MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin olağan haftalık grup toplantısında konuştu. MHP Lideri, halkın AK Parti'yi sildiğini ve vatandaşların MHP'de birleştiğini aktardı. Bahçeli, komutanların görevden alınmasına da sert çıktı.
Devlet Bahçeli konuşmasında şunları kaydetti:
Belediye başkanlarımızla yaptığımız çalışmaların yanı sıra, Antalya il merkezinde, Manavgat ve Serik ilçeleriyle Okurcalar beldesinde de aziz vatandaşlarımızla bir araya geldik ve kucaklaşma imkânına kavuştuk. Partimize yönelik yoğun ilgiye ve kabına sığmayan coşkuya şahit olduk. AKP"den bunalmış ve çare arayan vatandaşlarımızın bizlere yönelik sevgi ve muhabbet seli gücümüze güç kattı, destekleri Milliyetçi Hareket"i daha da şevklendirdi.
Parti olarak bundan sonra da vatanımızın her yöresindeki aziz vatandaşlarımızla birlikte olmaya devam edeceğiz ve sorunların aşılması, yüzlerin gülmesi, umutların yeşermesi için el ele, yürek yüreğe tek başına iktidar hedefine tam yol ilerleyeceğiz. Gezdiğimiz, gördüğümüz yerlerdeki feryatların, şikâyetlerin, hayal kırıklıkların ve endişelerin bize göre bir tek anlamı vardır; o da AKP"nin bir daha asla tek başına iktidara gelemeyeceği gerçeğidir.
Bu devran çok yakın bir zamanda bitecektir. AKP nasıl geldiyse, öyle gidecek ve gittiği yerde de mutlaka hesaba çekilecektir. Milletimizin talebi ve beklentisi bu yöndedir. İktidarın kandırma ve oyalama üzerine temellendirdiği politikası tükenmiş ve vatandaşlarımız çıkış ve kurtuluş için fırsat gözler hale gelmiştir. AKP"ye oy ve destek vermiş olan kardeşlerimizin birçoğunda da benzer bir durum söz konusudur ve onlar da artık bu hükümetle daha fazla gidilmesinin imkân dâhilinde olmadığına inanmaya başlamışlar ve partimize yönelme eğilimine girmişlerdir.
Bu ülkemizin geleceği açısından sevindirici ve umut verici bir gelişmedir. AKP"li kardeşlerimizle birlikte diğer partilere gönül veren vatandaşlarımızın önemli bir bölümü; partimizin dik duruşundan, ilkeli siyasetinden dolayı saflarımızda yer almaya başlamışlar, mutlu ve müreffeh bir ülke inşa etme hedefimizde bizimle birlikte yürümek için güç birliği içine girmişlerdir. Biraz sonra bahsedeceğim iç ve dış politikadaki çelişkiler, açmazlar ve sürekli körüklenen sorun alanları AKP"yle geçen her günün zelil olacağını herkese göstermiştir.
Bu haliyle, sorumluluklarımızın daha da arttığı ve bu bilinçle hareket edilmesinin zorunluluk haline geldiği hepimizce malumdur. Çorbasını kaynatmanın derdinde olan, evine ekmek götürmenin kaygısını taşıyan, çocuğuna iş arayan, emekli maaşıyla geçinemeyen, işleri yürümeyen, dükkânını kapatan, tarlasını satmak zorunda kalan, traktörünü ipotek ettiren, çayı dahi veresiye içen, buğdayı elinde kalan, pancarı para etmeyen, borçları biriken aziz vatandaşlarım AKP"yi aklından ve gönlünden çıkarmıştır.
Görünen ve tespit ettiğimiz hakikatler şimdilik bunlardır. Partimizin umut oluşu ve hızla ivme kazanması doğal olarak AKP ve beslemelerini tedirgin etmiş ve hazımsızlıklarının artmasına yol açmıştır. Ancak ne Başbakan Erdoğan"ın tahrikleri ve tezgâhları ne de arkasını dayadığı işbirlikçi çevreler mukadder olan iktidarımızı asla önleyemeyecektir. Hızlanan adımlarımız karşısında da hiçbir kuvvet duramayacak ve Milliyetçi Hareket Partisi"nin milletimizle bütünleşmesine hiç kimse ve hiçbir oluşum mani olamayacaktır.
