Medya halkın gerisine düştü diyen atv Haber Genel Yayın yönetmeni Erdoğan Aktaş medyanın yeni bir dile ihtiyacı olduğunu,entelektüel ve dürüst tavırla yeni kavramlar oluşturulması gerektiğini söyledi
Sonat Bahar'ın haberi
atv Haber Genel Yayın Yönetmeni Erdoğan Aktaş; başarılı seçim grafiklerini, referandum öncesi ve sonrası medyayı, haberciliğe bakışını, yazmaya başladığı romanı ve elbette derbi öncesi Beşiktaş'a duyduğu büyük aşkı anlattı
atv 14 aydır Erdoğan Aktaş yönetimindeki ekibe emanet. Refrandum sürecinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı konuk eden Aktaş ile basının referandum öncesi ve sonrası yayınlarıyla verdiği sınavı, kendisinin üç ayda verdiği kiloları ve Beşiktaş aşkını konuştuk.
- Referandum sonucunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca ilk kez çok daha fazla iç argümanlar nedeniyle bir değişiklik talebi oluyor, gündeme geliyor, oylanıyor ve halk da bu değişikliği kabul ediyor.
Sadece anayasal değişiklikleri değil, bu olayın oluş biçimini de çok önemsiyorum. Bu süreçte bir kesim memleketin kamplaşmaya gittiğini ima etti, ama bence burada bireysel tavır önemliydi.
Bu; 'Sigara kapalı yerlerde içilsin mi, içilmesin mi?' sorusuna yanıt vermek kadar basit aslında. Ama bazıları bunun arkasına çok başka şeyler koyarak kamplaşma olduğunu ima ettiler.
Kendilerine göre baskı grupları oluşturmaya çalıştılar. Sezen Aksu 'Hayır,' deseydi, bu kadar ciddi baskıyla karşılaşmayacaktı.
Sezen Aksu'nun bu kadar üstüne gidilmesi, neredeyse hain ilan edilmesi bu referandumun simgelerinden biridir.
Son derece terbiyesizce bir tavır. Kaldı ki, o Sezen Aksu, ne dese 'Eyvallah...' -Medya nasıl bir sınav verdi referandum sürecinde? - Medya Ankara'nın dahi bir hayli gerisinde.
Çünkü meseleleri göremedi ve analiz edemedi. Kendi analizleriyle yola çıkarak doğru sonuçlara ulaşamadı. Ama bu sadece son referandumun meselesi değil.
Medya uzun süredir halktan kopuk ve kendi halinde. Türk medyası, Türk halkını küçümseyerek bir yere varamayacağını anlayamadı.
MEDYANIN YENİ BİR DİLE İHTİYACI VAR
- Niye? Oranlar aşağı yukarı tahmin ediliyordu ama...
- Bunu 'evet' ya da 'hayır' sonucunu bilmek anlamında söylemiyorum. Halkın iradesine saygı duyma anlamında söylüyorum.
Halkın iradesini meclis temsil eder, meclis bir karar aldığı zaman, '411 el kaosa kalktı,' diye yazılmıştı. Şimdi 'Halkın yüzde 58'i kaosu destekledi' diye mi yazılacak?
Medya değişimi göremiyor sanki. Bazıları körü körüne ciddi bir particilikle 'evet'i, bazıları ise ciddi bir particilikle 'hayır'ı savundu. Türkiye'de sivil toplum örgütleri, medya, aydınlar son dönemde hiçbir konuyu gündeme getirmedi ya da gündem yaratmadı.
Bir tane bile örneği yok. Ankara'nın bile gerisine düştü medya. Çünkü bir siyasi lider bir şey söylüyor ve medya, sivil toplum örgütleri, aydınlar, sokaktaki insan herkes bunu tartışıyor.
Kimse 'Durun şöyle bir nokta var,' demiyor, dese bile bu topluma ulaşmıyor. Medya halkın gerisine düştü, halka ulaşamıyor.
- Neden?
- 3-5 bin satan bir gazete kurup, o gazetenin köşesinden yeni bakanlar kurulu kurmaya çalışanlar oldu. Medyanın yeni bir dile ihtiyacı var. Gelişen olaylara karşı, entelektüel ve dürüst tavır koyarak yeni kavramlar oluşturulması gerekiyor.
