BDP'nin ortaya attığı iki dili iki bayrak tartışması sonrası Başbakaan Erdoğan'ın tek dil vurgusunu eleştiren BDP lideri Demirtaş'ın 'Allah'a şirk koşuyor sözlerini Habertürk yazarı değerlendirdi.
Habertürk yazası Nihal Bengisu Karaca, BDP'nin ortaya attığı iki dili iki bayrak tartışması sonrası Meclis'te grup toplantılarında yapılan konuşmaları değerlendirdi. BDP lideri Demirtaş'ın 'Tek millet, tek devlet, tek bayrak demek "Allah"a şirk koşmaktır' sözlerinin anlamını inceledi.
Karaca'nın köşe yazası şöyleydi:
Büyük Kürt fakihi Selahattin Demirtaş buyurdu: Tek millet, tek devlet, tek bayrak demek "Allah"a şirk koşmaktır". Allah insanları ırklar, halklar halinde renk renk, çeşit çeşit yaratmış ve her birinin ayrı dili varmış, Başbakan kim oluyormuş da bu farklılıklardan bir "tek"lik çıkarmaya kalkıyormuş. Marksist-Leninist tandanslı partinin eşbaşkanı bu fetvayı verirken "şirk koşmak" dediği şeyin Allah"ın affetmediği iki günahtan biri olduğunu, dolayısıyla yaptığı ajitasyonun ne anlama geldiğini biliyor olsa gerek.
Kürt meselesinin içine mebzul miktarda zalim ve mazlum karışmış olduğuna hiç şüphe yok. Ve inanan için yine hiç şüphe yok ki zalimin de mazlumun da ahiretteki yeri, tam da önceden vaat edildiği şekilde olacak. Ancak Selahattin Demirtaş"ın bu işlerin mutat yeri olması gereken seküler dili bırakıp Başbakan Erdoğan"ı "şirk" ile "Allah"a ortak koşmak ile" itham etmesinde absürd olan başka şeyler de var.
Siyasi konular üzerinden fetva atışı serbest ise biz de belirtelim: Allah"ın evrendeki her şeyi ve bu arada insanları renk renk, çeşit çeşit yarattığı gerçeğine meydan okumak, onları tek bir çizgide hizalanmaya zorlamak ne kadar kusurlu bir tavır ise, herhangi bir şeyi, nesneyi, değeri ve hatta erdemi "Allah"a kul olma"nın önüne geçirmek de dinen o derece kusurlu bir tavırdır. Buradan bakıldığında İmralı-PKK-BDP çizgisinin "Yaratıcı" ile "yaratılan" arasındaki ilişkinin inancın esaslarına göre tanzim edilmesinden yana olduğunu iddia edebilir miyiz Allah aşkına? Bilakis, kulluk bilincine rakip, başka bir bilincin yüceltilmesi değil midir bu çizginin genel tutumu?
Demirtaş, nasıl bir akıl tutulmasıyla başkasını "şirk" ile itham edebilmektedir meçhul. Zira eğer "şirk" üzerine konuşacak isek, asıl İmralı-BDP çizgisinin, "Kürtçü" siyasetin uğruna ölmeyi ve öldürmeyi göze aldığı "dil" meselesini putlaştırdığı ve bu şekilde "şirk"in en hasını yaptığı açık değil midir?
Geçmişinde İslamcılık var diye, bir partiyi Müslümanlığından utandırma gayretiyle dinin içinden Ali Cengiz üslupları devşirmeye kalkarsanız, muhatabınız da kalkıp size şunu söyleyebilir: Cahiliye Araplarından ne farkın var? Onlar kendilerini Lat, Menat ve Uzza"ya adıyorlardı. Sen de "Kürtçe"ye" adıyorsun. Onlar dünyevi iktidarlarını Lat, Menat ve Uzza etrafında örgütlemişlerdi ve birbirlerini bu putlar üzerinden eziyorlardı; sen de "dil" üzerinden kendi tahakküm alanını genişletmeye çalışıyorsun.
Doğrusu, Allah nazarında "kimlik" davasının bir önemi var mıdır, Allah"a iyi bir kul olmakla ilgisi olmayan ve tümüyle biz insanların tasavvurları ile sınırlı meseleler itikadi anlamda bir değer ifade etmekte midir, meselelerine hiç ama hiç girmemek olurdu.
ÇÖZÜM İÇİN BAKINIZ: "İŞEYEN ÇOCUK"
Doğrusu, BDP"nin "hep" diye tutturması karşısında giderek "hiç"e doğru meyletmeye başlayan AK Parti"nin ve dil talebi karşısında kırmızı görmüş boğa kesilen Türklerin mevzuyu "siyasi hesaplaşma" alanından çıkarıp insanlara somut fayda üreten formüller üzerinde düşünme sorumluluğunu alabilmeleri olurdu.
Doğrusu, ilkokula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen bir çocuğun Kürtçe konuşması yasaklandığı için öğretmenine "Tuvalete gidebilir miyim?" diyememesi ve en sonunda altına kaçırarak arkadaşlarına karşı mahcup olması üzerine herkesin biraz olsun düşünmesi olurdu. O çocuğun bu aşağılanmanın filtresinden geçmeden, okula alışmasını ve okulu sevmesini sağlamanın formülünü bulmak bu kadar zor muydu?
Artık bir hayli zor görünüyor. Çünkü BDP"nin "dil" konusunu kendi hegemonik alanını genişletmeyi içeren bir planın arayüzü olarak kullandığı anlaşılıyor. Öneriler, öneriden çok dayatma şeklini alıyor ve bile isteye kullanılan kışkırtıcı üslup, tolere edilebilir talepleri bile antipatik kılıyor.
Korkarım, Türkçe bilmediği için "Tuvalete gidebilir miyim?" diyemeyen ve altına işemek zorunda kalan çocuk kimsenin umurunda değil. Ne yazık, kimse oraya bakmıyor. Ne yazık. Çünkü onun mahzunluğu, herkese anlatılabilecek, herkesin içine sinebilecek bir çözümün anahtarı olabilirdi.
YAZININ ORJİNALİ İÇİN TIKLAYINIZ
habertürk