İKTİDAR ÇİRKEFLEŞİYOR
Türkiye"nin iç ve dış politikasındaki aşınma ve zemin kayması ciddi bir noktaya ulaşmış bulunmaktadır. AKP hükümeti sonunun yaklaştığını hissettikçe çirkefleşmekte, başarısızlıklarının üstünü yeni gerilim alanları oluşturarak örtmeye çalışmaktadır. Ülkemizin AKP"yle birlikte içine girdiği puslu ortamın tehlikeli sonuçları bugün daha bir belirginlik kazanmış durumdadır.
Belirli zaman aralıklarıyla milletimizi geren ve kutuplaştıran, devlet kurumlarının tartışılmasını ve karşılıklı husumetlerin keskinleştirilmesini sağlayan hükümetin önümüzdeki süreçte bunları yoğunlaştırarak devam ettireceği anlaşılmaktadır. AKP zihniyetinin tahammülsüz ve kontrolsüz politikalarının kamçıladığı çatışma ve kavga ortamı maalesef her alana yayılmış ve zehirli meyvelerini birer birer vermeye başlamıştır. Artan güvensizlikler, üst üste yığılan kuşkular, telafisi olmayacak bir aşamaya gelen yıpratma taktikleri, volkan gibi fışkıran yalan ve iftiralar ülkemizin yaşadığı acı ve hazin olayların kısa bir özetidir.
AKP"nin eseri ve uygulamalarının ağır sonuçları olan böylesi bir tablonun, milletimiz tarafından taşınması, kabullenilmesi ve daha fazla katlanılması mümkün değildir. Bizim, ülkemizin bir yol ayrımında olduğunu söylerken kastımız buydu. Millet olarak uçuruma sürükleniyoruz uyarısında bulunurken meramımızın bir bölümü bunları kapsıyordu.
Ancak AKP"nin gözü ve gönlü mühürlü olduğundan, kulağı ve idraki kapalı bulunduğundan dolayı bu uyarılarımızı anlamamış ve girdiği ihanet taşlarıyla döşenmiş çıkmaz sokaktaki yürüyüşünü inatla sürdürmüştür. Bu iktidar tarafından atılan demokrasi ve özgürlük naraları, milli ve manevi değerlerimizi etkisiz hale getirmek amacıyla düzenlenen sistematik saldırıların borazanı haline gelmiş ve bunda da ne kadar mesafe kaydedildiği bugün daha da netlik kazanmıştır.
AKP, MİLLETİ TSK'YA KARŞI KIŞKIRTIYOR
2002 yılından beri cepheleşmenin sunduğu kötü ve aşağılık fırsatlardan istifade eden AKP iktidarı, geleneksel sorun alanlarını kaşımaktan ve kangren haline dönüştürmekten bir türlü vazgeçmemiş, buradan da kendisine mağdur imajı çıkarmak için olağanüstü bir gayret ve titizlik göstermiştir. Nitekim Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişkisi de bu yönde cereyan etmiş ve milletimizi bu milli kurumumuza karşı kışkırtarak ve tahrik ederek mevzi elde etmeyi amaçlamıştır.
Ne var ki milletimiz sivil irade ve ordu arasında kronik hale gelen ve bir türlü dinmeyen karşılıklı itişme ve çekişmeden yorulmuş ve bıkmıştır. Türk milleti, kendisini Cumhuriyet"in teminatı ve devamlılığı konusunda vazifeli gören ve tarihsel olarak da böyle bir misyonu taşıdığına inan Türk Silahlı Kuvvetleriyle, sivil iradeyi temsil ettiğini iddia eden ve demokrasinin bir sonucu olarak aldığı millet desteğiyle ülke yönetiminde siyasi sorumluluk üstlenen hükümet arasındaki gerilimli süreçten tamamen bunalmıştır.
Pek tabiidir ki, aziz milletimizin oy ve destek verdiği siyasal iktidara karşı devlet kurumlarının ve organlarının karşı durması ve bazı mensuplarının demokrasi dışı arayışlarda bulunması bizim açımızdan kabul edilemez bir durumdur. Darbe heveslisi kişilerin gayri meşru emelleri ve oluşumları karşısında millet olarak yekvücut olmak mecburidir ve herkes kanunlarla kendisine çizilen sınırlar içinde kalmalıdır.
Demokrasiyi tahrip etmek, askıya almak ve millet iradesini silah zoruyla gasp etmek hepinizin takdir edeceği üzere hiç kimsenin haddi ve hakkı değildir. Eğer ortada yanlış giden bir şeyler varsa, bunun çaresi millet iradesine başvurmaktır ve ortaya çıkacak neticeye herkes saygı ve riayetle yükümlü olmalıdır. Tartışmasız kim darbeye yelteniyorsa, bunun için faaliyetler düzenliyorsa ve sivil yönetimi etkisiz kılmaya yönelik tertip içindeyse yürürlükte olan yasalar kapsamında ne gerekiyorsa yapılmalıdır ve adalet gecikmeksizin yerini bulmalıdır.