- Bol bol ahkâm kesen bir sürü isim var ekranlarda, gündem yaratamadıkları için mi ahkâm kesiyorlar?
- Biz birbirimizi yaftalıyoruz. O yandaş, bu kandaş, şu candaş... Mesele medya elitlerinin kendi arasındaki sığ tartışması olarak kalıyor.
Hangi siyasi görüşte olursa olsun, gittikçe halktan kopuyorlar. Sosyal medyada bile insanlar sanal ortamda sürekli birbirleriyle kavga ediyor.
Çünkü kimse var etme çabasında değil, var olma çabasında... 'Öyle bir laf sokuşturayım ki, herkes beni konuşsun,' tavrındalar.
Herkes slogan yaratma çabasında ama kimse eylem peşinde değil. Twitter'da bir oylama yapılmış olsa CHP kazanırdı. Ama Türkiye Twitter değil. Gerçeklerden kopmamak gerekiyor.
- Habercinin işi halkladır. Medya halkın bu kadar uzağına hangi noktada düştü?
- Medya elitlerinin bir kısmı, sıfıra yakın tirajlarına rağmen halkı yönlendirmeye çalıştı. Hatta direkt siyaseti yapılandırmaya çalışan medya elitleri çıktı. Kopuş bundan öncesinde zaten başlamıştı.
Halkla, medyanın gündemi farklıydı. Herkes fildişi kulelerde oturmaya başlamıştı. Türkiye gerçeğine kendi çevrelerinden bakıyorlar. Gazetecilik iddian varsa bakış açını değiştirmen gerekiyor.
Ama insanlardan kopuk, gittikçe şişen egolarını beslemekle yaşamını sürdüren medya elitleri, bir süre sonra halkın okuyamayacağı bir pozisyona geliyor.
Ama bunu da kabul etmiyorlar. Medyada birbirinden farklı düşünenler, birbirine hakaret etmeye başladı. Sonra demokrasiyi savunuyoruz.
GAZETECİ STAR OLMAZ, HABERİ STAR OLUR
- Referandum sonucunda birtakım gazeteler sosyologlara 'Neden böyle oldu?' sorusunu sormaya başladı.
- Gazetecelik yaparken halka bir medya unsurunu sunmanın üzerinde, Türkiye'yi biçimlendirme, insanların kılık kıyafetlerini biçimlendirme, yaşam şekillerini biçimlendirme, siyaseti biçimlendirme kaygısıyla hareket edersen, geldiğin noktada şaşırırsın tabii.
Çünkü asli görevlerinden uzaklaşmış durumda. Herkes 'Ben bir köşe yazısı yazacağım ve herkes beni konuşacak,' derdine düşmüşler.
Kimse 'Ben şöyle bir haber yazacağım köşemde ve Türkiye bu haberi konuşacak,' demiyor. Aslında sorunu Konfüçyüs'un şu sözü çok güzel özetliyor: Kuyu derin değil, ip kısa.
- Kendileri konuşulsun derdine mi düşmüşler?
- Herkes var olma derdinde, var etme derdinde değil. Gazeteci star olmaz, gazetecinin haberi star olur. Sürekli iyi haber yapan gazeteci de popüler olur.
Artık öyle biri kalmadı. Herkes kendini pazarlama derdinde. Bence yabancılaşma kavramı medyada çok büyük bir hastalık haline dönüştü.
Söz konusu kavramı felsefe dünyası ve psikoloji dünyası da çok sık kullanmıştır. Televizyon ya da gazetede bir şeyler üreten insanlar eğer kendilerine de hakim olamıyorlarsa, bir süre sonra yaptıkları şeye yabancılaşıyorlar.
Televizyonda gördüğün kişiyle yanında oturan aynı kişi olmuyor. Bunun nedeni; popüler olma kaygısı. Herkes beni tanısın kaygısıyla, zaman zaman marjinalleşen, halktan kopan işler yapmaya başlıyorlar.
Çünkü derdi kendisi... Böyle olunca aynı kişi ikiye bölünüyor. Gerçekte başka, ekranda başka garip insanlar ortaya çıkıyor. Garip garip sözler duyup, saldırganlıklara şahit oluyoruz.
