Terörün ve onu yönetenlerin en büyük hedefi ülkeyi yönetilemez hale getirmek.
Dün başta, Devrimci Karargâh isimli örgütün Bostancı'daki hücre evi olmak üzere 60 eve baskın yapılması ve 40 kişinin gözaltına alınması, terörü yeniden gündemimize taşıdı.
Aynı zamanda bu belanın ideolojisi ve amaçları üzerine bir kere daha düşünmemize sebep oldu. Bugün, "Terörün gerçekten toplumsal ideolojik bir karşılığı var mıdır? En azından sol düşünceye dayalı bir ideolojiye sahip midir?" soruları öne çıkıyor ve bu konuda kamuoyunun çok ciddi şüphelerinin olduğu muhakkak. Her terör eyleminden sonra bir kez daha anlaşılıyor ki, bu eylemler aslında Türk siyasetine yön verme çabalarından başka bir şey değil. Çatışmada ölü ele geçirilen Orhan Yılmazkaya'nın dört Ergenekon sanığı ile telefon görüşmelerinin tespit edilmesi de bu düşüncelerimizi teyit ediyor.
Terörün ve onu yönetenlerin en büyük hedefi ülkeyi yönetilemez hale getirmek. Nitekim 12 Eylül öncesi sahneye konulan terör de sonuçta ülkeyi yaşanmaz ve yönetilemez hale getirmiş, asker darbe yapmak zorunda (!) kalmıştı. Türkiye 35 yıldır dönemsel terörle birlikte yaşıyor. İhtiyaca göre dönem dönem artan terör, bu ülkenin yakasını hiç bırakmadı. Bu terörün toplumsal bir karşılığı var mı? PKK dışındakilere verilecek cevap kocaman bir hayır? PKK'nın da statükonun ihtiyacına göre eylem yaptığını ise herkes biliyor artık. Yani her zaman olduğu gibi bugünkü bütün terör yapılanmalarının ardında da siyasete çekidüzen verme girişimleri yatıyor.
Hükümet olmanın olmazsa olmazı iktidarına sahip çıkmaktır. Türk siyasetinin en temel problemi de seçilmişlerin, iktidarlarına yeterince sahip çıkmamasıydı. Şapkayı alıp kaçanlar siyasete korkaklığı alıştırmıştı. Askerin ya da başka güçlerin siyasete bu kadar müdahil olmasına sürekli sessiz kalmak ülke dengelerinin yerine oturmasını engelliyordu. Bir de ülkeyi istikrarsızlığa götüren faili meçhul eylemlerin faillerinin bulunup cezalandırılamaması yöneticilerin kontrolü elinden kaçırmasına neden oluyordu. Ülkeyi sürekli kaotik ortama sürükleyenleri ortaya çıkarmamak, hükümet olmayı engelleyen en temel sebeplerden biriydi.
Bugün '28 Nisan 2007 hükümet bildirisi'nin yıldönümü. Bu bildiri Türk siyaseti açısından çok tarihî bir nitelik taşıyor. Genelkurmay'ın internet sitesinden kimin yayınladığı ya da kaleme aldığı çok da belli olmayan bildiriye karşı alınan tavır, hükümetin iktidar olma yolundaki en önemli eylemlerinden biriydi. Diklenmeyen ama dik duran tavır, toplumda da büyük karşılık buldu. Şapkayı alıp kaçmamak dönemin hükümetine yüzde 47'lik bir destek sağladı. Seçilmişler belki de ilk defa iktidarına sahip çıkmıştı.
Şimdi Ergenekon operasyonlarında bulunan silahlara, cephanelere, işlenen cinayetlere bakılmadan 'hükümet muhaliflerini sindirmek için böyle bir süreç başlattı' gibi eleştiriler yapılıyor. Bir kere herkesin şunu artık anlamasında yarar var. Artık bu ülkede gayri hukuki ve yasadışı yollarla hükümet düşürülemez. Buna herkesin alışması lazım. Hükümetin de iktidar olabilmesi için kendini acze düşürecek, çalışamaz hale getirecek her türlü oluşuma gerekli tepkiyi göstermesi gerekir. Yani aslında Ergenekon soruşturmaları bir yargı operasyonu ancak hükümetin de bunun arkasında sağlam durmasından daha doğal bir şey yok.
Dün 60 yere yapılan baskından şunu anlıyoruz ki bir terör şirketi ülkeyi istikrarsızlaştırmak için tam düğmeye basmak üzereymiş. Renklerin yeşile ya da kızıla bürünmesi önemli değil önemli olan bunların arkasında aynı adamların olduğunu bilmek ve göz açtırmadan tepelerine binebilmek.
