TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya gündeme ilişkin çarpıcı açıklamalar yaptı. İyimaya, tahliyelerle ilgili yargıya gönderme yaptı, Gül'ün görev süresini ve darbe döneminin kapanıp kapanmadığını yorumladı.
Seda Şimşek'in röportajı
Türkiye, Ceza Muhakemeleri Kanunu"nun (CMK) 102. maddesinin yürürlüğe girmesiyle birlikte yaşanan tahliye bilmecesinin peşinden koşuyor günlerdir. "
Hüküm verilmişse, kişi suçsuz sayılmaz" yorumuyla hukuka çıkış yolunu gösteren TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya, şimdi de Türkiye"nin darbe dönemleriyle hesaplaşması için bir kanuni düzenleme yapılacağının işaretini verdi.
TBMM Adalet Komisyonu"nda Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk"ün verdiği kanun teklifine dikkati çeken İyimaya, devletin darbe mağdurlarına maddi ve manevi tazminat ödemesini gündeme getiriyor. İyimaya ile bu öneriyi ve son günlerde yaşanan hukuk tartışmalarını konuştuk.
YARGITAY İÇTİHAT MAHKEMESi OLSAYDI ÇÖZÜM ÜRETİRDİ
CMK tahliyelerinin hukukun yanlış yorumlanmasından kaynaklandığını söyleyen AK Partili İyimaya "Yargı, tutukluluk süreleri ile suçsuzluk karinesi arasındaki bağı kurmadı" değerlendirmesi yaptı. İyimaya, '"Yargıtay'ın içtihat mahkemesi işlevi güçlenseydi hukuk mantığı çözüm üretilebilirdi" dedi...
CMK 102. maddenin yürürlüğe girmesinin ardından tahliyeler yaşandı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir defa temel bir sorunu ortaya koyalım. Hiç kimse hükmen sabit olmadıkça suçlu sayılamaz. Bir kimsenin bir suçla, suç isnadı ile karşı karşıya kalması durumunda sistemin temel görevi bu isnadı süratle sonuçlandırmaktır. Yargılama makûl bir sürede bitmek zorundadır. Devletin adalet işlevinin asıl amacı da budur.
Hukuk yanlış yorumlandı
Bir hukuki çözütnsüzlükyaşandı, tahliyelerin önüne geçmek için hukuk içinde bir çözüm geliştirilemedi mi?
Bu tutukluluk süreleri ile suçsuzluk karinesi arasındaki bağı kurmadı yargı. Gerçekten hiç kimse hükümle sabit olmadıkça suçlu sayılamazdı, ancak hükümle kişilerin suçlu sayılabileceği anlamı çıkıyor. Bilimde, doktora tezlerinde, makalelerde bu ayırt edilmiş. Hakkında hüküm verilen bir sanık artık suçsuz değil, suçludur, 5-10 yıllık süreler haklarında hüküm kurulan kişiler için uygulanamaz. Hüküm verildikten sonraki suçluların tahliyesi hukukun yanlış yorumlanmasından kaynaklanan bir tahliyeydi.
Yanlış yorum neden fark edilemedi?
Aslında Yargıtay, bir olay mahkemesi, şahitlerin ifadelerini delillendiren bir mahkeme değil, hukuki değerlendiren bir mahkemedir, içtihat mahkemesidir. Yargıtay'ın içtihat mahkemesi işlevi daha fazla güçlenseydi sanıyorum benim söylediğim yorum çok rahat bir hukuk mantığı ile öngörülebilir ve çözüm üretilebilirdi.
Daire sayılan artırılmalı
Adaletin geç tecellisi de başka bir tedirgin lik konusu. Bu konuda neler yapılabilir?
