Pazar günü Danıştay'da anlamlı bir anma töreni vardı. Yüksek yargı temsilcileri törende hazır bulundu. Tören hüzünlüydü. Bu törende Danıştay 5. Daire Başkanı Salih Er bir konuşma yaptı.
Konuşması duygu yüklüydü. Ama bu konuşma mantığa ve her insanda mevcut olması gereken gerçeklik algılamasına bütünüyle aykırıydı. Hatibin etkileyici duygu yüklemelerine ve tonlamalarına kapılan salondakiler, konuşmayı uzun uzun alkışladılar. Ama bir yerde bir paradoks var. Oldukça garip bir paradoks. Anma töreni, menfur bir saldırı eseri hayatını kaybeden bir Danıştay üyesi için yapılıyor. Sonra bu cinayet, Türkiye'yi derinden sarsan bir davanın hareket noktası haline geliyor. Aradan geçen üç yılda bu cinayetin Ergenekon örgütü marifetiyle işlendiği iddiası ile yürüyen bir yargılama süreci devam ediyor. Konuşmacı ise aleni bir şekilde yargılama sürecine müdahale ediyor. Bu iddianın sahibi olan savcıları tehdit edip, bu cinayeti işlemekle suçlanan zanlılara sahip çıkıyor. Ne oluyor? Hüzünlü bir anma töreninde maktulü tazimle anmak yerine cinayete alkış mı tutuluyor?
Danıştay saldırısı yakın tarihimizin en önemli olaylarından biriydi. Katil, toplantı halindeki mahkemeyi elinde silahı ile basmış ve yargıçlara yaylım ateşi açmıştı. Saldırı doğrudan yargıçlara, yani yargıya yönelik bir saldırıydı. Görevi başındaki bir yargıcın ölümüyle sonuçlanan bir saldırı, dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun vahim bir olaydır. Nitekim bu saldırı üzerine Türkiye ayağa kalktı. Saldırı şiddetle tel'in edildi.
O gün gösterilen tepkilerden Cumhurbaşkanı'na ait olan, geçmişi bütünüyle yansıtıyor. Ahmet Necdet Sezer "Saldırı Cumhuriyetimize, onun ilkelerine yöneliktir" diyordu. Danıştay ise yayımladığı bildiride doğrudan AK Parti hükümetini suçluyordu. Bu saldırının nedenleri üzerine herkesin ikna olduğu muhakeme şuydu: Danıştay 2. Dairesi, başörtüsü yasağını genişleten bir karar vermişti. Başörtüsü yasağına karşı çıkan bir İslâmcı da, eline silahı alıp bu daire üyelerinin toplantısını basmıştı. Cinayeti işleyen basit bir militandı; ama hükümet partisinin beyanları ve birtakım medyanın kışkırtmaları onu cinayete azmettirmişti. Çünkü hükümet, 2. Daire'nin verdiği bu karara itiraz etmiş ve kamuoyu önünde tartışmaya girmişti. Bu durumda Laik Cumhuriyet, hükümet ve parlamentodan kaynaklanan vahim bir tehdit (yani demokratik bir kalkışma) altında idi. AK Parti hükümetine karşı etkili bir kampanya başlatıldı. Darbe, bu saldırıları engellemek ve laikliği korumak için tek çare gibi görünüyordu.
Ergenekon provokasyonu olarak DanIştay saldIrIsI
Aradan geçen üç yıl, hadisenin tam tersinin doğru olduğunu gösterdi. Bugün yargının peşinde olduğu senaryo şöyle: Darbe peşinde koşanlar, darbe gerekçesi icat etmek için provokasyonlara girişiyorlar. Darbe gerekçesi olarak laikliğin tehlikede olduğunu ispatlayabilmek amacıyla aralarında bu menfur cinayetin de bulunduğu bir dizi provokasyon tertipliyorlar. Gladyo'nun Bologna tren istasyonuna düzenlediği saldırı, İtalyan Kontr-gerilla davasında ne anlam taşıyorsa; Türkiye'nin Ergenekon davasında da Danıştay saldırısı o kadar merkezî bir önem taşıyor. Son olarak Yargıtay'ın vermiş olduğu karar, Ergenekon davası ile Danıştay saldırısı arasındaki organik ilişkinin izinin sürülmesi anlamına geliyor. Kısaca, Türkiye devlet içine çöreklenmiş bir ahtapotu andıran Ergenekon örgütünü, Danıştay saldırısında kıskıvrak suçüstü yakalayarak çökertmeye uğraşıyor.