Şöyle bir algı oluştu; 'Ben televizyona çıkarım, karşıma da falanca olur, ona öyle bir laf sokarım ki, sesimi yükseltirim halk beni seyreder.' Sonra dışarda tebrikleri kabul eder.
ÜRETEN İNSANLAR AZALDI
- Herkes Erman Toroğlu gibi mi olmak istiyor yani?
- Herkes popüler olma derdinde... Medyada her an herkesin popüler olabilme olasılığı bu tip insanları hasta yapıyor. Özellikle kendini bilmezler hasta oluyor.
Bu insanlar önce halktan kopuyor, sonra ruh sağlıklarını yitiriyorlar. Gazetecilik yapmıyor, şahsi top oynuyor, bir çıkar peşinde koşuyor.
- Eskiden bu işin bir raconu vardı, her önüne gelen siyasi tartışma programı yapamazdı.
- Sektörün içinde bulunduğu maddi koşullar yüzünden. Çünkü herkes işin kolayına kaçıyor. Haber yapmak para gerektirir. Herkes tembellik yapıyor, yeni bir şey üretmiyor. Buna rağmen güzel, çünkü özgürce konuşmak güzel. O kadar çok mecra oluştu ki, herkes her bilgiye ulaşabiliyor.
Her akşam önce çocukları, sonra formamı öperim
- Beşiktaş konusuna geleceğim...
- Aşk...
- Kimin yüzünden Beşiktaşlısınız?
- Neden Beşiktaşlı olduğumun cevabı şu: Zeki, çevik ve ahlaklıyım da o yüzden (gülüyor). Büyük abim Beşiktaşlı, onun etkisi olmuştur. Beşiktaşlılık biraz azınlık duygusu.
Mahallende yoktur, okulunda azdır Beşiktaşlı. Renkleri de güzel. İnsanoğlu tavır takındığında ya siyahtır ya beyaz, bulanık olmayacak.
16 yaşına kadar ciddi bir başarı görmediğim halde Beşiktaşlıydım. Çünkü tribünü, taraftarı, semti, sosyal ve politik olaylara tavrıyla duyarlı olan bir insan kitlesi...
Ben Beşiktaş yazarken sonuna da 'k' koyuyorum; Beşiktaşk oluyor. İnsan nasıl evlatları bir hata yapınca kızmazsa Beşiktaş sevgisi de öyle. Sonucu değil kendisini seviyorum.
Biz ailecek Beşiktaşlıyız. Benim karım Beşiktaşlı olmasa çocuklar kan uyuşmazlığından ne hale gelir (gülüyor). Aile hayatımızda da Beşiktaş önemli.
Hafta sonu programımız hep Beşiktaş'a göre yapılır. Her akşam çocuklarımdan sonra formamı öper öyle yatarım.
- Yok artık, her akşam mı?
- Her akşam Sonat.
- Twitter'ı ne olarak kullanıyorsunuz?
- Twitter çok önemli bir gazetecilik alanı artık. Bütün dünya orada. Medyanın tüm unsurlarının da burada yer alması gerekiyor artık. Yani ben Twitter'ı sadece bir sosyal paylaşım sitesi olarak görmüyorum.
atv Haber'e dair önyargıları kırdık
- Siz atv Haber 'in başına geçeli 14 ay oldu... Nasıl geçti bu süreç?
- İzlenme oranını yükseltmeye çalıştık. Sanırım bunda başarılı olduk. atv Haber , yine dört büyük kanal içinde bir yarışa girdi.
İnsanlar alışılageldiği üzere atv Haber merkezinin ciddi gazetecilik yapan, objektif haber sunan bir yer olduğu algısına sahip oldular.
Bu en önemlisiydi aslında. Çünkü yanlış birtakım algılamalar olmuş, o algı yanlış yönetilmiş ve ortaya bir imaj çıkmış. Bu imajı ve önyargıyı yıkmaya çalıştık.
Ama Einstein'ın dediği gibi önyargıyı yıkmak atomu parçalamaktan zor.
- atv Haber' in anchorman'i Cem Öğretir, birçok tecrübeli ismin arasına deyim yerindeyse savaşa sürdünüz, bu bir riskti...
