TV8'in gençlik kanalının başına geçen Okan Bayülgen, 'Adada geçen hazır formatlar alsam ben de onları yaparım. Biz sürekli yeni bir şey üretiyoruz' diyerek Acun Ilıcalı'ya taş attı.
MediaCat Ekim sayısı için TV8"in yeni gençlik kanalının başına geçen Okan Bayülgen"le bir söyleşi yaptı. Oyuncu, sunucu, seslendirme sanatçısı, yapımcı, programcı Okan Bayülgen artık bir de Genel Yayın Yönetmeni... Bayülgen yeni gençlik kanalını, kafasındaki diğer projeleri, televizyon kariyerini, televizyonculuğa getireceği yenilikleri ve Türkiye"de televizyonculuğu anlattı. Bayülgen, bir yazarın kendisine yönelik eleştirilerinin sorulması üzerine "Kafamızı birkaç kere duvara çarpmış olmamız normaldir. Adada geçen hazır formatlar alsam ben de onları yaparım. Biz sürekli yeni bir şey üretiyoruz." diyerek Acun Ilıcalı'nın yöntemini eleştirdi.
Yeni kurulan gençlik kanalında neler yapmayı planlıyorsunuz? Nasıl bir kanal olacak sizin yönetiminizdeki bu gençlik kanalı?
İçerik olarak kuşaklar halinde akacağız. Bugün asosyal ya da sosyal bir kişinin dünyayla irtibatını kurduğu yer internettir. Ne gazete, ne televizyon... Hatırlayın eskinden nasıl radyo dinlediğimizi... Evde canın sıkılır, radyoyu açarsın ve o ses senin dünya ile bağlantını kurar. Sonra televizyonu açtık. Özellikle Türk seyircisi olarak bant değil, canlı programları ve kuşak programları çok sevdik. Bugünün seyircisi, karşısında bir laptop ekranından ya da telefon ekranından başka insanları bulabiliyor. İstediği her şeye çok kolay ulaşabiliyor. Dolayısıyla alıştığımız tarzda televizyon da seyretmiyor artık. Bir evde televizyon var ve karşısında anne-baba-çocuk oturuyor, diye bir ritüel yok artık. Dolayısıyla biz yaptığımız işi internetle yarıştıracağız, başka televizyonlarla değil!
"REKLAMLARIN ESAS HEDEFİ GENÇLER"
Ve aslında beni asıl ilgilendiren şu... Büyük kanallarda çok para kazanan dizilerde biz ne tür reklamlar izliyoruz, bir düşünün. Ciddi oranda gençlere ıvır kıvır yiyecek, kontör satmaya çalışan adamların reklamlarını izliyoruz. Aslında büyük dizilerin arasına giren reklam kuşaklarında bile görüyorsunuz ki aslında bütün aile hedeflenip gençler yakalanmaya çalışılıyor. Dolayısıyla böyle bir kanal tabii bazı fikirleri hayata geçirebildiğimiz takdirde, reklamcılar için nasıl bir mecra olacaktır, onu da çok merak ediyorum.
Peki, kimler olacak bu kanalda?
İsim veremem ama aklımda çok isim var. Bu konuda benim anlayışım farklı... Kendi programlarımda yaptığım gibi insanlara nasıl şanslar verdiysem, az şöhret çok şöhret olan ya da hiç şöhret olmayan insanlar benimle çalışıp hakikaten kendini tanıtabildiyse, böyle bir televizyon kanalının en çok işe yarayacağı konu budur. Yoksa var olan isimleri bir yerlerden transfer etmek de bence prodüksiyon firmalarından kaset alıp takmak kadar kolay bir şey...
Yeni dönemde diğer ulusal kanallarda hangi projelerle yer alacaksınız?
Ben Kanal D"de önce 3 bir süre sonra da 4 programla olmaya devam edeceğim. Bunlar Disko Kralı, yeni bir iş olan Kral Çıplak, içeriği biraz daha değiştirilmiş olarak Muhabbet Kralı ve Münazara Kralı...
Hemen hemen hafta içi hergün ekranlardasınız yani.
Önce 3 sonra 4 gün...
Ben, genel yayın yönetmenliği de eklenince işlerinize sizin canlı yayın sayınızı azaltma yoluna gideceğinizi düşünmüştüm oysa siz artırıyorsunuz.
Hayır, bunu yapmazsam geceleri motorla dolaşıyorum orkestra elemanlarıyla beraber sabaha kadar... Benim için İstanbul"da sabaha kadar motor kullanarak bir takım sadece bizim bildiğimiz noktalarda oturmak, durmak, tekrar yola çıkmak gibi işleri yapacağıma bir televizyon binasında olacağım.
ACUN ILICALI'YA TAŞ
Bekir Hazar sizin bu işi nasıl yürüteceğinize ilişkin endişelerini dile getirdi köşesinde. Yorumunuz nedir?
