Bankası'nın kamu maliyesi otoritesiyle beraber biraz daha disiplinli durması, deyim yerindeyse sopanın ağırlığını biraz daha artırması, gerekirse 100 kamçıyı 200 kamçıya çıkarması, gerekirse sermaye üzerine başka aletler getirmesinin 2011'li, 2012'li yıllarda atılacak adımların, finansal istikrarın sağlanması konusunda önemli olacağını düşünüyorum'' dedi.
DÜNYA BANKASI KALKINMA EKONOMİSİ GRUBU MÜDÜRÜ
Dünya Bankası Kalkınma Ekonomisi Grubu Müdürü Andrew Burns de küresel kriz süreci ve bu sürece ülkelerin verdikleri yanıtları değerlendirdi ve gelecek dönem için duydukları endişeleri dile getirdi.
Burns, dolar cinsinden ifade edilen emtia fiyatları, gıda ve enerji fiyatlarındaki artışların kendilerini endişelendirdiğini, bunların yanında mali sürdürülebilirliğin hem yüksek gelirli ülkeler hem gelişmekte olan ülkeler hem de Orta Asya ülkelerinde kaygı verici olduğunu, Türkiye'nin de bu resmin tam ortasında bulunduğunu söyledi.
Gelecek dönem Türkiye için mali konsolidasyonun devam ettirilmesinin son derece önemli olduğuna işaret eden Burns, ''Özetle; küresel kriz gerek faaliyet alanları gerek büyüme bakımından gelişmekte olan ülkeler için önemli bir stres testiydi. Hala belirsizlik içeren bir dönemdeyiz.
Özellikle mali akışlar, finansman akışları anlamında... Emtia fiyatları yükseliyor, yüksek gelir grubundaki ülkelerde faizler hala düşük'' dedi.