Peki o zaman, Danıştay 5. Daire Başkanı Salih Er'in bu gelişmelerden haberi yok mu? Yabancı biri konuşmayı dinlese ne düşünür? Danıştay yargıcı konuşmasında "Türkiye'de türban sorunu yokken, bu konuyu kaşıya kaşıya günümüze taşıyanlar bu saldırı karşısında bugün de düşünmelidirler" derken "düşünerek ya da düşünmeden edilen sözlerin, kurulan tümcelerin sonunun nereye vardığını görerek bir kez daha düşünmelidirler" vurgusunu yaparken "yargı mensupları yerine ulemayı koyanlar, onlara danışarak hareket edenler, bulundukları makamın ağırlığını, sorumluluğunu duymaktan uzak olanlar, bugün yeniden düşünmelidirler" diye dönüp dönüp aynı şeyi tekrarlarken bu cinayetin planlayıcısı ve azmettiricisi olarak Ergenekon'dan bahsediyor olamaz; öyle değil mi? Peki neden bahsediyor? Üç sene önce saldırıdan hemen sonra sıcağı sıcağına provokasyona beyanlarıyla katkıda bulunanların söylediklerini neden tekrarlıyor? 5. Daire Başkanı Salih Er, Türkiye'de yaşamıyor mu? Olan bitenlerden haberi yok mu? Söylediği sözlerin, tam da provokasyoncuların değirmenine su taşımak anlamına geldiğinin, bundan sonra da benzer provokasyonları (işe yaradığı ispatlandığı için) yüreklendireceğinin farkında değil mi?
Bu kadarı bilgi eksikliği ile açıklanamaz. Çünkü Salih Er, Danıştay saldırısının da içinde yer aldığı Ergenekon davası savcılarını baskı altına almaya girişiyor. Onları "insan onuruna sahip çıkmamakla", "soruşturmaların gizliliği konusunda duyarlılık göstermemekle", "sanıkları sabahın erken saatinde evlerinden almakla", "anlatımları yandaş basına aktarmakla" itham ediyor. Bu eleştirileri yapanın da bir yargıç olduğunu hatırlatmamıza gerek var mı? Ama can alıcı nokta şu: Ergenekon savcılarına eleştirinin, Özbilgin'i anma konuşmasında yer almasının ne anlamı var?
Toplantı, 2. Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in aziz hatırası için yapılıyor. Ama Danıştay Yargıcı'nın duygusal dokundurmalarla sahip çıktığı kişiler, Mustafa Yücel Özbilgin'i öldürme emri vermekle itham edilen ve bu iddia ile yargılanan zanlılar. Özbilgin'in acı kaybından değil, Özbilgin'i öldürmekle itham edilenlerin "devlete yıllarca hizmet etmiş kişiler" olmasından, gözaltına alınarak "örselenmiş ruhlarından", "ceplerinde kalbi kırık ömürler ve tansiyon hapıyla dolaşmalarından" dem vuruyor. Elbette Ergenekon davasından yargılananlar 'suçlu' değil 'zanlı' sıfatını taşıyorlar. Ortada bu çerçeve içine bile sığmayacak bir tuhaflık yok mu? Bu örgüte isnat edilen bir cinayetin maktulünün anıldığı bir toplantıda, bu suçtan yargılanan zanlılara -üstelik yargıya müdahale edilerek- ahlar vahlar edilmesinde bir tuhaflık yok mu? Konuşma yapan yargıç "Borsanın, doların, silah, ilaç sanayiinin, emperyal güçlerin egemen olmadığı" bir dünya özlemini dile getirirken galiba kendini ele veriyor. Bu keskin marjinal-ideolojik retorik kime ait? Bir yargıca ait olamaz, olmamalı. Bu kadar basmakalıp bir sloganı konuşmasına alan birinin vereceği kararlardan en azından borsacıların, bankacıların ve ilaç sanayiinde iş görenlerin emin olamayacağı ortada değil mi?
Geriye ne anlama geldiğini bir türlü çözemediğim bir cümle kalıyor. Danıştay 5. Daire Başkanı, Danıştay saldırısını kastederek "...katilin geçmişi söylemleri üzerinden sonuca varmayı yeterli görenler, bilgi kirliliği ve yönlendirmeler karşısında, düşünce pencerelerini biraz daha aralamalıdırlar" diyerek bir mesaj veriyor. Bu mesajı kime veriyor? Üç yıl önce menfur bir saldırı eseri hayatını kaybeden Mustafa Yücel Özbilgin'i saygı ve rahmetle anıyorum. Farkında olmadan provokasyonlara çanak ve cinayete alkış tutanları ise sağduyu ve aklıselime davet ediyorum.