Bekir Hazar tatlı bir adamdır. O da böyle ara sıra bana tatlı tatlı çakmayı sever. Yapımcı olarak bende başarısız buldukları şeyler var; çünkü adam programcı olarak son sürat gidiyor ama yapımcı olarak beklenen etkiyi yaratmıyor. Tabii bir başkasına hizmet veriyoruz o zaman, aynı şey olmuyor ama bizim, ekip olarak yıllar önce yaptığımız programların değeri de şimdi anlaşılıyor. Yani biz aslında herhangi bir sanatçı, şovmen, şarkıcı, bir gazeteciyle ki bunların hepsiyle çalıştık, yeni ve farklı bir içerikle, bir şeyler üretip bunları televizyonda yaptık. Kafamızı birkaç kere duvara çarpmış olmamız normaldir. Adada geçen hazır formatlar alsam ben de onları yaparım. Biz sürekli yeni bir şey üretiyoruz.
"BEKİR HAZAR BANA ÇAKACAĞINA BENDEN UMUTLU OLMALI"
Bugün dünya televizyonunda kaç tane kendi işini üreten adam var? Sen sunucu, televizyon yönetmeni ya da prodüktör olarak bir şey yapmak istediğinde zaten format satan adamlar var, bunlar telefonun ucunda... Elbise satın alır gibi o sana dikilmiş bir şey veriyor oysa biz kendimiz dikiyoruz. Tabii ki kafamızı duvara çarpacağız ara sıra. Bekir Hazar"ın bana çakacağına aksine benden umutlu olması lazım... Aptalca bir formatlar dünyasında kayboluyoruz. Bir yerden format alıp onu millete satmayı da bunları satın almayı da televizyonculuk olarak görmüyorum. Ben bugüne kadar ne yaptığım programlarda ne kendi hazırladığım programlarda kimseye para vermeye kalkışmadım. İstersen bir film yapalım, gelen seyircilere para verelim, bak nasıl seyrediliyor!
Medya Kralı gidiyor, Kral Çıplak geliyor. Kral Çıplak"ın formatı ne olacak?
Kral Çıplak aslında alışılageldik bir program... Disko Kralı"nda çok kişi alıyoruz, diye ağırlayamadığımız, pek de ağırlamak istemediğimiz büyük isimleri Kral Çıplak"ta tek başına alacağız.
Seyircisiz bir program mı bu?
Hayır, seyircili... Biraz o entel, sohbet havasını korumak için seyirci sayısını azalttık, Disko Kralı gibi 750 ila bin kişilik bir seyircisi olmayacak, diyelim ki 200-250 kişi... Onu biraz da yaşayarak göreceğiz. Orada şamata gırgırdan biraz daha ilerisini konuşacağız, belki o sanatçıların katılıp kendilerini gerçekten ifade etmek isteyecekleri, cevap hakkını kullanacakları ve süreyle kısıtlanmamış, içinden skandal çıkarmaya çalışmayan bir iş olacak, inşallah!
Peki, yeni işler reyting kaygısı uyandırmıyor mu sizde?
Benim her zaman reyting kaygım var. Kanal D"de her ne kadar yöneticiler bana "Yahu senden de kim reyting soruyor ki?" deseler de ben bir profesyonel olarak bu kaygıyı yaşıyorum ve yaşamak zorundayım. Bir çalışanı takdir ederken "Senin varlığın yeter, ne tatlısın," denilebilir ama bu, onun işini yapmaması anlamına gelmiyor.
"SOKAKTAKİ ADAMIN BENİM HAKKIMDAKİ FİKRİ ÖNEMLİ"
Bu program biraz daha "ciddi" konular üzerine eğileceğiniz bir program olacaksa ki sözlerinizden öyle anlaşılıyor, izlenmeme olasılığı yükseliyor.
İki tane tehlikeli programım var, Kral Çıplak ve daha sonra başlayacak olan Münazara Kralı. Muhabbet Kralı da aslında kanal D"nin desteklediği ama yüksek reytingler almayan bir programdı. Bizim yüksek reytingler alan programımız hakikaten yüksek reytingler aldı, dizilerle yarıştı ve birçok diziyi geçti. Disko Kralı ve Medya Kralı mesela... Dolayısıyla bu yarışa girmek de güzel. Yoksa ben Disko Kralı"nı geçen seneden bu seneye taşıyayım, Medya Kralı"nı, Muhabbet Kralı"nı aynı şekilde taşıyayım ve bunu da para kazandığım sürece devam ettireyim. Gelişmeyi görüyorum ben. Sokaktaki adamın bana bakışı, ben yanından geçerken arkadaşına ne fısıldadığı beni ilgilendiriyor. Ben "o beni sevsin," derdinde değilim. Ben Ekşi Sözlük"te hakkımda yazılanlarla ilgili, "Zaten onlar ne anlar ki," desem, sokakta arkamda söylenenlerle ilgili "Zaten siz ne bilirsiniz ki," desem, bir yerde hakkımda yazı yazıldığı zaman "Vay kıskançlar," desem, her yerde kendimi kurtaracak bir takım düşüncelere sığınsam zaten emekli olmuşum demektir. Aksine göğsünü açmak ve hadi gelin demek lazım.
