Albay'ın tahliyesiyle toplumun nabzı mı ölçüldü?
Ankara'da “müthiş” diye adlandırılan bir senaryo konuşuluyor.
Senaryoya göre, iddia olunan Ergenekon Örgütü'ne yönelik soruşturma ve dava sürecinin hakim ve savcıları, “bir şekilde” diskalifiye edilecek.
Daha mürekkebi kurumamış bir kararla, meslek ve özel hayatı alt üst edilen savcı Ferhat Sarıkaya örneğini hatırlayınca, öne sürülen iddiaları; itiraf edeyim ki senaryo olarak görmüyorum.
Bu iddialar, yaşanan süreçte ortaya çıkan parçaların birleştirilmesiyle netleşen bir fotoğrafın betimlemesi bana göre.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun 2009 yılı tayin ve terfi kararını henüz açıklamamış olmasına dayanan bu iddiaların asıl temeli, bana göre Albay Dursun Çiçek'in tahliyesinde gizli.
İlk bakışta, bir yargı kararıyla tutuklanmasına hükmedilen bir kişinin “hak olan itiraz” sonrası başka bir yargı kararıyla tahliye edilmesi normal değerlendirilebilir.
Çok yazıldı, çizildi…
Tahliyeye kadar geçen 24 saatlik süreçteki bazı gelişmelerin, “normal” algılanabilecek bu süreci “anormal”leştirdiği belirtildi.
ERGENEKON SORUŞTURMASINI BİTİRME PLANININ PROVASI
Bunların tamamına katılmamak elde değil.
Ancak olayın başka bir boyutuna dikkat çekmek için şu sorunun yanıtını aramakta fayda var:
Albay'ın, Ergenekon dava ve soruşturma sürecini derinden etkileyecek tutukluluk ve tahliye aşamalarıyla, toplumun tepkisel refleksi ölçülmüş, “Ergenekon dava ve soruşturmasını bitirme planının” provası uygulanmış olabilir mi acaba?
Bunu iddia eden de ben değilim ayrıca.
Malum, ilkini daha ortada Ergenekon diye bir soruşturma yokken kaleme alıp piyasaya çıkardığım kitaplardan dolayı (Ergenekon'un Çöküşü-1, Ergenekon'un Çöküşü-2, Kod Adı Darbe ve Konsept Savaşı) hakkımda açılan birçok dava için adliye koridorları neredeyse meskenim oldu.
Davaların konusu Ergenekon olunca da, adliyelerde bu konuyla yakından ilgilenen hakim ve savcılarla belirli sohbetler kaçınılmaz.
İşte bu sohbetlerden birini, Ankara Adliyesi'nde görevli kıdemli bir hakimle yaptık.
En çok merak ettiğim, Albay Çiçek ile ilgili tahliye kararı veren hakimin, böyle bir tasarrufta bulunmasının, nasıl bir hukuk temeline oturtulduğuydu…
Sohbet sırasında, sayın hakime bu soruyu yönelttiğimde aldığım cevaplarsa, bundan sonra atılacak adımlar konusunda adeta ipucu niteliğindeydi.
TAHLİYEDE İKTİDAR BÖYLE SORUMLU TUTULDU
Sayın hakim, adli mekanizmada, bu tür geçici görevlendirmelerin usule uygun olduğunu kabul ediyor.
Onun kabul edemediği, 30 yılı aşkın meslek sürecinde şekillenen meslek ahlakına sığdıramadığı, uzun saatler sonrasında incelemesi biterilerek, mahkemede tutuklanma talebini haklı kılacak kanaat oluşturan belge ve bilgilerin, kısacık bir zaman diliminde, sözde inceleme ile nasıl tahliye kararı verecek kanaate dönüştüğü?
Burada AK Parti iktidarını da sorumlu tutuyor sakınmadan.