Darbelerin ülkemiz ve milletimiz açısından ağır bedellere mal olduğu ve demokrasinin zayıflamasının hiç kimseye bir yarar sağlamadığı bugüne kadarki tecrübelerimizle sabittir. Özellikle AKP iktidarları döneminde belirli isimlerle ve değişik zamanlarda bazı darbe planları yapıldığı iddiaları ve bunlarla ilgili hukuki süreçlerin hala işlediği de açıktır.
Kamuoyunun da yakından takip ettiği bu hukuki işlemlerin sonuca ulaştırılması ve tartışmaların artık sonlandırılması milletimizin öncelikli beklentileri arasında yer almaktadır.
ÜÇ KOMUTAN TEPKİSİ
Ne var ki "darbecilerden hesap soracağız" diyerek ve "normalleşiyoruz" hezeyanlarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri"nin darbe örgütlenmelerinin merkezi ve odağıymış gibi propaganda yapmak en nazik ifadeyle densizlik ve haysiyetsizliktir. Sahip oldukları vatan ve millet sevgisiyle, bölücü hainlerle mücadele eden, ülkemizin bu coğrafyada bağımsız yaşaması konusunda yeri doldurulamaz bir güvence olan Türk askerini darbeyle ilişkilendirmek ve bunun üzerinden sindirmeye çalışmak, kirli ve alçak senaryoların taşeronluğunu yapmaktan başka bir anlam taşımayacaktır.
Bildiğiniz gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri"ne mensup üç generalin, ilgili bakanlar tarafından açığa alma işlemiyle bu kapsamdaki tartışmalarda yeniden bir artış yaşanmıştır. Elbette buna hükümetin yetkisi vardır ve yapılanlar görüldüğü kadarıyla hukuki bir çerçevede yerine getirilmiştir. Ancak bu gelişmelerin, NATO"nun Lizbon zirvesinden sonra gerçekleşmesi ve füze kalkanı konusundaki açmazların arkasından meydana gelmesi ister istemez ortada bir gündem saptırması olup olmadığıyla ilgili şüphelerimizi yoğunlaştırmıştır.
Üstelik açığa alma işlemlerinin Başbakan Erdoğan"ın Lübnan seyahati öncesine tesadüf etmesi de manidar olmuştur. Güçlü bir ihtimaldir ki, füze kalkanının Türkiye"ye kurulması konusunda NATO karşısında çaresiz kalan hükümet, ülke içinde dikkatleri başka tarafa yönlendirmek için harekete geçmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri"ni tekrar tartışmaların içine çekmiştir. Hatırlanacağı üzere, bu üç generalin ismi yaklaşık beş ay önce açıklanan Balyoz iddianamesinde geçmiş, buna rağmen Ağustos ayındaki Yüksek Askeri Şura toplantısında oy çokluğuyla terfi ettirilmelerine karar verilmiştir.
Sancılı geçen bu YAŞ toplantısını etkileyen en önemli gelişme ise bundan kısa bir süre önce 28"i general ve 120 muvazzaf ve emekli subay hakkındaki yakalama kararı olmuştur. Bu yakalama kararına yönelik itirazların İstanbul 11"inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Şura toplantısı bittikten sonra kaldırılması, terfi bekleyen general ve amirallerin durumunu da belirsizliğe mahkûm etmiştir.
AKP hükümeti ise haklarında yakalama kararı bulunan, ancak daha sonra bu kararın iptal edilmesiyle hukuken önlerinde bir engel bulunmayan kişilerin terfi kararnamelerine onay vermemiştir. Bunun üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi"ne giden Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu üç personeli, yürütmeyi durdurma kararı almışlar ve böylelikle terfi ettirilmelerinin önü de hukuken açılmıştır.
İki ay içinde uygulanması gereken bu karara rağmen, hükümet buna uygun hareket etmemiş ve idari tedbir olarak açığa alma işlemini uygulamıştır. Kuşkusuz hükümetin ilgili bakanları takdir haklarını kullanırken, bahse konu üç general de hukuki müracaat haklarının gereğini yerine getirmişlerdir. Bunda da şaşılacak ve sorgulanacak herhangi bir taraf yoktur. Eğer hukuk devletiysek, idarenin her türlü işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunu bilmek lazımdır ve buna karşı gösterilen hoşgörüsüzlüğün hiçbir mazereti ve gerekçesi olmayacaktır.
