DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk, ''Türkiye eğer Avrupa Birliği kapısından içine giremiyorsa, sebep ırk, din ve etnik farlılıklar değil, Türk hukukunun ve devletin tatbikatının henüz AB müktesebatının içine girmeyişidir'' dedi.
Cindoruk, Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin düzenlediği ''Siyaset ve Devlet Yönetimi'' konulu seminerde yaptığı konuşmada, Avrupa Konseyi'nin sevimli ve anlayışla karşılanabilir bir organizasyon olduğunu söyledi.
Türkiye'nin bu organizasyonun kurucu ortağı olduğunu ifade eden Cindoruk, daha sonra da Avrupa Birliği'nin (AB) ortaya çıktığını ifade etti.
Türkiye'nin AB'ye 1959'da başvurduğunu ve o dönemde nasıl başvurulacağını bilmedikleri için Yunanistan Dışişleri'nden örnek aldıklarını anlatan Cindoruk, şöyle devam etti:
''1959 yılından bu yana geçen süre içinde Türkiye'de AB ilişkilerine dikkatle baktığımızda, hem milli egemenliği kısıtlayan, sorgulayıcı hem de zaman zaman çok tatlı nitelikleri olan bir hukuk projesiyle karşı karşıyayız. AB, bir ekonomik proje değildir. İçinde ekonomi vardır, ekonomik gelişmelerde sıkıntıların aşılmasında rolü vardır ama AB bir siyasi projedir. 27 ülkeli bir topluluk. Avrupa nüfusunun yüzde 84'ünü temsil ediyor. Böylesine güçlü bir AB, acaba milli egemenlik ve ulusal devlet fikrimizle milli hareket içinde bulunan herkesin beklediği bağımsız devlet açısından yorumlanabilir mi? Bu konuda kanaatimi söylüyorum; eğer AB'ye aday ülke bile olsanız, bence milli egemenlik fikrinden büyük oranda vazgeçmişsinizdir. AB'nin normlarına uygun hareket etmek zorundasınız. Ulusal devlet fikrinden büyük ölçüde vazgeçmişsinizdir. Eğer AB ordusu kurulmuş olsaydı, savunma konseptinde de önemli ölçüde farklılıklar ortaya çıkardı.''
Anayasada 2004 yılında yapılan bir değişiklikle, 90. maddeyle AB ve benzer konuları hukuksal ve siyasal baskısını bir norm olarak kabul ettiğini anlatan Cindoruk, bu 90. maddenin hadiseyi çok farklı noktaya getirdiğini söyledi. Cindoruk, şöyle devam etti:
''Anayasamız (Usulüne göre yürürlüğe konmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe sokulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalar, kanunların ayrı konuda hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır) diyor. Bu bağlayıcı bir hüküm, çünkü anayasa hükmü. Bu anayasa hükmüyle Türkiye Cumhuriyeti, milletlerarası antlaşmalar, AB'nin getirdiği hak ve özgürlükler de milli yasayla milli üstü yasa arasındaki uyuşmazlığın milli üstü kurulda çözüleceğini söylüyor. Bu şu sonucu vermiştir; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının Türkiye'de üstün hukuk kuralı haline gelmesidir. 1950'de ben hukuk fakültesini bitirdiğim zaman böyle bir norma bağlı olmak aklımıza bile gelmemiştir. Anayasa hukuk hocaları milli hukukun üstünlüğünü anlatıp dururdu. 50-60 yıl geçtikten sonra Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bir başka mahkemenin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının üstün olduğunu söylüyor, onun getirdiği kuralları ulusal kuralların üstüne koyuyor. Burada klasik milli egemenlik kurallarından bahsedebilir miyiz? Bahsetmemiz mümkün değil. AB ile Türkiye arasında henüz üyelik mertebesinde bir ilişki kurulmadığı halde bugün Türkiye Cumhuriyeti yasaları böylesine önemli ölçüde çağdaş bir feragat içerisinde görüyorum. Bir konuyu ise çağdaşlık gibi görüyorum. Nedeni şu. AB hukukunun ilkeleri uluslararası standarttadır. İnsan hak ve özgürlüklerini güvence altına almıştır. Milli hukukun bunların ihlalini önleyici, buyurucu bir barikat ortaya koymuştur. Bu dünyanın her yerinde keşke uygulanabilse. Böylece insanlar daha özgür, daha fazla hukuka bağımlı olacaklardır.''
TBMM'nin, bugüne kadar AB ile ilgili hiçbir sözleşmeyi ve anlaşmayı reddetmediğini ifade eden Cindoruk, şunları kaydetti:
''Bu sadece Türkiye'de değil, dünyada da böyle. Eğer siz bu anlaşmalarla ülkenizi yükümlü hale getirmişseniz, artık bağımsız karar organı olmaktan çıkıp bağımlı karar organı haline gelmişsinizdir. Kararlarınızın sadece ve sadece anayasaya uygunluğu da yetmeyecektir. Yönetmelikleriniz, yaptırımlarınız denetlenmektedir. Türkiye eğer Avrupa Birliği kapısından içine giremiyorsa, sebep ırk, din, etnik farlılıklar değil, Türk hukukunun ve devletin tatbikatının henüz AB müktesebatının içine girmeyişidir.''