Dün başta, Devrimci Karargâh isimli örgütün Bostancı'daki hücre evi olmak üzere 60 eve baskın yapılması ve 40 kişinin gözaltına alınması, terörü yeniden gündemimize taşıdı.
Aynı zamanda bu belanın ideolojisi ve amaçları üzerine bir kere daha düşünmemize sebep oldu. Bugün, "Terörün gerçekten toplumsal ideolojik bir karşılığı var mıdır? En azından sol düşünceye dayalı bir ideolojiye sahip midir?" soruları öne çıkıyor ve bu konuda kamuoyunun çok ciddi şüphelerinin olduğu muhakkak. Her terör eyleminden sonra bir kez daha anlaşılıyor ki, bu eylemler aslında Türk siyasetine yön verme çabalarından başka bir şey değil. Çatışmada ölü ele geçirilen Orhan Yılmazkaya'nın dört Ergenekon sanığı ile telefon görüşmelerinin tespit edilmesi de bu düşüncelerimizi teyit ediyor.
Terörün ve onu yönetenlerin en büyük hedefi ülkeyi yönetilemez hale getirmek. Nitekim 12 Eylül öncesi sahneye konulan terör de sonuçta ülkeyi yaşanmaz ve yönetilemez hale getirmiş, asker darbe yapmak zorunda (!) kalmıştı. Türkiye 35 yıldır dönemsel terörle birlikte yaşıyor. İhtiyaca göre dönem dönem artan terör, bu ülkenin yakasını hiç bırakmadı. Bu terörün toplumsal bir karşılığı var mı? PKK dışındakilere verilecek cevap kocaman bir hayır? PKK'nın da statükonun ihtiyacına göre eylem yaptığını ise herkes biliyor artık. Yani her zaman olduğu gibi bugünkü bütün terör yapılanmalarının ardında da siyasete çekidüzen verme girişimleri yatıyor.
Hükümet olmanın olmazsa olmazı iktidarına sahip çıkmaktır. Türk siyasetinin en temel problemi de seçilmişlerin, iktidarlarına yeterince sahip çıkmamasıydı. Şapkayı alıp kaçanlar siyasete korkaklığı alıştırmıştı. Askerin ya da başka güçlerin siyasete bu kadar müdahil olmasına sürekli sessiz kalmak ülke dengelerinin yerine oturmasını engelliyordu. Bir de ülkeyi istikrarsızlığa götüren faili meçhul eylemlerin faillerinin bulunup cezalandırılamaması yöneticilerin kontrolü elinden kaçırmasına neden oluyordu. Ülkeyi sürekli kaotik ortama sürükleyenleri ortaya çıkarmamak, hükümet olmayı engelleyen en temel sebeplerden biriydi.
Bugün '28 Nisan 2007 hükümet bildirisi'nin yıldönümü. Bu bildiri Türk siyaseti açısından çok tarihî bir nitelik taşıyor. Genelkurmay'ın internet sitesinden kimin yayınladığı ya da kaleme aldığı çok da belli olmayan bildiriye karşı alınan tavır, hükümetin iktidar olma yolundaki en önemli eylemlerinden biriydi. Diklenmeyen ama dik duran tavır, toplumda da büyük karşılık buldu. Şapkayı alıp kaçmamak dönemin hükümetine yüzde 47'lik bir destek sağladı. Seçilmişler belki de ilk defa iktidarına sahip çıkmıştı.
Şimdi Ergenekon operasyonlarında bulunan silahlara, cephanelere, işlenen cinayetlere bakılmadan 'hükümet muhaliflerini sindirmek için böyle bir süreç başlattı' gibi eleştiriler yapılıyor. Bir kere herkesin şunu artık anlamasında yarar var. Artık bu ülkede gayri hukuki ve yasadışı yollarla hükümet düşürülemez. Buna herkesin alışması lazım. Hükümetin de iktidar olabilmesi için kendini acze düşürecek, çalışamaz hale getirecek her türlü oluşuma gerekli tepkiyi göstermesi gerekir. Yani aslında Ergenekon soruşturmaları bir yargı operasyonu ancak hükümetin de bunun arkasında sağlam durmasından daha doğal bir şey yok.
Dün 60 yere yapılan baskından şunu anlıyoruz ki bir terör şirketi ülkeyi istikrarsızlaştırmak için tam düğmeye basmak üzereymiş. Renklerin yeşile ya da kızıla bürünmesi önemli değil önemli olan bunların arkasında aynı adamların olduğunu bilmek ve göz açtırmadan tepelerine binebilmek.