Hac ibadetini yerine getirmek isteyenler yaşanan sıkıntıları dile getirdi. Dr. Kahraman Niyazoğlu, organizasyon bozukluklarını anlattı. İşte
Mersinli hacıların 24 saatli rötarlı Türkiye"ye dönmeleri, Konyalı iki hacının domuz gribi teşhisiyle yurda dönmelerinden sonra başka bir hacı da kutsal topraklarda yaşanan roganizasyon bozukluklarını kaleme aldı. Dr. Kahraman Niyazoğlu, organizasyon sırasında yaşanan aksaklıkları sıraladıktan sonra, kendilerinin de 26 saat rötarla döndüklerini bildirdi.
İşte dini vecibelerini yerine getirmek isteyen hacıların, iş bilmemezlik yüzünden yaşadıkları sıkıntılar.
DİYANET"İN OLMUŞ HACILARI
Yazan: Dr. Kahraman Niyazioğlu -Diyanet"in Olmuş Hacısı
Kasım 2010 hac döneminde davet geldi ve hac vazifemizi ifa ettik. Olayın ilahiyat yönünü kaleme almak beni aşar; çünkü uzmanlık alanım değil. Yaşanan sorunları dile getireceğim. Suudi Arabistan yönetiminden kaynaklanan sorunlar bu yazıya sığmaz. Bu yazının konusu Diyanet"in hac organizasyonu hakkında. Daha doğrusu sadece Arafat vakfesini ele alacağım.
Arife günü gece saat: 12:30 ve beş yıldızlı otelimizden otobüslere yöneliyoruz. Saat: 02:00 civarında. Kullandığımız diğer otobüsler gibi kırık dökük ve pislikten tanınmaz haldeki otobüsümüz Arafat"a hareket ediyor. Mesafe yaklaşık 25 km. Yol açık ve ortalama 20-25 dakikada intikal gerçekleşmeliydi. Ancak otobüsümüz (ve diğer bir otobüs) saat: 08:00"de Diyanet"in tahsis ettiği alana ulaşabildi. Yani 25 km"lik yolculuğumuz tam 6 saat sürdü. Sebep: Şoför ve hoca yolu bilmiyor; daha doğrusu Diyanet"e tahsis edilen yeri bilmiyor. Biz 6 saat boyunca Arafat"ta dolaştık ve sürekli telefon irtibatına rağmen Diyanet"ten bir kişi gelip, bizi tahsis edilen yere ulaştıramadı.
Fakat macera yeni başlamıştı. Saat: 08:00"de yorgun ve bitkin bir halde çadıra girdik. Kahvaltı niyetine çörek, meyve suyu ikram edildi ve biz sızdık. 08:45"te Diyanet"in merkezi hoparlörden Arafat programı başladı. Bitkin ve yılgın bir şekilde yerimizden doğrulup abdest almaya gittik. Tuvalet kuyruğu uzamış. Güneşten korunmaya çalışarak kullanılamayacak kadar pis ve derme çatma tuvaletlerde ihtiyacımızı giderip abdest aldıktan sonra çadıra döndüğümüzde olayı fark ettim: Üç kafile, yani 450 kişi, sertleşmiş kum üzerine serilen halılar (bir kısım çadırlarda ise kilim serilmiş) üzerine yayılmış durumda. Üstümüzde derme çatma sahra çadırı var. Daha doğrusu küçük küçük kırık dökük direklere asılı bölük pörçük çadırcıklardan söz ediyorum. Çadırın pek çok yerinden güneş doğrudan üzerimize süzülüyor. Kenarlar aynı şekilde çevrilmiş. Saat 10:00 civarında kavurucu sıcak başladı. Dereceyi ölçemedik, ama çadırın altı 40 C"den aşağı değildi. Çadırın altında pişmeye başladık. Öğle civarında artık yumurtanın, asfaltın üstünde pişmesi gibi beynimiz yavaş yavaş pişiyordu. Vücudumuz ise, haşlanmış tavuk gibiydi. Bizi pişmiş armuda da benzetebilirsiniz. İkindiye doğru pişerek artık olgunlaşmıştık. Akşama doğru Diyanet"in Olmuş Hacılarının pek çoğu sıcaktan hastalanmıştı. Türkiye ikliminden gelen insanların bu iklim şartlarına dayanması sünnetullaha aykırı idi. Artık izleyen günlerde ibadetlerimizi hasta vaziyette ve sürünerek yapmak durumundaydık. Nitekim öyle de oldu.
Saat: 16:30"dan itibaren merkezi hoparlörden abdestli olun, her an hareket edebiliriz anonsu gelmeye başladı. Böylece bütün gece otobüs yolculuğu ve gündüz sıcakta pişerek dinlenmeye çekilmiş hacılar sürekli tetikte bekletildi. Bu durum bizim kafile için 21:00"e kadar sürdü. Kafilemizdeki hacılardan dört kez üst üste abdest alanlar oldu. Çünkü Arafat"tan sonraki Müzdelife"de abdest imkânı yoktu. Ama Akşam ve Yatsı namazları orada birleştirilerek kılınacaktı.