İşin ilginç yanı ise, Balyoz davasında sanık durumunda bulunanların bir bölümünün yargılanmalarına, görevlerinin başında olmalarına rağmen devam edilmektedir. Eğer, açığa alma işleminde söz konusu darbe planları gerekçe gösteriliyorsa, bu darbe planında adı geçen ve halen görevlerinin başında olan diğer kişilerle ilgili olarak da benzer işlemlerin yapılmamasının düşündürücü olduğunu ifade etmeliyim.
Bizim burada isimler bazında bir kaygımız ve desteğimiz söz konusu değildir. Meseleye yalnızca ilkeler ve prensipler bağlamında yaklaşmaktayız ve kim olursa olsun hükümetin şaibeli ve kasıtlı uygulamalarının karşısında durmaktayız. Bundan sonra, açığa almada meraklı ve istekli olan hükümetin aynı işlemi; yolsuzluk yapan, ihaleye fesat karıştıran AKP"li belediye başkanları ve bürokratlara yönelik de uygulamasını bekliyor ve bunun takipçisi olacağımızı herkesin bilmesini istiyorum.
Son gelişmeler kapsamında, dikkatimizi çeken bir başka husus da, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, bazı AKP"li yöneticilerin bu konuyla ilgili yaptığı açıklamalar olmuştur. Başbakan"ın Lübnan seyahati sonrasında uçakta verdiği beyanatlardan, açığa alma işlemine maruz kalan üç Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi"nden lehlerinde karar almaları halinde yeni bir yasal düzenlemeye gidecekleri anlaşılmaktadır. Bize göre bu ifadeler son derece tehlikeli ve marazlı bir zihniyetin tezahürleridir.
Yargının beğenmedikleri ve içlerine sindiremedikleri kararları karşısında yeni yasa çıkararak, mahkeme kararlarını etkisizleştirmeyi hedefleyen Başbakan Erdoğan"ın, hukukun üstünlüğü gibi bir kaygısının ve beklentisinin olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Hukukun üstünlüğünden, Recep Tayyip Erdoğan hukukunu anlayan ve böyle yorumlayan bu kafa yapısının, ülkemizi tehlikeli bir mecraya doğru hızla sürüklediği bu son gelişmelerle iyice su üstüne çıkmıştır.
Üstelik 12 Eylül Referandumunun üzerinden henüz uzun bir süre geçmeden, hükümet çevrelerince ikili yargı sisteminden rahatsızlık duyulduğuna dair açıklamalar ve askeri yargının hukuk devletinde yerinin olmadığına yönelik beyanlar tam bir kara mizah örneği olmuştur.
Madem askeri yargıdan bu kadar rahatsızlık vardır, neden 12 Eylül"de referanduma sunulan anayasa değişikliklerine bu konu da dâhil edilmemiştir? Yapılan anayasa değişikliklerinde, Anayasa Mahkemesi"nin yeni yapısını düzenleyen kısmında, biri Askeri Yargıtay, diğeri Askeri Yüksek İdare Mahkemesi"nden olmak üzere iki üyeyi dâhil eden Adalet ve Kalkınma Partisi değil de bir başka parti midir? Bununla birlikte, son anayasa değişikliklerinde askeri yargıyla ilgili yeni düzenleme yapan, asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara askeri mahkemelerin bakmakla görevli olduğunu AKP belirlememiş midir?
Bu değişiklikleri AKP zihniyeti, hukukun üstünlüğü bahanesine sığınarak gerçekleştirmemiş midir? Ve nihayetinde, Yüksek Askeri Şura kararlarına karşı yargı yolunu, anayasadaki yeni düzenlemelerle Başbakan Erdoğan"ın başkanı olduğu AKP hükümeti açmamış mıdır? Hukuki haklarını almak ve mağduriyetlerini gidermek amacıyla yargıya gidenlere karşı gösterilen hazımsızlığın ve saygısızlığın hukukun üstünlüğü açısından izahı nasıl yapılacaktır?
AKP mantığına göre, beğenmediği ve onay vermediği kişi ya da kişilerin haklarını aramalarına gerek ve yer yoktur. Onlar teslim olmalıdır ve adalet tamamen Recep Tayyip Erdoğan"ın istediği gibi sonuçlar vermelidir. Sivil bürokraside de bunların daha fazlası yaşanmış, yalnızca vatan ve millet sevgilerinden dolayı görevinden alınan, mahkeme kararlarına rağmen eski konumlarına iade edilmeyen, edilse bile sudan bahanelerle haklarında tekrar soruşturma açılarak zulme uğramış birçok bürokratın olduğu bilgimiz dâhilindedir.