Kanalizasyon"dan sonra bir daha film yapmayacağınıza dair haberler yer aldı medyada. Doğruluyor musunuz bu iddiaları?
Ben öyle bir şey demedim. Çok sıkılıyorum film yapmaktan. Kanalizasyon"u yaparken de sıkıldım, Ağır Roman"ı yaparken de Hemşo"da da Komser Şekspir"de de... Hepsinde çok sıkıldım ama sıkılmam bir şeyi değiştirmiyor. İş güzel oluyor "İyi ki yapmışsın," diyor herkes. Ben de "Hıhı," diyorum. İş kötü olunca da "Allah belanı versin," diyorlar, o zaman da "Tamam," diyorum. Bu bir iş... Bazısı iyi bazısı kötü olur. Kanalizasyon"u yapmasaydım, bir zaman yönetmenliğimi yapmış olan Alper Mesçi"ye karşı çok büyük ayıp etmiş olacaktım. Ben senaryoyu bile okumadan girdim ve çok da memnunum o işi yaptığım için. "Çok abartılı oynamış," diye eleştiriliyorum ne yapacaktım!
"TELEVİZYON PORNOGRAFİKTİR"
Dizi oyuncusu gibi gözümü belerterek bir meseleyi yarım saatte anlayarak mı oynayacağım? Adamlar telefonunun çaldığını dramatik olarak yarım saatte idrak ediyor. Önce telefon çalıyor sonra adamın suratını görüyoruz, telefonun çaldığını beyninin algılamasını görüyoruz ve telefonu açışında bir delikanlılık görüyoruz. Telefona karşı bu delikanlılık neden, onu da anlamıyorum. Telefonu açıyor, bir jestle konuşuyor ve her şey telefonda oluyor. Biraz da sokak telefonları, ankesörlüler kullanılsa... Mesela adam telefon edeceğine oraya kadar gitse daha iyi olmaz mı, dizi daha heyecanlı olur bence. Böyle alelade bir oyunculuk anlayışı çıktı. Konservatuarda öğrendiğimiz bir şeydi bu "ortaya konan sanat mıdır, yoksa alelade bir şeyin tekrarı mı?"
Ben tabii ki oyuncu olarak kendi maceram içinde bir şeyleri araştıracağım. Kanalizasyondaki adamın da bayağı abartılı bir dramatik hikâyesi var. O hikâyeyi çıkartmak için de abartılı bir oyunculuk yapılacak tabii. Sonuçta izleyici ikna edici bulmuyorsa bulmaz; çünkü adamı haftada bilmem kaç gece televizyonda görürsen, üstelik herhangi bir dizide anne, baba, katil, delikanlı, mafya rolünde... Üstelik adam bütün vücudunu çıplak bir halde senin önüne sürüyorsa tabii ki inanmazsın! Televizyon biraz pornografiktir. Bir porno filmde gördüğünüz erkek oyuncuyu herhangi bir filmde polis rolünde görseniz ikna olur musunuz? Televizyonun da böyle bir pornografisi var. O nedenle dizide oynayanları tembih ediyorlar: "Televizyona çıkma, radyoya çıkma, sokağa çıkma, bakkala gitme, kimseyle sevişme, anne babanla bile telefonda konuşma!" Dizi oyuncuları böyle şimdi. Benim programıma gelen dizi oyuncuları var; yaşı 20. Diyorum ki "Sen nasıl bir tipsin?" Dizideki tipi anlatıyor bana. "Ben seni soruyorum," diyorum "Dizideki tipi sormuyorum." Diziden gayrı bir tip yok ki herifte, dizideki tipi var ve onu anlatıyor. Yani bu da garip bir travma... Böyle bir şizofreni yaşıyoruz.
Sizi yeni filmlerde de görmeye devam edeceğimiz sonucunu çıkarıyorum anlattıklarınızdan.
Evet, evet!
"MOTORCU ADAM SEKSİDİR"
Cengiz Semercioğlu ile girdiğiniz polemiğin konusu olan motorlar...