Yakın çözümler ve uzun vadeli çözümler diye bir ayırıma gidebilirim. Yakın çözüm Yargıtay'da daire sayısının artırılması, üye sayısının artırılması, çünkü mevcut iş yükü alt yargıdan hiç dosya gelmese bile, ancak 5 yıl içinde eritilebilecek bir yüktür. 5 yıllık bir gecikme de adalet fonksiyonun kaldıramayacağı ağır bir yüktür. Bu çözümü, bu çareyi hiçbir mazeret erteleyemez.
Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda yaşananlar ışığında yeni bir düzenleme yapilabilir mi?
Bana göre Ceza Muhakemesinde tutukluluk sürelerinin hükümden sonraki evre için gözetilmeyeceği yönünde bir normun konulması, yorumla sağlanan güvenliği yasa kuralıyla sağlayacağı için isabetli olur. Ayrıca tutuklama sürelerinin azaltılması, yargılama hızının, davanın süratle bitmesi modelinin bütün unsurları ile gerçekleştirilmesi gerekir.
Hakimlerin kimyası bozuluyor
Yargı ile siyasi iktidar arasındaki çekişmenin kaynağınedir?
Bizim yargı tarihimize bakınız, 2 türlü davalar vardır. Bir düz davalar, siyasal karakteri olmayan davalardır, bu davalarda hakimler hukuk kurallarını değerlendirirler ve karar verirler. İkinci tür davaları ise ben Anglosakson hukukuna bağlı kalarak, "Zor zamanların zor davaları" diye adlandırıyorum. Bu davalarda ideolojiler, devletler, felsefeler devreye giriyor ve işte orada hakimin kimyası bozuluyor, yargının kimyası bozuluyor. Tarihimize baktığınız zaman yargı, zor zamanların zor davalarında hukuku referans almıyor.
Özgürlükler dünyası bozuluyor
"Yargı, zor zamanların zor davalarında hukuku referans almıyor" dediniz. Peki neyi referans alıyor?
Devletin korunmasını istediği değerleri referans alıyor. Yargı bu zor zamanların zor davalarında hukuku referans almadığı zaman, iktidar olur muhalefet olur fark etmez siyaset kurumu üzerinde bozucu etki doğruluyor, demokrasi bozuluyor, özgürlükler dünyası bozuluyor. Yargıyı devlet kendi ideolojisini koruyan bir organ olarak modellendirmiş ve ister istemez Türkiye'de askeri ve yargısal vesayet gibi 2 tane sosyolojik değer ortaya çıkmış. Yargıyla, siyaset dünyasında yaşanan yapay gerilimleri günümüzün olayları olarak görmeyin. Cumhuriyet tarihinde bütün partiler, liderler bu gerilimlerden nasibini almıştır.
Vesayetin bozucu etkisi yerini demokrasinin etkilerine bırakıyor
Türkiye'deki vesayet nasıl ortadan kalkar?
Bu dönemde gerçekleştirilen anayasa reformunun 3-4 konusu vesayet rejimini, vesayetin o sistemleri bozucu etkisini ortadan kaldıran, silahlı kuvvetleri savunma kamu hizmetine aktaran, yargıyı zor zamanların zor davasında, hukuku referans alan bir yapıya getiren büyük bir reform gerçekleştirilmiştir. Bu dönüşümü çok önemli görüyorum. Yargısal vesayetin de, askeri vesayetin de artık o kurumlan bozucu etkisi, demokrasiyi bozucu etkisi yavaş yavaş ortadan kalkacak. Devletin demokrasiden beslenmeyen, kimi bürokratik hizmetleri egemenlik aracı olarak kullanan yapıların, vesayetin etkileri artık yerini hukukun etkilerine, demokrasinin, özgürlüğün etkilerine bırakıyor. Bu farklı bir yapı ve vesayet kurumlarını da dönüştürecek bir yapı.
Bu vesayeti dönüştürürken AK Parti başka bir ideolojik kadrolaşma mı gerçekleştiriyor?