Milletimiz bu gerçekleri görmelidir ve bu kendini bilmez, art niyetli, ve samimiyetsiz iktidarın çirkinliklerinin ve pisliklerinin hesabını önüne koyulacak sandıkla mutlaka sormalıdır.
AKP AHLAKTAN UZAK
Değerli arkadaşlarım, lütfen dikkat buyurunuz, AKP"nin ahlaktan, idealden, hayırlı icraattan ve insanlıktan uzak anlayışı sabırları taşırma noktasına kadar getirmiştir. Ne yazık ki bugün, dürüst ve namuslu insanlarla uğraşan, hukuk dışı uygulamalarıyla yolsuzluğa, hırsızlığa ve hıyanete mihmandarlık yapan ve devlet imkânlarını rezil emelleri uğruna kullanan bir hükümetin varlığıyla karşı karşıyayız.
Bir tarafta devleti yıkmak için sürekli zehir saçan çevrelerin melanetleri ve onlara gösterilen hoşgörü vardır. Diğer tarafta, terörle mücadele eden vatan evlatlarının maruz kaldığı tehdit, baskı ve eziyetler bulunmaktadır. İmralı canavarı yattığı yerden milletimizi tehdit etmeyi sürdürmekte, önümüzdeki yılın 1 Martına kadar AKP"ye ihanet projelerini hayata geçirmek için mühlet vermeye dahi cüret edebilmektedir.
Bölücü alçaklar omuz omuza şehirlerimizi yangın yerine çevirmekte, arabalara, işyerlerine ve meskenlere molotof kokteylleriyle zarar vermekten zerre kadar çekinmemektedirler. Hükümet tepkisiz, hareketsiz ve aciz bir şekilde teröre teslim olmuş, taleplerine boyun eğmiş ve rahata ermelerine de ortam hazırlamıştır. Düşünebiliyor musunuz, İstanbul"un ortasında bölücü terör örgütünün kuruluş yıldönümü havai fişekler eşliğinde kutlanmış, maske takan katiller sokakları savaş alanına çevirmişlerdir.
İlhamını ve heyecanını hükümetten alan bölücü caniler, barış diyerek, özgürlükten bahsederek Türk milletine meydan okumaktan kaçınmamışlar, asla da korkmamışlardır. Bu esnada AKP iktidarı ise Türk Silahlı Kuvvetleriyle itişmekte ve uğraşmakta, hükümeti devirme planları yaptığı iddia edilen kişilere tavizsiz bir şekilde duruş sergilemektedir. Türk devletinin yıkılmasına ve Türk milletinin parçalanmasına yönelik iğrenç girişimler nedense Başbakan"ı ve partisini ilgilendirmemektedir.
Bu zihniyete göre varsın Türk devleti yok olsun, millet otuzaltıya parçalansın, önemli değildir. Nasıl olsa, kendisini sultan olarak gören Recep Tayyip Erdoğan"ın gidecek yeri ve orada da yedi nesline yetecek bankada parası bulunmaktadır. Türk milletinin bu kötü gidişata daha fazla rıza göstermesi, yanında durması ve AKP"ye toleranslı yaklaşması artık mümkün değildir. Melanete, ihanete, yolsuzluğa, yoksulluğa, partizanlığa ve kuralsızlığa çanak tutan ve azması için de ortam sağlayan AKP hükümeti yaptıklarının hesabını bu dünyada mutlaka verecektir. Okullarımızda "Andımız"ın kaldırılmasını aklından geçirmeyi bile düşünen bu iktidarın defterini dürmek bizim boynumuzun borcudur.
AKP ve işbirlikçileri milli birliğimize, milli kimliğimize ve Türk"lüğe zarar vermeye çalışsa da, bilinsin ki bunun karşısında kararlılıkla durmaya devam edeceğiz. Mehmetçiğimize sahip çıkacağız, zayıflatılmasına ve hırpalanmasına izin vermeyeceğiz.Milletimizin hak ve hukukunu koruyacağız, gelişmesi ve refaha ulaşması için üstün bir gayret göstereceğiz. Ve sabahları çocuklarımızın sınıflarına girerken haykırdıkları "Türk"üm, doğruyum, çalışkanım" diyen seslerini susturmaya çalışanlara amansız bir ders vermek için de zamanımızı sabırla bekleyeceğiz.