Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, İslam'da ne dini kurumların ne de din adamlarının dinin mutlak otoritesi olamayacağını belirterek dinin asli kaynaklarının belli olduğunu vurguladı.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, daha çok maddi refah, daha ölümcül silahlar, daha çok gürültü, aşırı bilgi kirliliği, başta aile olmak üzere, çocuk, kadın, gençlik ve toplumun diğer kesimlerini tahrip eden zehirli aygıtlar, ahlaki değerleri çürüten etkili ağlar ve acımasız menfaat savaşlarının insanları birbirine düşman ettiğini, güçsüzleştirdiğini ve yalnızlaştırdığını belirterek, ''Manevi değerlerin olabildiğince örselenip çöktüğü, dinin diriltici nefesinin hayata değmediği ve merhamet yüklü sesinin yankılanmadığı bir dünyada, ne birey ne aile ne de toplum ayakta kalabilir'' dedi.
Görmez, Diyanet Dergisi'nin Aralık sayısında yayımlanan Başyazı'da, 11 Kasım 2010 tarihi itibariyle çok ağır, ama onurlu, çok büyük ve şerefli bir emanet olan Diyanet İşleri Başkanlığı görevinin kendisine verildiğini hatırlattı.
Başkanlığın, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle yükümlü olduğunu ifade eden Görmez, Başkanlığın tüm çalışanlarıyla bu görevleri toplumun her kesimini kuşatacak şekilde sürdürme azim ve kararlılığında olduğunu vurguladı.
Cumhuriyet ile yaşıt olan Diyanet İşleri Başkanlığının yerleşik geleneği, kurumsal devamlılığı, gündelik politikaların dışında duran siyaset üstü duruşu ve herkesi kuşatan hizmet anlayışıyla milletin teveccüh ve takdirini kazandığını belirten Görmez, bu yöndeki ilkesel kararlılığı devam ettireceklerini anlattı.
Dinin, insanların özgür iradeleriyle tercih ettikleri, kendilerine dünyada esenlik içinde yaşamayı, ahirette de ebedi kurtuluşa ermeyi temin eden ilahi bir çağrı olduğuna işaret eden Görmez, temel görevlerinin İslam'ın aydınlık çağrısıyla 21. yüzyıl insanını buluşturmak olduğunu belirtti. Topluma manevi yönden rehberlik etmenin bütün mahlukata karşı sorumluluk duymayı gerektirdiğini ifade eden Görmez, bu nedenle din hizmeti görevini sadece mihrap, minber ve kürsüyle sınırlandırmanın bir yanılsama olduğunu kaydetti. Görmez, yazısına şöyle devam etti:
''Din, kişinin varlığını anlamlandıran ve ona hayata ve ölüme dair nihai anlam haritası sunan en doğru ve en yetkin kılavuzdur. Din, doğumundan ölümüne kadar insan hayatının her evresinde zorunlu olarak vardır. Kuşkusuz dinin insana iç huzuru ve yaşama sevinci vermesi ancak bilgiye dayanan ahlak eksenli bir dini aydınlanma ve yüksek insani erdemleri kazanmayla mümkün olabilir. Bunun sağlanması da aynı nitelikleri taşıyan din gönüllüsü görevlilerimizle mümkün olabilir.
Yüzyıllar boyu bu topraklarda seher vaktinde ezanı Muhammedi ile başlayan gün, yatsı vakti yine ezanı Muhammedi ile tamamlanmıştır. Mabetleri, mihrapları, minberleri, kürsüleri hep ilahi rahmet çağrısının yankılandığı yerler olmuştur. Allah'ın izniyle sonsuza kadar da bu böyle olacaktır. Bize düşen, bu çağrıyı yenilemektir. Bize düşen, bu çağrıyı bugünün insanına duyurmaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı mensupları olarak biliyoruz ki, bu ulvi çağrının, bu mukaddes davetin bugün her zamankinden daha estetik, daha nezih bir dil ve seda ile duyurulması gerekmektedir.''
Şerefelerden, kürsülerden, mihraplardan, minberlerden yükselen çağrıya insanların karşılık vermesi için, öncelikle bu çağrıya ne kadar sahip çıkıldığını ve hesaba çekilmeden insanların kendilerini hesaba çekmeleri gerektiğini ifade eden Görmez, aksi halde neden kalbi kırık bu kadar insanın olduğunun, mübarek gün ve gecelerin, bayramların neden bir ruh şölenine dönüşemediğinin, anlamsız kin ve öfkelerle neden kardeşlerin birbirini yaraladığının cevabının bulunamayacağını vurguladı.
-''MÜSLÜMANLAR, ADALET İSTEYEN İNSANLIĞIN UMUDU OLMAK DURUMUNDADIR''-
21. yüzyılın sivil inisiyatifin ve bireyin özgürlük alanının olabildiğince genişlediği bir çağ olduğuna dikkati çeken Görmez, dinin de özü ve tabiatı itibariyle sivil bir yapısının bulunduğunu, dini müesseselerin de din hizmetlerinin planlı, programlı ve organize biçimde topluma sunulabilmesinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıktığını belirtti. Başkanlığın, halkın din hizmeti taleplerine cevap vermek için var olduğunun bilinciyle din alanındaki sivilliği dikkate alacağına işaret eden Görmez, ''İslam öğretisinde dini kurumlar ve din adamlarının dinin mutlak otoritesi olmadığını, asıl otoritenin dinin asli kaynakları ve bu kaynakların güvenilir bir yöntemle anlaşılması ve yorumlanması sonucu elde edilen bilgi'' olduğunu ifade etti.
Mehmet Görmez, şunları kaydetti:
''Bugün her zamankinden daha fazla şefkat ve merhamete muhtaç bir dünyada yaşıyoruz. Daha çok maddi refah, daha ölümcül silahlar, daha çok gürültü, aşırı bilgi kirliliği, başta aile olmak üzere, çocuk, kadın, gençlik ve toplumun diğer kesimlerini tahrip eden zehirli aygıtlar, ahlaki değerleri çürüten etkili ağlar ve acımasız menfaat savaşları günümüz insanını birbirine düşman ediyor, güçsüzleştiriyor ve yalnızlaştırıyor. Manevi değerlerin olabildiğince örselenip çöktüğü, dinin diriltici nefesinin hayata değmediği ve merhamet yüklü sesinin yankılanmadığı bir dünyada, ne birey ne aile ne de toplum ayakta kalabilir. Çağın zayi ettiği bu yitik, güçsüz ve himayeye muhtaç kesimlere dinin merhametli ve diriltici soluğunu ulaştırmak dini olduğu kadar insani görevlerimizdendir.
İslamı korku ve şiddet ile özdeşleştirmek isteyenler, Allah'ın dini ile insanlar arasına duvarlar örerek, sadece biz Müslümanlara değil, bütün insanlığa büyük bir kötülük yapıyorlar. Buna karşılık İslam alemi ise maruz kaldığı haksızlıklara rağmen, bir an evvel nifak ateşini söndürmek, İslam'a mensubiyetin hakkını vermek ve barış ikliminin teminatı olmak zorundadır. Zira İslam, ezelden ebede barışın ve esenliğin dinidir.
Çağlar boyu bir çınar gibi yeryüzünün kalp merkezini, Mekke'den İstanbul'a, Buhara'dan Üsküp'e, Kahire'den Cakarta'ya kadar geniş bir coğrafyayı himayesine alarak medeniyetler inşa eden Müslümanlar, bugün bir kez daha adalet isteyen insanlığın umudu olmak durumundadır.''