- Burada geliyoruz Türkiye meselesine... Türkiye'nin değişime ihtiyacı var, hepimiz yeni bir şey yaratmak zorundayız. Hepimiz yeni yüzler, yeni muhabirler, yeni prodüktörler yaratmak zorundayız.
Cem Öğretir, hem yeni bir yüz hem tecrübeli biri ve muhabirlikten geliyor. Arkasında da çok ciddi bir ekip var. Cem tanınmış biri değildi, rakipleri kadar tecrübeli değildi ama yeni, farklı, temiz bir haberci olarak iş yapıyor.
atv Haber merkezi Türkiye'nin en iyi editör kadrosuna sahip. Uygar Eremektar, Mustafa Aşçıoğlu, Faruk Demirel, Kadir Bayram, Alper Altuğ, Zafer Balkan, Murat Gener gibi isimlerden oluşan güçlü bir editöryal kadromuz var.
Üç buçuk ayda 20 kilo verdim
- Ne oldu da böyle zayıfladınız?
- Çok sağlıksız besleniyordum. Taylan Kümeli çok iyi arkadaşım, onunla karşılaştım, 'Bu ne hal?' dedi.
Ve periyodik olarak her perşembe Taylan'a gittim ve üç buçuk ayda 20 kilo verdim. Referandum sürecinde ağırladığım konuklar arasında günün konusu benim zayıflamam oldu.
Başbakan, danışmanları, bakanlar hep bunu soruyor. Hasta değilim, ağırlıkları attım.
- Gün nasıl başlıyor, nasıl bitiyor sizin için?
- Çocuklarımı öperek başlıyor ve bitiyor. O arada sabah toplantımız var 10.30'da, haber kanalı toplantılarımız oluyor, öğle toplantısını yapıyoruz, akşam bülteni seyrediyoruz, eve gittiğimde gecenin bir kısmını kendime ayırıyorum, yazı yazıyorum.
Uyumayı pek sevmem. Uykuda geçen zaman, bana kayıp gibi geliyor. Rutin ama kendi içinde değişkenliği olan bir gün oluyor.
- Yazı yazıyorum dediniz, yeni bir kitap projesi mi?
- Notlarını alıyorum, iki ayrı çalışma var. İkisinden birini tercih edip yazacağım. Bir roman, hayata dair.
Çok yoğunum arada çıkar mı bilemiyorum. Bir kurgusu var ama roman kahramanım cinayet mi işleyecek bilmiyorum (gülüyor). Roman yazmak güzel...
- Habercilik insana paranoyak bir yapı kazandırıyor mu?
- 'Çocuklara bu olur mu?' endişesi duyuyorum zaman zaman . Muhabirlik dönemimde, ki sen de televizyon muhabirliği yaptın, tanık olduğum şeyleri keşke bir sistem olsa da beynimden atsam dediğim oluyor.
Mesele o çocuğun ölmeden önceki son bakışı, ayağı parçalanan askerin dua edişi, göçük altındaki çocuğun o sesi, savaştan kaçanların gözyaşları, keşke silebilmek mümkün olsa.
Yeni haber kanalı yolda
- Siz Turkuvaz Medya Grubu'nun yeni haber kanalının da başında olacaksınız, yayın ne zaman başlıyor?
- Stüdyolarımız inşa ediliyor. Teknik donanım bitmek üzere, prototip çalışmaları bitmek üzere. Sanıyorum birkaç ay sürecek çünkü yeni bir binaya taşınacağız.
Tüm bunların testleri bittikten sonra yüzde 100 haber veren, Türkiye'nin buluştuğu bir haber kanalı olacak. Sloganın içini dolduracak bir kanal olacak, yani Türkiye'nin buluştuğu bir haber kanalı olacak, çok ciddi habercilik yapacağız.
Çünkü SABAH gazetesinin ülke çapındaki ağ ve ağırlığı da var. Turkuvaz Grubu'nun iç içe geçeceği, egolardan arınmış bir yer yapacağız.
İyi olacağını düşünüyorum ama birkaç ay var. Kreatif anlamda çok ciddi bir çalışma içindeyiz.
İsimlerini saydığım editör arkadaşlarla aynı zamanda haber kanalının editöryal çalışmasını da yapıyoruz.