Konuşması duygu yüklüydü. Ama bu konuşma mantığa ve her insanda mevcut olması gereken gerçeklik algılamasına bütünüyle aykırıydı. Hatibin etkileyici duygu yüklemelerine ve tonlamalarına kapılan salondakiler, konuşmayı uzun uzun alkışladılar. Ama bir yerde bir paradoks var. Oldukça garip bir paradoks. Anma töreni, menfur bir saldırı eseri hayatını kaybeden bir Danıştay üyesi için yapılıyor. Sonra bu cinayet, Türkiye'yi derinden sarsan bir davanın hareket noktası haline geliyor. Aradan geçen üç yılda bu cinayetin Ergenekon örgütü marifetiyle işlendiği iddiası ile yürüyen bir yargılama süreci devam ediyor. Konuşmacı ise aleni bir şekilde yargılama sürecine müdahale ediyor. Bu iddianın sahibi olan savcıları tehdit edip, bu cinayeti işlemekle suçlanan zanlılara sahip çıkıyor. Ne oluyor? Hüzünlü bir anma töreninde maktulü tazimle anmak yerine cinayete alkış mı tutuluyor?
Danıştay saldırısı yakın tarihimizin en önemli olaylarından biriydi. Katil, toplantı halindeki mahkemeyi elinde silahı ile basmış ve yargıçlara yaylım ateşi açmıştı. Saldırı doğrudan yargıçlara, yani yargıya yönelik bir saldırıydı. Görevi başındaki bir yargıcın ölümüyle sonuçlanan bir saldırı, dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun vahim bir olaydır. Nitekim bu saldırı üzerine Türkiye ayağa kalktı. Saldırı şiddetle tel'in edildi.
O gün gösterilen tepkilerden Cumhurbaşkanı'na ait olan, geçmişi bütünüyle yansıtıyor. Ahmet Necdet Sezer "Saldırı Cumhuriyetimize, onun ilkelerine yöneliktir" diyordu. Danıştay ise yayımladığı bildiride doğrudan AK Parti hükümetini suçluyordu. Bu saldırının nedenleri üzerine herkesin ikna olduğu muhakeme şuydu: Danıştay 2. Dairesi, başörtüsü yasağını genişleten bir karar vermişti. Başörtüsü yasağına karşı çıkan bir İslâmcı da, eline silahı alıp bu daire üyelerinin toplantısını basmıştı. Cinayeti işleyen basit bir militandı; ama hükümet partisinin beyanları ve birtakım medyanın kışkırtmaları onu cinayete azmettirmişti. Çünkü hükümet, 2. Daire'nin verdiği bu karara itiraz etmiş ve kamuoyu önünde tartışmaya girmişti. Bu durumda Laik Cumhuriyet, hükümet ve parlamentodan kaynaklanan vahim bir tehdit (yani demokratik bir kalkışma) altında idi. AK Parti hükümetine karşı etkili bir kampanya başlatıldı. Darbe, bu saldırıları engellemek ve laikliği korumak için tek çare gibi görünüyordu.
Ergenekon provokasyonu olarak DanIştay saldIrIsI
Aradan geçen üç yıl, hadisenin tam tersinin doğru olduğunu gösterdi. Bugün yargının peşinde olduğu senaryo şöyle: Darbe peşinde koşanlar, darbe gerekçesi icat etmek için provokasyonlara girişiyorlar. Darbe gerekçesi olarak laikliğin tehlikede olduğunu ispatlayabilmek amacıyla aralarında bu menfur cinayetin de bulunduğu bir dizi provokasyon tertipliyorlar. Gladyo'nun Bologna tren istasyonuna düzenlediği saldırı, İtalyan Kontr-gerilla davasında ne anlam taşıyorsa; Türkiye'nin Ergenekon davasında da Danıştay saldırısı o kadar merkezî bir önem taşıyor. Son olarak Yargıtay'ın vermiş olduğu karar, Ergenekon davası ile Danıştay saldırısı arasındaki organik ilişkinin izinin sürülmesi anlamına geliyor. Kısaca, Türkiye devlet içine çöreklenmiş bir ahtapotu andıran Ergenekon örgütünü, Danıştay saldırısında kıskıvrak suçüstü yakalayarak çökertmeye uğraşıyor.