Demokrasi süpürgesi
AK Parti önyargıları yıkıyor, kimileri gerçekleşeceğini umduğu sonuçların AK Parti iktidarında olmadığını görerek, kanaatini değiştirmek zorunluluğu ile karşı karşıya kalıyor. Bir defa 8 yıldır iktidarda olan bir partinin gizli gündeminin olmadığı ortaya çıktı. AK Parti olarak biz milletle devlet arasında meydana gelen yabancılaşmayı kaldırıyoruz. Milletin iradesini devletin katına taşıyoruz. Devletin kimi derinliklerinde var olan 19. asırda etkinliklerini kaybeden, mantıkla, rasyonellikle bağdaşmayan ideolojik tortuları, demokrasinin süpürgesi ile süpürüyoruz. Gerçekten millet-devlet buluşmasını temin ediyoruz.
Yeni bir ideolojik kadrolaşma kaygıları yersiz mi?
Ben AK Parti iktidarının temel referansının hukuk ve demokrasi olduğu yönündeki gerçeğe karşı önyargı körlüklerini yorumlamakta zorlanıyorum. Her siyasal parti geldiği zaman kadrolarını hukuk devletinin kriterleri içerisinde, siyasal faaliyette bulunma özgürlüğü anlayışı içinde seçme hakkına sahiptir. Siz, herhangi bir devlet biriminde demokrasiyle, hukukla bağdaşmayan farklı reflekslerle ve farklı referanslarla hareket ederseniz açık toplum bunu mercekle tespit eder, sürdürülebilirliği yoktur. Vesayet gibi güçlü yapıların Uludağ'daki karları eritircesine eridiği bir demokratik saydamlıkta, kendi kadrosunu oluşturma söylemi belki bir şiirsellik taşıyabilir, ancak gerçeklik dünyasında karşılığı yoktur.
Kamusal-özel alan ayrımı 19. asır hurafesi
Kamusal alan tartışmaları da yeni anayasa ile mi aşılacak?
"Anayasa nasıl olacak", "Şu sorun nasıl olacak" sorusu tercih ettiğimiz yönteme göre sorulamayacak sorulardır. Bu anayasa yapımı sürecinde sorunu toplumumuz tartışacak, meselenin demokratik teşhisini de, demokratik tarifini de demokratik çözümünü de millet sağlayacaktır. Bilimsel bakışımda, kamusal alan, özel alan ayırımı geçerliliğini yitirmiş, 19. asır hurafesidir. Kamu bir hizmet örgütüdür ve milletin bir aracıdır.
"Anayasamız bu soruna nasıl cevap verecek" sorusu benim değil, milletin cevabı ile karşılık bulabilir. İyimaya konuştu artık yeter, öbürü konuştu artık yeter, millet "Erzurum, Mardin, İzmir, Antalya konuşsun" diyor, ortak akıl bulunsun. Kul arayan devlet dönemi bitmiştir. İlla klasik felsefeye göre devlet- millet tarifini yapacaksak, devlet millete köle olmak zorundadır, bütün renkleri ile bütün çeşitlilikleriyle kendisini seyreden millet devletini bulmuş sayılır.
Köşk için görev süresi 7 yıldır
Cumhurbaşkanı görev süresiyle ilgili tartışmalarında sizin görüşünüz nedir?
Kamu hukukunda tamamlanmış olan işlemlerin tamamlandığı dönemdeki kurallara tabi olduğu ve o kurallar neyi gerektiriyorsa çözümün de o doğrultuda bulunması gerektiği ilkesidir. Cumhurbaşkanımız 7 yıllık süre kuralının yürürlükte olduğu tarihteki anayasaya göre seçilmiş bulunduğuna görev süresi 7 yıldır. Ayrıca, 5 yıllık süre dolmadan yasama organının kurucu iktidar yetkisini kullanarak geçici bir anayasa maddesi ile bu konuda bağlayıcı çözüm oluşturması mümkündür.