Sizlere sadece Arafat"ı anlattım. 15 günlük haccımızın önemli bir bölümü organizasyon bozuklukları yüzünden zayi oldu. Sözgelimi, dönüşte otelden çıkış ile Cidde üzerinden evimize varış arasında geçen süre 27 saat. Otobüs şoförleri yolları bilmiyor. Örneğin, Müzdelife"den otobüsü boşa aldığınızda 5-10 dakika içinde kendinizi Mekke"de bulursunuz. Yol açık. Tabelalar yolu gösteriyor zaten. Bizim şoför bu yolu yaklaşık 2,5-3 saatte alabildi. Çünkü şoför yolu şaşırdı. Kime dokunsam bin ah işittim. İnsanlar, haccımız zayi olmasın diye lafları yuttular. Doğrusu biz de yuttuk. İşin doğasından kaynaklanan zorluklara zaten herkes göğüs geriyor. Yapılan iş bir ibaret. Ancak insan eliyle insana yapılan bu zulme bir son verilmeli.
Çevreme sorduğumda bu durumun her yıl tekrarlanmakta olduğunu öğrendim. Buna rağmen Medine"de otelimize gelen ve Diyanet"in hac organizasyonundan sorumlu (soyadını hatırlayamadığım) Süleyman Bey; "Diyanet"in çok başarılı olduğunu, durumumuzun çok iyi olduğunu, 1980"li yıllarda Türk hacılarının piknik tüpleri ile arabaların arasında toz duman içinde yemek yapmaya çalıştığını..." bize aktardı. Ben bu durumu bir hocamızın yaşadığı aşağıda aktaracağım olaya benzetiyorum.
Prof. Dr. Arif Ersoy Hocamızdan başından geçen bir olayı dinlemiştim. Hocanın, yıllar önce Türkî cumhuriyetlerden birinden Doğu Türkistan"a gitmesi gerekiyor. Fakat bir gün farkla uçağı kaçırıyor. Sonraki uçağın 15 gün sonra olduğunu öğreniyor. Otobüs var diyorlar. Çaresizlik içinde yarın için bir bilet alın diyor. Ertesi gün otobüsü görünce kendisi ile şaka yapıldığını düşünüyor. Ama şaka gerçek oluyor ve Hoca otobüse biniyor. Kamyondan bozma bir otobüs ve koltukları tahtadan. Gidilecek mesafe 1.500 km. Ortalama süre 3 gün. Hareket ediliyor. Otobüsün tekerleri çukura geldikçe insanların kafası otobüsün tavanına çarpıyor. Bir süre yol alındıktan sonra otobüs birden duruyor. Herkes dışarı. Hoca durumu sonradan anlıyor; otobüs arıza yapmış. Şoför ve muavin ellerinde pense, tornavida ve çekiçlerle bir şeyler yaptıktan sonra yaklaşık 1 saat içinde tamir gerçekleşiyor. Tekrar hareket ediliyor. Bu durum birkaç saat aralıklarla tekrarlıyor. Hoca dayanamayıp, yolculara ne kadar bedevi insanlar olduğunu bağıra çağıra anlatıyor. Yaşlı ve tecrübeli bir yolcu şu cevabı veriyor: "Hoca, bize niye kızıyorsun? Biz bu yolu daha önce develerle iki ayda gidiyorduk. Şimdi bu otobüsle 3 günde gidiyoruz. Durumumuz çok iyileşti". Anlayacağınız olayları herkes baktığı pencereden görüyor.
Öneri;
Bir avukatın doktorluk yapması düşünülemeyeceği gibi tersi de mümkün değildir. Aynı şekilde ilahiyatçı kişilerden (müftü, hoca) tur operatörlüğü yapması beklenemez. Aksi halde hem bu işi yapana hem de işi yapılana (hacıya) yazık olur. Bize yazık oldu. Müftü, ilahiyatçıdır ve kendi işini/müftülük yapmalıdır. Nitekim Diyanet, ibadetlere ilişkin konularda çok başarılıydı.
Diyanet de kendi işini yapmalı; ama asla turizme soyunmamalı. İlahiyatçı kafası ile turizm işi yapılamaz. Bu iş, mutlaka turizm şirketlerine verilmeli. Burada yanlış anlamalara neden olmak istemem. Bugün hac organizasyonu yapan pek çok şirket Diyanet"ten çok daha kötü hizmet veriyor. Sözgelimi, Kâbe"de bir arkadaşımla karşılaştım. Özel bir şirket ile gelmiş. Kendisine vaat edilen 15 günlük bir hac ve Kâbe"ye 100 m mesafede bir otel. Gelince 6 km uzaklıkta bir otelde ikamet ediyor ve uçak bileti 39 gün sonraya alınmış. Haccı zayi olmasın diye yutkunuyor, kesik kesik konuşuyordu.
Bizim kastımız, rüştünü ispatlamış; uluslararası projelere imza atmış turizm şirketleri eliyle bu işlerin yürütülmesi. Yani emanetin ehline verilmesi. Vesselam.