Bu tür derin yapılarla mücadele süreçlerinde, bu yapıların, yargı ve kritik kamu kurumlarına sızacağı gerçeği hesaplanarak, soruşturma ve yargılamayı etkileyecek müdahaleleri enterne edecek hukuki altyapıları oluşturmakta acze düştüğü için eleştriyor AK Parti iktidarını.
Haksız da sayılmaz aslında.
TOPLUMUN GAZINI ALMA TAHLİYESİ
Bu eleştriden sonra da şu tüyler ürpertici tespitte bulunuyor:
“Şüpheli sıfatıyla ifadesine başvurulan, eldeki bilgi ve belgeler (kanuni yetkiler çerçevesinde gerçekleştirilen teknik takip sonuçları da dahil) ışığında, soruşturma konusu örgütün faal üyesi olduğu yönünde kanaate varılan Albay Dursun Çiçek'in, sağduyulu yargı çevrelerinde, yargı bağımsızlığı adına tedirginlik yaratan tahliye süreci, Ergenekon dava ve soruşturmasında yetkili yargı mensuplarının tasfiyesi planında, bir nevi toplumsal refleksi ölçme aşamasıdır. Bu aşama, bir anlamda, devam eden dava ve soruşturmayı kadük bırakacak adımların uygulama provasıdır”
Sayın hakim, amiyane deyimle, bu tahliye sürecinin, “toplumun gazını almaya yönelik bir eylem” olduğunu iddia ediyor.
Etkili ve kıdemli, aynı zamanda faal bir yargı mensubunun bu tespiti ile HSYK'nın bir türlü açıklamadığı ve “3. Ergenekon İddianamesi'nin beklendiği” iddialarını güçlendiren, hakim ve savcıların tayin ve terfi kararının belirsizliğini yan yana getirince, ürpermemek ve irkilmemek elde değil.
HUKUK DEVLETİ OLMA SÜRECİ
Hakimin sohbet sırasında dile getirdiği, “Soruşturma konusu bir plan belgesinin, gerçekliği ve sahteliği tartışmalarını ortadan kaldıracak şekilde uygulandığını, maalesef bu süreçten daha iyi anlatacak bir örnek bulamazdık” tespiti ise yukarıdaki öngörülerine güç katar nitelikte.
Planın, "Medya Faaliyetleri" bölümünde Ergenekon operasyonuna atıf yapılarak, TSK mensuplarının "masum" olduğu yönünde haberler yaptırılması istenen kısmını ele aldığımızda, sayın hakimin bu tespitinde haksız olmadığını görüyoruz.
Yine planda ifade edilen, “İrticai gruplar tarafından TSK başta olmak üzere devletin resmî kurumlarını yıpratmak üzere yoğun faaliyetler yürütülmekte, Ergenekon adı altında TSK'ya büyük emekleri geçmiş, emekli ve muvazzaf askerî personele yersiz ithamlarda bulunularak lekelenmeye çalışılmaktadır” görüşlerinin, Albay Çiçek ile ilgili yaşanan askeri ve adli yargı sürecindeki handikaplarla hayata geçirilmediğini Ergenekon avukatlarından başka kim iddia edebilir?
Anlaşılan önümüzdeki yakın zaman, Ergenekon dava ve soruşturması, doğal olarak da, “Türkiye'nin demokratik hukuk devleti olma mücadelesi” için tarihi bir dönemeç.
Eğer bu dönemeçte, devletin paçasına yapışan hem illegal hem de gayrimeşru oluşumlar, devletin hücrelerine zerk etmesini engelleyecek yargı süreciyle tasfiye edilmez, yine devletin etkili ve yetkili kadameleri tarafından uygulanan “kontrollü gerilim stratejisi” ile korunursa; bu ülkede ne yargıya, ne hukuka, ne de demokrasiye saygı kalır.
Acı olan da, bu kavramlara toplumun istisnasız her bireyini inandırmakla mükellef olan sorumluların, bu “strateji”nin aktörlüğünü benimsemiş olmasıdır.