Anayasa Mahkemesi'nin yeniden yapılandırılması ve süper temyiz mahkemesi haline getirilmesine ilişkin düzenlemeye Yargıtay ve Danıştay'ın itirazı var.
Ben kişisel başvuru denetiminde varılacak çözüm arayışlarının, 3 yüksek mahkemenin eskiden beri sürdürdükleri "üstün benim" anlayışına feda edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Yasama organı bu konuda objektif, bilimsel ve maksimum verimli sonucu ortaya koyacaktır.
Darbe mağdurlarına tazminat ödenmeli
"İnsan dediğimiz varlığa çektirilen acıların özür yoluyla manevi bedellerinin, tazminat yoluyla maddi kayıplarının giderilmesigerekir"
Türkiye'de askeri vesayetin ve yargı vesayetinin tamamen ortadan kalktığını söyleyebilmek mümkün mü?
Türkiye'nin vesayet rejiminden tamamen kurtulması ve vesayet kurumlarının vesayetten kurtarılması için bu yapılanlar yetmez. Evvela zihinsel dönüşüm için sanıyorum bir olmasa bile yarım nesillik bir dönüşüm zamanı zorunlu. Ancak, daha erken dönüşüm için darbe ve muhtıra rejimlerinin insan hakları üzerindeki tahribatının giderilmesine yönelik telafi edici bir hukuk yapılanmasına ihtiyaç var. İspanya, Arjantin ve aynı öyküyü yaşayan diğer devletler bu dönüşümü gerçekleştirdiler.
Devlet özür dileyecek
Türkiye de bu yapılabilirmi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, darbeleri ve darbecileri kınayacak ve bu rejimlerde zarar görenlere karşı özür dileyecek, zararları giderecek bir kanuni düzenlemeye gitmek zorundadır. Meclis, bir gün sorunu bütün boyutlarıyla değerlendirerek, kapsamlı bir mevzuatı yürürlüğe koymak zorundadır.
Nasıl bir düzenleme yapılabilir?
Bu konuda Arjantin, darbelerde zarar gö renlere (ölüm, organ kaybı, ticari kayıp, işletme kaybı gibi) 1 milyar dolara yakın tazminat ödemiştir. İspanya, kötü siyasal anılardan kurtulma yasasını çıkarmıştır. Türkiye de benzeri ve kapsamlı düzenlemelere gidebilir.
Çünkü, darbe yapan bürokratik mekanizma, bizim devletimizin mekanizmasıdır. Bürokratik mekanizmaları doğal süreçlerinde ve misyonlarında sabitlemek yetmez. Bu konudaki insan dediğimiz varlığa çektirilen acıların, hatıraların özür yoluyla manevi bedellerinin, tazminat yoluyla maddi kayıplarının giderilmesi gerekir. Ebedmüddet olan devlete bu yaraşır.
Sizce Türkiye'de darbe dönemleri kapandı mı?
Ben darbe biçiminde toplum mühendislikleri döneminin kapandığını kabul etmekle birlikte, aynı geleneğin ince ayar mühendisliklerle sürdürülmesi iradesinin var olduğunu düşünüyorum. Bu noktada siyasal uzlaşıyla, ciddi yapısal reformlara gitme gerektiği açıktır.
Anayasayı millet yapacak
Yeni anayasa Türkiye'nin gündemine gelecek.
AK Parti iktidarı önümüzdeki dönemde toplumsal talebi gözardı eden bir anayasa yapımını hiçbir şekilde tercih etmeyecektir. Denebilir ki bu anayasa, toplumun yapacağı bir anayasadır. Türkiye'de ilk kez tabanı, gövdesi ve beyni millet tarafından yapılacak, millet tarafından oluşturulacak bir anayasa yapımını birlikte göreceğiz. Ali'nin veya filanca bilim adamının seçkinci tercihi değil, temel hak ve hürriyetler vadisinde toplumun ortak aklı ve ortak iradesi anayasayı belirleyici olacaktır.
BUGÜN