Cengiz tatlı bir çocuktu, bir şey oldu bu çocuğa ben anlamadım. Motor konusunda da şunu anlatmaya çalışıyorum: Bana sorarsan skooter motordan daha medeni... Bisikletse skooter"den daha medeni... Ben kadın olsam motorcu bir adamı çok seksi bulurdum. Kadın değilim hâlâ çok seksi buluyorum. Skooter"li bir adamı hem seksi hem entelektüel buluyorum ama bisiklet kullanan bir adamın yatakta çok başarılı olacağından eminim! En seksi, en entelektüel, en muhteşem onu buluyorum. Benim altımda bir motor var. Adı Agusta... Bakıyorsun "Vaaay, motora bakın." Ya da altımda bir motor var, Hayabusa... "Hiii, dünyanın en pahalı motoru, alamıyoruz." İyi de 17 bin Euro"ya aldım. Ben bu paraya az para demiyorum ama bu kadar muhabbeti yapılan, hayranlıkla gösterilen şeyin bir diğer taşıt versiyonu olan arabayı ele alalım, Ferrari olur ve 350 bin Euro fiyatı... Bu parayla kaç tane Hayabusa alacağını düşün! Aslında senin altına çekeceğin, ayağını yerden kesecek olan ve haftalık 25-30 lira benzin parasıyla kullanabileceğin, doğaya saygılı, insanları ezemeyeceğin ki ezemesin kolay kolay, trafik sıkışıklığında işine yarayan medeni bir şehir aleti olan skooter ya da motora 2 -3 bin liraya da binilebilir. Bende para var alabildiğim en pahalısı bu...
Peki, 150 bin lira mı motorlarınızın toplam ederi?
Hayır değil ama öyle olsa ne olur? Vazgeçtiğim, sattığım arabamın fiyatı 180 bin Euro"ydu. Trafikte dolaşırken de hiç çakozlanmıyordu. Audi A8 Long arabam vardı. Kendini belli etmeyen bir araba, diye aldım ve kimse fark etmiyordu. Şimdi o arabayı sevmiyorum, küçük bir aile arabası alacağım ve ailecek dolaşacağız. Onun hiç bu kadar şaşası yoktu, "Vaay, Okan geliyor," diye bir şey yoktu. Ben Lucca"nın önüne bisikletimle yaklaştığım zaman -bisikletimle aynı renk bir Ferrari vardı orada- Ferrari"yi çektiriyordum: "Şu Ferrari"yi öne al da benim bisikleti al oraya park et." Vale de beni sevdiği için yapıyordu ve Ferrari sahibi herif de bozuluyordu bu duruma. Bütün kızlar da beni alkışlıyordu, herife bakmıyordu. Sen olsan araba alır mısın? Benim anlatmaya çalıştığım bu! Cengiz kendi kendine gelin güvey olmuş, bana ne. Ayrıca da tatlı çocuktur o n"oldu, bir şey oldu ona.
Defne Samyeli"ni programa aldınız ve hiç soru sormadığınız için ziyadesiyle eleştirildiniz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Basitçe anlatayım, bizim programdan Defne"yi çağırdıklarında bir hafta öncesiydi. Kız röportajın çıktığı gün geldi. Ayrıca bana ne! Bunların anladığı böyle cıvık cıvık, yapışkan, ıslak medyacılığı yapmıyorum ben. Ben kendi işimi yaparım onlar kendi işini yapar. Onların mezhebi, anlayışları buysa buna da gazetecilik diyorlarsa, onlar bunu yapsın. Ben yapmam. Artı ben bire bir "interview" yapmıyorum, masada 6 kişi var. Ben bir insanın özel hayatını, oradaki 6 kişiye üstelik o kadar televizyon seyircisinin önünde soramam. O röportaj ne kadar okunuyor? Gazetenin sattığını 3"le çarpın, o kadar...
Benim programımı izleyen insanların o sayının kaç katı olduğunu düşünelim. Ben bunları yapmam. Benim mesleki ve kişisel olarak anlayışım buna uymuyor. Ben niye o soruyu soracakmışım ki onu siz merak ediyorsunuz, dedikoducu karılar! Ben hiç merak etmiyorum. Hem biz buna niye alet oluyoruz? Sen de gazetecisin, ben eşimle kavga etsem ve diyelim sana eşimi şikâyet etsem, bin türlü de aslında aramızda namahrem olan şeyi sana anlatsam, sen mal bulmuş mağribi gibi gider bunu yazar mısın hemen? Değil mi, senin de mesleki bir anlayışın var. Nesin sen, dedikoducu kadın mı? Ben öyle bir ailede yetiştim ki komşudan gelen kavga sesini duymak ayıptı. Komşu isterse avaz avaz kavga edebilir, yan dairede cinayet çıkabilir, bırak bundan konuşmayı, bunu duymak, oraya kulak kabartmak ayıptı. Bırak bunu konuşmayı, yaymayı. Bu saatten sonra medyadayız diye kişiliğimi mi değiştireyim?
(Söyleşinin devamına MediaCat Ekim sayısından ulaşabilirsiniz.)
Söyleşi: Fatma Akman