Zihni Çakır / Gazeteci Yazar
AKTİFHABER
Ankara'da “müthiş” diye adlandırılan bir senaryo konuşuluyor.
Senaryoya göre, iddia olunan Ergenekon Örgütü'ne yönelik soruşturma ve dava sürecinin hakim ve savcıları, “bir şekilde” diskalifiye edilecek.
Daha mürekkebi kurumamış bir kararla, meslek ve özel hayatı alt üst edilen savcı Ferhat Sarıkaya örneğini hatırlayınca, öne sürülen iddiaları; itiraf edeyim ki senaryo olarak görmüyorum.
Bu iddialar, yaşanan süreçte ortaya çıkan parçaların birleştirilmesiyle netleşen bir fotoğrafın betimlemesi bana göre.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun 2009 yılı tayin ve terfi kararını henüz açıklamamış olmasına dayanan bu iddiaların asıl temeli, bana göre Albay Dursun Çiçek'in tahliyesinde gizli.
İlk bakışta, bir yargı kararıyla tutuklanmasına hükmedilen bir kişinin “hak olan itiraz” sonrası başka bir yargı kararıyla tahliye edilmesi normal değerlendirilebilir.
Çok yazıldı, çizildi…
Tahliyeye kadar geçen 24 saatlik süreçteki bazı gelişmelerin, “normal” algılanabilecek bu süreci “anormal”leştirdiği belirtildi.
ERGENEKON SORUŞTURMASINI BİTİRME PLANININ PROVASI
Bunların tamamına katılmamak elde değil.
Ancak olayın başka bir boyutuna dikkat çekmek için şu sorunun yanıtını aramakta fayda var:
Albay'ın, Ergenekon dava ve soruşturma sürecini derinden etkileyecek tutukluluk ve tahliye aşamalarıyla, toplumun tepkisel refleksi ölçülmüş, “Ergenekon dava ve soruşturmasını bitirme planının” provası uygulanmış olabilir mi acaba?
Bunu iddia eden de ben değilim ayrıca.
Malum, ilkini daha ortada Ergenekon diye bir soruşturma yokken kaleme alıp piyasaya çıkardığım kitaplardan dolayı (Ergenekon'un Çöküşü-1, Ergenekon'un Çöküşü-2, Kod Adı Darbe ve Konsept Savaşı) hakkımda açılan birçok dava için adliye koridorları neredeyse meskenim oldu.
Davaların konusu Ergenekon olunca da, adliyelerde bu konuyla yakından ilgilenen hakim ve savcılarla belirli sohbetler kaçınılmaz.
İşte bu sohbetlerden birini, Ankara Adliyesi'nde görevli kıdemli bir hakimle yaptık.
En çok merak ettiğim, Albay Çiçek ile ilgili tahliye kararı veren hakimin, böyle bir tasarrufta bulunmasının, nasıl bir hukuk temeline oturtulduğuydu…
Sohbet sırasında, sayın hakime bu soruyu yönelttiğimde aldığım cevaplarsa, bundan sonra atılacak adımlar konusunda adeta ipucu niteliğindeydi.
TAHLİYEDE İKTİDAR BÖYLE SORUMLU TUTULDU
Sayın hakim, adli mekanizmada, bu tür geçici görevlendirmelerin usule uygun olduğunu kabul ediyor.
Onun kabul edemediği, 30 yılı aşkın meslek sürecinde şekillenen meslek ahlakına sığdıramadığı, uzun saatler sonrasında incelemesi biterilerek, mahkemede tutuklanma talebini haklı kılacak kanaat oluşturan belge ve bilgilerin, kısacık bir zaman diliminde, sözde inceleme ile nasıl tahliye kararı verecek kanaate dönüştüğü?
Burada AK Parti iktidarını da sorumlu tutuyor sakınmadan.