Peki o zaman, Danıştay 5. Daire Başkanı Salih Er'in bu gelişmelerden haberi yok mu? Yabancı biri konuşmayı dinlese ne düşünür? Danıştay yargıcı konuşmasında "Türkiye'de türban sorunu yokken, bu konuyu kaşıya kaşıya günümüze taşıyanlar bu saldırı karşısında bugün de düşünmelidirler" derken "düşünerek ya da düşünmeden edilen sözlerin, kurulan tümcelerin sonunun nereye vardığını görerek bir kez daha düşünmelidirler" vurgusunu yaparken "yargı mensupları yerine ulemayı koyanlar, onlara danışarak hareket edenler, bulundukları makamın ağırlığını, sorumluluğunu duymaktan uzak olanlar, bugün yeniden düşünmelidirler" diye dönüp dönüp aynı şeyi tekrarlarken bu cinayetin planlayıcısı ve azmettiricisi olarak Ergenekon'dan bahsediyor olamaz; öyle değil mi? Peki neden bahsediyor? Üç sene önce saldırıdan hemen sonra sıcağı sıcağına provokasyona beyanlarıyla katkıda bulunanların söylediklerini neden tekrarlıyor? 5. Daire Başkanı Salih Er, Türkiye'de yaşamıyor mu? Olan bitenlerden haberi yok mu? Söylediği sözlerin, tam da provokasyoncuların değirmenine su taşımak anlamına geldiğinin, bundan sonra da benzer provokasyonları (işe yaradığı ispatlandığı için) yüreklendireceğinin farkında değil mi?
Bu kadarı bilgi eksikliği ile açıklanamaz. Çünkü Salih Er, Danıştay saldırısının da içinde yer aldığı Ergenekon davası savcılarını baskı altına almaya girişiyor. Onları "insan onuruna sahip çıkmamakla", "soruşturmaların gizliliği konusunda duyarlılık göstermemekle", "sanıkları sabahın erken saatinde evlerinden almakla", "anlatımları yandaş basına aktarmakla" itham ediyor. Bu eleştirileri yapanın da bir yargıç olduğunu hatırlatmamıza gerek var mı? Ama can alıcı nokta şu: Ergenekon savcılarına eleştirinin, Özbilgin'i anma konuşmasında yer almasının ne anlamı var?
Toplantı, 2. Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in aziz hatırası için yapılıyor. Ama Danıştay Yargıcı'nın duygusal dokundurmalarla sahip çıktığı kişiler, Mustafa Yücel Özbilgin'i öldürme emri vermekle itham edilen ve bu iddia ile yargılanan zanlılar. Özbilgin'in acı kaybından değil, Özbilgin'i öldürmekle itham edilenlerin "devlete yıllarca hizmet etmiş kişiler" olmasından, gözaltına alınarak "örselenmiş ruhlarından", "ceplerinde kalbi kırık ömürler ve tansiyon hapıyla dolaşmalarından" dem vuruyor. Elbette Ergenekon davasından yargılananlar 'suçlu' değil 'zanlı' sıfatını taşıyorlar. Ortada bu çerçeve içine bile sığmayacak bir tuhaflık yok mu? Bu örgüte isnat edilen bir cinayetin maktulünün anıldığı bir toplantıda, bu suçtan yargılanan zanlılara -üstelik yargıya müdahale edilerek- ahlar vahlar edilmesinde bir tuhaflık yok mu? Konuşma yapan yargıç "Borsanın, doların, silah, ilaç sanayiinin, emperyal güçlerin egemen olmadığı" bir dünya özlemini dile getirirken galiba kendini ele veriyor. Bu keskin marjinal-ideolojik retorik kime ait? Bir yargıca ait olamaz, olmamalı. Bu kadar basmakalıp bir sloganı konuşmasına alan birinin vereceği kararlardan en azından borsacıların, bankacıların ve ilaç sanayiinde iş görenlerin emin olamayacağı ortada değil mi?
Geriye ne anlama geldiğini bir türlü çözemediğim bir cümle kalıyor. Danıştay 5. Daire Başkanı, Danıştay saldırısını kastederek "...katilin geçmişi söylemleri üzerinden sonuca varmayı yeterli görenler, bilgi kirliliği ve yönlendirmeler karşısında, düşünce pencerelerini biraz daha aralamalıdırlar" diyerek bir mesaj veriyor. Bu mesajı kime veriyor? Üç yıl önce menfur bir saldırı eseri hayatını kaybeden Mustafa Yücel Özbilgin'i saygı ve rahmetle anıyorum. Farkında olmadan provokasyonlara çanak ve cinayete alkış tutanları ise sağduyu ve aklıselime davet ediyorum.