Bu tür derin yapılarla mücadele süreçlerinde, bu yapıların, yargı ve kritik kamu kurumlarına sızacağı gerçeği hesaplanarak, soruşturma ve yargılamayı etkileyecek müdahaleleri enterne edecek hukuki altyapıları oluşturmakta acze düştüğü için eleştriyor AK Parti iktidarını.
Haksız da sayılmaz aslında.
TOPLUMUN GAZINI ALMA TAHLİYESİ
Bu eleştriden sonra da şu tüyler ürpertici tespitte bulunuyor:
“Şüpheli sıfatıyla ifadesine başvurulan, eldeki bilgi ve belgeler (kanuni yetkiler çerçevesinde gerçekleştirilen teknik takip sonuçları da dahil) ışığında, soruşturma konusu örgütün faal üyesi olduğu yönünde kanaate varılan Albay Dursun Çiçek'in, sağduyulu yargı çevrelerinde, yargı bağımsızlığı adına tedirginlik yaratan tahliye süreci, Ergenekon dava ve soruşturmasında yetkili yargı mensuplarının tasfiyesi planında, bir nevi toplumsal refleksi ölçme aşamasıdır. Bu aşama, bir anlamda, devam eden dava ve soruşturmayı kadük bırakacak adımların uygulama provasıdır”
Sayın hakim, amiyane deyimle, bu tahliye sürecinin, “toplumun gazını almaya yönelik bir eylem” olduğunu iddia ediyor.
Etkili ve kıdemli, aynı zamanda faal bir yargı mensubunun bu tespiti ile HSYK'nın bir türlü açıklamadığı ve “3. Ergenekon İddianamesi'nin beklendiği” iddialarını güçlendiren, hakim ve savcıların tayin ve terfi kararının belirsizliğini yan yana getirince, ürpermemek ve irkilmemek elde değil.
HUKUK DEVLETİ OLMA SÜRECİ
Hakimin sohbet sırasında dile getirdiği, “Soruşturma konusu bir plan belgesinin, gerçekliği ve sahteliği tartışmalarını ortadan kaldıracak şekilde uygulandığını, maalesef bu süreçten daha iyi anlatacak bir örnek bulamazdık” tespiti ise yukarıdaki öngörülerine güç katar nitelikte.
Planın, "Medya Faaliyetleri" bölümünde Ergenekon operasyonuna atıf yapılarak, TSK mensuplarının "masum" olduğu yönünde haberler yaptırılması istenen kısmını ele aldığımızda, sayın hakimin bu tespitinde haksız olmadığını görüyoruz.
Yine planda ifade edilen, “İrticai gruplar tarafından TSK başta olmak üzere devletin resmî kurumlarını yıpratmak üzere yoğun faaliyetler yürütülmekte, Ergenekon adı altında TSK'ya büyük emekleri geçmiş, emekli ve muvazzaf askerî personele yersiz ithamlarda bulunularak lekelenmeye çalışılmaktadır” görüşlerinin, Albay Çiçek ile ilgili yaşanan askeri ve adli yargı sürecindeki handikaplarla hayata geçirilmediğini Ergenekon avukatlarından başka kim iddia edebilir?
Anlaşılan önümüzdeki yakın zaman, Ergenekon dava ve soruşturması, doğal olarak da, “Türkiye'nin demokratik hukuk devleti olma mücadelesi” için tarihi bir dönemeç.
Eğer bu dönemeçte, devletin paçasına yapışan hem illegal hem de gayrimeşru oluşumlar, devletin hücrelerine zerk etmesini engelleyecek yargı süreciyle tasfiye edilmez, yine devletin etkili ve yetkili kadameleri tarafından uygulanan “kontrollü gerilim stratejisi” ile korunursa; bu ülkede ne yargıya, ne hukuka, ne de demokrasiye saygı kalır.
Acı olan da, bu kavramlara toplumun istisnasız her bireyini inandırmakla mükellef olan sorumluların, bu “strateji”nin aktörlüğünü benimsemiş olmasıdır.
Zihni Çakır / Gazeteci Yazar
AKTİFHABER